Название: Köle, Savaşçı, Kraliçe
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Tahtlar ve Zafer
isbn: 9781632917980
isbn:
Ceres şaşkınlıkla gözlerini kırptı, bu kadını daha önce görmediğine emindi.
"Adımı nerden biliyorsun?"
Ona doğru bir kaç adım atan kadının gözlerine baktı ve Ceres kadından gelen ağır reçine kokusunu fark etti.
Ürkütücü sesiyle, "Yıldızların akıttıkları," dedi.
Kadın zarif bir hareketle kolunu kaldırınca Ceres bileğinin iç tarafında kadının üç kesişenli üçgenle damgalandığını fark etti. Bir cadıydı. Tanrıların kokularına dayanarak belki de bir geleceği söyleyen bir cadı olabilirdi.
Kadın Ceres'in altın kızılı saçlarını eline alıp kokladı.
"Sen kılıca yabancı değilsin," dedi. "Tahta yabancı değilsin. Kaderin en ihtişamlısından aslında. Değişim çok büyük olacak."
Kadın aniden döndü ve aceleyle dükkanın arkasında kayboldu, Ceres hissiz bir şekilde orada durdu. Kadının kelamlarının ruhunun en derinlerine işlediğini hissetti. Bir gözlemden ziyade bir kehanet olduğu duyumsadı. Büyük. Değişim. Taht. Kader. Bu kelimeleri daha önce kendiyle asla bağdaştırmamıştı.
Doğru olabilir miydi? Yoksa bunlar sadece deli bir kadının sözleri miydi?
Ceres kafasını kaldırınca Sartes'in bir sepet dolusu yiyeceği taşıdığını ve şimdiden alabileceğinden fazla ekmekle ağzını doldurduğunu gördü. Sepeti ona uzattı, Ceres ekmekleri, meyveleri ve sebzeleri gördü; neredeyse kararlılığını etkileyecekti. Normalde bunları yiyip bitirirdi.
Fakat şimdi bir sebepten iştahı kaçmıştı.
Önünde uzanan bir gelecek vardı.
Kaderi onu bekliyordu.
Eve dönüş yolu normalden neredeyse bir saat daha uzun sürdü, tüm yol boyunca hepsi suskun, kendi düşünceleri içinde kaybolmuşlardı. Ceres dünyada en çok sevdiği insanların hakkında ne düşündüklerini merak ediyordu. Kendi bile kendi hakkında ne düşüneceğini bilmiyordu.
Kafasını kaldırınca mütevazi evini gördü ve başı ile sırtı bu kadar ağrırken buraya kadar nasıl gelebildiğine şaşırdı.
Diğerleri ondan bir süre önce ayrılmışlar ve babalarının bir işini görmeye gitmişlerdi, Ceres yalnız başına gıcırtı yapan eşikten geçip annesiyle karşılaşmamayı umarak kendini hazırlamaya çalıştı.
Bır sıcaklık dalgasına giriş yaptı. Annesinin yatağının altında sakladığı temizleyici alkol şişesini buldu ve mantarını çıkardı, kullanıldığı fark edilmesin diye çok almamaya özen gösterdi. Batma hissine kendini hazırlamaya çalışarak gömleğini sıyırdı ve boynundan aşağı boşalttı.
Ceres acıdan bağırdı, yumruğunu sıkıp başını duvara yasladı, aslanın pençelerinden aldığı darbelerle sırtına binlerce iğne batıyor gibiydi, sanki bu yara hiç iyileşmeyecekti.
Kapı ardına kadar açılınca Ceres irkildi neyse ki Sartes olduğunu görünce rahatladı.
"Babam seni görmek istiyor Ceres," dedi.
Ceres gözlerinin hafiften kızardığını fark etti.
"Kolun nasıl?" diye sordu, yaralı kolunun verdiği acıyla ağladığını sandı.
"Kırılmamış, sadece çatlamış." Daha yakına gelince yüzü ciddileşti. "Bugün beni kurtardığın için teşekkür ederim."
Ceres ona gülümsedi. "Başka nerede yapabilirdim?" dedi.
O da gülümsedi.
"Şimdi git babamızı gör," dedi "Kıyafetini ve kumaşları ben yakarım."
Annesine kıyafetinin birden bire yok olduğunu nasıl açıklayacağını bilmiyordu ancak başkasının verdiği bu kıyafetler kesinlikle yakılmalıydı. Eğer annesi kıyafetini bu kanlı ve delik deşik haliyle bulursa alacağı cezanın ne kadar büyük olacağını tahmin bile edemiyordu.
Ceres odadan çıktı ve ezilmiş çim yoldan geçerek evin arkasındaki barakaya doğru ilerledi. Avlularında sadece bir ağaç kalmıştı, diğerleri ateş için kesilmiş, soğuk kış geceleri boyunca evi ısıtmak için şöminede kullanılmıştı. Ceres burayı her gördüğünde iki sene önce vefat eden büyük annesi aklına geliyordu. O çocukken ağaçları diken büyük annesiydi. Burası bir nevi onun tapınağıydı. Babasının da. Hayat şartları onları zorladığında yıldızlar altında uzanır sanki hala yaşıyormuş gibi kalplerini nenelerine açarlardı.
Ceres barakaya girip babasına gülümsedi. Masasından aletlerinin çoğunun kaldırılmış olduğunu şaşkınlıkla fark etti, dövülmek için ateş yanında bekleyen kılıçlar görünürde yoktu. Yerlerin bu denli temiz bir şekilde süpürülmüş olduğunu, duvarlar ve tavanın silahlardan bu kadar arınmış olduğunu hiç görmemişti.
Babasının mavi gözleri onu gördüğü her seferinde olduğu gibi parladı.
"Ceres," dedi ayağa kalkarak.
Geçen yıldan bu yana siyah saçları ve kısa sakalı iyice beyazlamış, sevgi dolu gözlerinin altındaki torbalar iyice dolmuştu. Ceres, geçmişte iri yarı neredeyse Nexos kadar kaslı olan babasının yakın zamanda zayıfladığını ve önceki mükemmel cüssesinin ufaldığını fark etmişti.
Kapıda ona katıldı ve nasırlı elini ufak tefek sırtına yerleştirdi.
"Benimle yürü."
İçi biraz kararmıştı. Babası onunla yürümek ve konuşmak istediğinde bu onunla önemli bir şey paylaşacağı anlamına gelirdi.
Barakanın arkasından yan yana yürüyerek küçük bir tarlaya geldiler. Hemen önlerinde kara bulutlar duruyordu, ılık esintileri ve değişken rüzgarları onlara gönderiyorlardı. Hiç bitmek bilmeyen bu kuraklıktan onları kurtarması için biraz yağmur yağmasını umuyordu ancak muhtemelen daha öncekiler gibi sadece boş vaatler taşıyorlardı.
Yürürken ayağının altındaki kuru toprak dağılıyordu, bitkiler sarı, kahverengi renkte ve cansızlardı. Kendi parsellerinin arkasında yer alan bu toprak parçası Kral Claudius'undu fakat yıllardır ekilmemişti.
Bir tepeye tırmandıktan sonra durup araziye baktılar. Babası sessizdi, ellerini beline koymuş göğe bakıyordu. Babasının bu haline alışkın değildi, endişesi iyice arttı.
Sonra konuşmaya başladı, kelimelerini özenle seçiyor gibiydi.
"Bazen yolumuzu seçme lüksüne sahip olmayız," dedi. "Sevdiklerimiz için istediklerimiz uğruna her şeyimizi feda etmemiz gerekir. Kendimizi bile."
İç çekti, sadece rüzgarın kestiği süregelen bu sessizlik içinde Ceres'in kalbi hızla çarpıyor sözü nereye getireceğini merak ediyordu.
"Çocukluğunun СКАЧАТЬ