Название: Gölge Diyarı
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Krallar ve Büyücüler
isbn: 9781632915375
isbn:
Yüzyıllar sonra halkı nihayet hak ettiklerini alabilecekti. Artık, imparatorluğun en kuzey ucu, en verimsiz bölümü olan Marda’da kısılmış kalmayacaklardı. Artık bir ateş duvarının arkasında karantinada tutulmuş olmalarının intikamını alabilir, Escalon’a akın edip, onu parçalarına ayırabilirlerdi.
Bu düşünceler onu heyecanlandırdı ve kalbi duracak gibi oldu. Geri dönüp Şeytan’ın Parmağı’nı geçmek, anakaraya dönmek ve Escalon’un ortasındaki halkıyla buluşmak için sabırsızlanıyordu. Tüm trol ulusu Andros’a yaklaşacak ve hep birlikte, milim milim, Escalon’u sonsuza dek yok edeceklerdi. Burası yeni trol anavatanı olacaktı.
Fakat Vesuvius durduğu yerde dalgalara, kılıcın battığı yere bakarken, içten içe bir şey onu kemiriyordu. Ufka bakıp Ölüm Körfezi’ni inceledi. Orada kıpırdanan bir şey vardı, tatmin duygusunun tamamlanamamasına sebep olan bir şey… Ufka baktığı sırada, uzakta, tek başına Ölüm Körfezi boyunca seyreden ve beyaz yelkenleri olan bir gemi fark etti. Gemi Şeytan’ın Parmağı’ndan batıya doğru uzaklaşıyordu. Vesuvius gemiyi izlerken bir şeylerin ters gittiğini farkındaydı.
Vesuvius arkasını dönüp arkasında duran Kule’ye baktı. Kule boştu. Kapıları açık bırakılmıştı. Kılıç onu bekliyordu. Tüm muhafızlar kuleyi terk etmişti. Her şey çok kolay olmuştu.
Neden?
Vesuvius, suikastçı Merk’in Kılıç’ın peşinde olduğunu biliyordu; onu tüm Şeytan’ın Parmağı boyunca takip etmişti. Öyleyse neden orayı terk etmişti? Neden oradan uzaklaşıyor, Ölüm Körfezi’ni geçiyordu? Onunla birlikte yolda olan kadın kimdi? Kuleyi daha önce koruyan o kadın mıydı? Ne gibi sırlar saklıyordu?
Ve şimdi nereye gidiyorlardı?
Vesuvius okyanustan yükselen buhara baktı, sonra tekrar ufka baktı ve damarları yandı. Bir şekilde aptal yerine konmuş olduğunu düşünmeden edemiyordu. Tam bir zafer kendisinden alınmış gibi hissediyordu.
Vesuvius olanları düşündükçe bir şeylerin yanlış olduğundan daha fazla emin oluyordu. Her şey çok kolay olmuştu. Önündeki vahşi denizlere, kayalara çarpan dalgalara, yükselen buhara baktı ve gerçeği hiçbir zaman öğrenemeyeceğini fark etti. Ateş Kılıcı’nın gerçekten dibe kadar batıp batmadığını, gözden kaçırdığı bir şey olup olmadığını, hatta gerçek kılıcı ele geçirmiş olup olmadığını ve Ateşler’in sönük kalıp kalmayacağını bilemeyecekti.
Haksızlığa uğramışlık duygusu ile yanan Vesuvius bir karar verdi, onları takip etmesi gerekiyordu. Onları yakalayana kadar gerçeği asla öğrenemeyecekti. Bir yerlerde, gizli başka bir kule daha mı vardı? Bir başka kılıç?
Başka bir kule veya kılıç olmasa da, ihtiyacı olan her şeyi başarmış olsa da Vesuvius geride kimseyi sağ bırakmamasıyla meşhurdu. Asla. Her zaman son adamı da öldürene kadar takip ederdi ve şimdi orada o ikisinin ellerinden kaçıp gitmiş olması içine sinmiyordu. Onların gitmesine izin veremezdi.
Vesuvius kıyıda bağlı duran, terk edilmiş, dalgalarda sertçe sarsılan ve onu bekliyormuş gibi görünen gemilere baktı ve anında bir karar verdi.
“Gemilere!” diye emretti trol ordusuna.
Hepsi birden emirlerini yerine getirmek üzere kayalık kıyıya doğru aceleyle harekete geçip gemilere binmeye başladı. Vesuvius arkalarından gidip, son geminin güvertesine çıktı.
Dönüp baltalı kargısını kaldırdı ve halatı kesti.
Kısa süre sonra yola çıkmışlardı, tüm trolleri onunla birlikteydi, hepsi gemilere doluşmuştu ve efsanevi Ölüm Körfezi’ne doğru yelken açmışlardı. Ufukta bir yerde Merk ve o kadın yol alıyordu ve Vesuvius her nereye gitmesi gerekirse gereksin, ikisini birden öldürene kadar durmayacaktı.
BÖLÜM SEKİZ
Küçük geminin güvertesinde duran Merk küpeşteye tutunmuştu. Eski kral Tarnis’in kızı da yanındaydı. Ölüm Körfezi’nin azgın sularının arasında yol alırken, ikisi de kendi dünyalarında kaybolmuştu. Merk, rüzgârın süpürdüğü, beyaz köpüklerle bezeli karanlık sulara bakarken, yanında duran kadını merak etmekten kendini alamadı. Kos Kulesi’ni terk edip gizemli bir diyara doğru bu gemiye bindiklerinden beri kadının üzerindeki gizem daha da artmıştı. Aklında kadına dair bir yığın soru belirmişti.
Tarnis’in kızı. Bu Merk için inanılmazdı. Orada, Şeytan’ın Parmağı’nın sonunda, Kos Kulesi’ne kapanmış ne yapıyordu? Bir şeyden mi saklanıyordu? Sürgünde miydi? Korunuyor muydu? Peki kimden?
Merk onun, yarı saydam gözleri, yüzünün aşırı solgun rengi ve şaşmaz dengesi nedeniyle başka bir ırktan olduğunu hissediyordu. Fakat eğer öyleyse annesi kimdi? Ateş Kılıcını, Kos Kulesi’ni savunması için neden tek başına bırakılmıştı? Diğer herkes nereye gitmişti?
Ve en önemlisi de şimdi onları nereye götürüyordu?
Kızın bir eli dümende, gemiyi körfezin uzaklarına, ufukta, Merk’in neresi olduğunu çok merak ettiği, bilinmeyen bir hedefe doğru yönlendiriyordu.
“Bana hala nereye gittiğimizi söylemedin” dedi Merk rüzgârdan duyulabilmesi için sesini yükselterek.
Ardından uzun bir sessizlik oldu; o kadar uzun sürdü ki, Merk kızın cevap verip vermeyeceğinden emin olamadı.
“Hiç olmazsa bana adını söyle” diye ekledi, kızın daha önce adını söylememiş olduğunu fark ederek.
“Lorna” diye cevap verdi kız.
Lorna. Merk bunun tınısından hoşlanmıştı.
“Gittiğimiz yer ise” diye ekledi kız Merk’e dönerek. “Üç Hançer.”
“Üç Hançer mi?” diye sordu Merk şaşırmış bir şekilde.
Lorna dümdüz önüne baktı.
Fakat Merk duyduklarıyla şoke olmuştu. Escalon’un en uzak adası olan Üç Hançer, Ölüm Körfezi’nin çok ilerisindeydi ve Merk oraya gitmiş olan hiç kimseyi tanımıyordu. Elbette efsanevi ada ve kale Knossos en uçtaydı ve efsanelere göre orada Escalon’un en gözü pek savaşçıları yaşıyordu. En tehlikeli suların ortasında, izole bir yarımadaya yakın izole bir adada yaşayan insanlardı. Oradaki savaşçıların, etraflarını saran sular kadar sert oldukları söylenirdi. Merk hiç biriyle şahsen tanışmamıştı. Kimse tanışmamıştı. Onlar daha çok efsanelerde yaşıyordu.
“Gözcüler oraya mı çekildi?” diye sordu Merk.
Lorna СКАЧАТЬ