Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126428
isbn:
“Kuralları en iyi, onları iyi bilenler bozabilir,” dedim. “Hoşça kal.”
Cevabını beklemeden kapattım telefonu.
Bir kural daha bozulmamıştı. Saptırdığı ya da sakladığı bir şey mutlaka olurdu bütün müşterilerimin. Mutlaka.
Bölüm 6.3
Yediye beş kala Beşiktaş İskelesi’nin önünde siyah Mercedes’i bekliyordum.
İskeleye girenler azalmıştı. Kuyrukta müşteri bekleyen taksiciler artmıştı. Ellerim, tıpkı simitçi, Milli Piyangocu ve piknik tüpüyle aydınlanan tezgâhının başında ayakta duran okunmuş kitap satıcısı gibi cebimdeydi. Islık çalmıyordum. Şimdi bir kahve iyi gelecekti hani, ama Üsküdar motorlarının biraz ötesindeki deniz manzaralı kafeye bir kez daha gidecek zamanım yoktu. Ortaya çıkarsa seyyar kahveciden bir çay alırdım belki.
Saatime baktım bir kez daha.
Yüze kadar saysam mı, dedim kendi kendime. Yapacak başka şey olmadığı için iyi bir fikir gibi geldi önce. Sonra vazgeçtim. Geleceği varsa ben “yüz” demeden de gözükecekti ilerideki üstgeçidin altından siyah Mercedes.
Gözüm üstgeçit tarafında, yerimde yaylanarak bekliyordum. Taksiler, evet, belediye otobüsü, evet, kendini zor taşıyan bir Kartal, evet, portakal satıcısının ittiği üç tekerlekli araba, evet, bir taksi daha evet, siyah Mercedes, hayır.
Benden başka sevgilisini, arkadaşını, müşterisini bekleyen kimse yoktu.
Beşiktaş İskelesi’nin önündeki soğuk yavaş yavaş içime işlemeye niyetliydi. Paltoma ellerimi cebimden çıkarmadan sarıldım sanki bir işe yarayacakmış gibi.
“Remzi Bey!” dedi Denizcilik Müzesi tarafından bir yerlerden. Bana seslenildiğini algılamadım önce, çay yerine sıcak bir salep de iyi giderdi diye düşünüyordum. Sonra kafamı çevirdim.
“Remzi Bey?” diye bağırdı bu kez ünlemini soruya dönüştüren kabak kafalı adam.
Hayır, kafası kızları etkilemek için kabak değildi. Kızları, kadınları etkileyecek yaşı çoktan geçmişti. Biraz biraz Münir Özkul’a benziyordu, yaşı dahil. Nice ölümler, nice doğumlar görmüş halk işi bir bilgelik, maaşının sınırlarını aştığı belli bir sadakat ve kendisine benzeyen insanlarla kolay iletişim kurabilmenin verdiği güvenle dolu bir suratı vardı.
Kendini zor taşıyan Kartal’ın yanı başında dikiliyordu. Üst üste birkaç kez boyanmışa benzeyen açık mavi bir Kartal.
Gri bir palto giymişti. Beşiktaş’ın ara sokaklarında yükseklere asılmış ikinci sınıf kadın ve erkek giysileri arasında bulamayacağınız cinsten bir palto. Paltonun eteklerinin altından gözüken blucin pantolon, boyaya benimkinden daha çok ihtiyacı olan ayakkabılarda bitiyordu.
Kabak kafalı adama doğru bir iki adım attım.
“Remzi Bey, değil mi?” dedi gülümseyerek. Elini uzattı.
Kendini zor taşıyan Kartal’a bakarak elini sıktım. Gülümseyişi biraz daha uzadı.
“Noyan Bey özür diledi,” dedi. “Bir işi çıktı ajansta. Siz gidin eve, ben sonra gelirim, dedi.”
“Anladım,” dedim.
“Buyurun,” dedi elini Kartal’ın kapısına doğru açarak. Otomobilin çevresinden dolaştım, ön yolcu kapısına doğru yürüdüm. Kabak kafalı adam ağır hareketlerle Kartal’a girdi, eliyle uzanıp kapının kilit düğmesini yukarı kaldırdı.
İçeri girdim. Doğrusu temiz bir otomobildi. Arka koltukta üst üste küçük paketler yığılmıştı. Paketlerin her birinin yan tarafına birbirine benzeyen kartvizitler yapıştırılmıştı. Otomobilin içi matbaadan yeni çıkmış kâğıt kokuyordu. Gereğinden fazla bol, işe yarayacağından kuşku duyduğum emniyet kemerini bağladım.
Kabak kafalı adam otomobili hareket ettirdi. İstanbul’a yeni gelmiş bir Burdurlu kadar dikkatli kullanarak Barbaros’un heykelinin arkasından dolanıp trafiğin içine daldı. İşimi yapmam için beni rahat bırak, der gibi bir hali vardı.
Ortaköy’e doğru gitmek isteyen otomobilleri hafiften kızdırarak sola, Barbaros Bulvarı’na yöneldik.
Kartal’ın dikiz aynasında üzerine çarpı çekilmiş bir sigara simgesi sallanıyordu; olur, içmem, dedim içimden. Arkama dayanıp yolu izledim. Paltomun düğmelerini açmamıştım, ellerim kucağımda gidiyordum.
Kabak kafalı adam göz ucuyla bile bakmıyordu bana. Bir deneme yapayım dedim.
“Başınız sağ olsun.”
“Sen sağ ol beyim.”
Devamı gelmedi.
Bir daha denedim.
“Küt diye gitti ha!” dedim. “Adamcağız…”
Direksiyona daha sıkı sıkı sarıldı.
Son kez denedim.
“Hepimizin sonu toprak,” dedim.
Felsefe de işe yaramadı. Kabak kafalı şoförüm dünyanın bütün kalp krizleri bir araya gelse döndürüp başını bakmayacaktı. Bütün dikkatini yola, önümüzden giden, solumuzdan sağımızdan bizi geçen otomobillere, her an yola atlayabilecek yayalara vermişti.
Köprü sapağını da geride bıraktık. Trafik biraz azalmıştı ama açık mavi Kartal’ın hızı artmadı.
Cevap vermeye zorunlu olacağı bir soru geldi aklıma sonra.
“Neredeydi merhumun evi?” dedim.
Kabak kafalı adam soruma cevap vermek için otomobilin Darphane sapağındaki trafik ışıklarında tümüyle durmasını bekledi. Sonra, nasıl böyle salak bir soru sorabiliyorsun, der gibi yüzüme baktı.
“Akatlar’da beyim,” dedi. “Bahar Sitesi.”
Açık mavi Kartal’ı yeşil ışıkta hareket ettirmeden önce başını iki yana salladı, yolunda gitmeyen bir şeyi tespit etmişçesine.
Hay Allah, dedim içimden. Doğru soruları doğru zamanda sormanın sonu olmadığını düşündüm sonra. Komşumdu. Noyan Sert’in hâlâ adını bilmediğim, yalnız yaşayan ama şapkasının altından nereden çıktığı belli olmayan bir tabanca çıkan merhum babası. Bahar Sitesi’nden benim eve yürüyerek sekiz dakikada gidebilirdiniz. Hani bakkala çakkala giderken görmüş bile olabilirdim adamı.
Arkama biraz daha yaslandım.
Ben de oralarda oturuyorum, demedim Münir Özkul suratlı adama. Aklıma ev sahibim geldi, unutmaya çalıştım o konuda yapmam gerekenleri.
Açık mavi Kartal hızını hiç değiştirmeden ilerlemeye devam etti. Nereye gittiğimizi bildiğim СКАЧАТЬ