Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126459
isbn:
Kalbimde olan şeyin damar daralmasından çok daha farklı bir şey olduğunun güveniyle attım kendimi dükkândan dışarı.
Evet, şöyle bir kapsamlı çekap seferinde hayır vardı.
Remzi Ünal ben, işe çıkıyordum.
Metroya çok uzun süredir binmemiştim. Epeydir insan içine çıkmadığım için arabamın çalışıp çalışmadığı umurumda değildi. Terk ettiğim yerde, taşındıktan sonra ikinci gece uyumak nasip olmayan yeni evimin bulunduğu sitenin otoparkında, muhtemelen kalkık silecekleriyle yatıp duruyordu. Umurumda değildi.
İstanbul’un kısa boylu metrosunun Taksim girişinin merdivenlerinden indim. İnenler çıkanlar kendi mühim meseleleriyle alçalıp yükseliyorlardı. Makineden iki jeton aldım. Birini harcadım.
Yürüyen platformun bitişinde kemanını çekiştiren adamın uzağından yürüdüm. Ne çalmaya çalıştığını bile anlamamıştım. Önündeki boş keman kutusu bu görüşümü destekliyordu. Akıntıya kendimi bırakıp aşağıya indim. Başım önde yürüdüm.
Vagona sorunsuz bindim.
Etrafta epey boş yer olmasına karşın oturmadım.
Açılıp kapanan kapının yanına sırtımı dayadım, berberde başladığım nefes hareketlerinden en gösterişsizini uygulamaya başladım. Ciğerlerimi alabildiğince temiz havayla doldurup boşaltmak için doğru yerde değildim elbette ama üzerinde durmadım.
Kendime kızgındım çünkü.
Kemal Arsan’la onca cilveleşmenin peşine düşmeyi iyi biliyordum da, sevgilisi Begüm Kalyon’un bir fotoğrafının yanında olup olmadığını sormayı akıl edememiştim. Kendi kendime sık sık söylediğim gibi ihtiyarlıyordum galiba. Ya da daha kötüsü, yata yata, varsa eğer, işimle ilgili melekelerimi kaybetmiştim. Kabul etmem gerekir ki, daha da kötü bir ihtimal vardı.
Adamın biri sevgilisini arıyordu. Dört gündür ortalarda gözükmeyen sevgilisini. Ben bir başka kadını haftalardır aramıyordum. Neredeyse Beşiktaş Belediyesi Evlendirme Memurluğu’nun kapısını çalacak kadar yakınlaştığım kadın da beni aramıyordu. Arasa bulabilir miydi ayrı hikâye. Bulamazdı. Aradığı insanları bulmak benim işimdi. Üstelik bulmak için elimde fotoğrafı olması da gerekmiyordu. Görünüşü derinlere kayıtlıydı. Koordinatları derinlere kayıtlıydı.
Yanımda bir fotoğrafı yoktu o kadının da.
Derin derin nefes alıp vermeye devam ettim. Eski günlerdeki gibi. Metronun milyonlarca kişinin nefesiyle bulanıklaşmış havası ciğerlerimin dip köşelerine girip çıkmaya devam etti. İstanbul içime girdi. İstanbul içimden çıktı. Ayaklarımın altında hareket eden İstanbul yeniden kımıldattı kılcal damarlarımın uçlarındaki uyuşmuş hücreleri.
Metro treni durdu kalktı. İnsanlar indi bindi. Ben nefes alıp vermeye devam ettim.
Karşımda oturan üniversiteli kılıklı kız bana baktı. Kucağında kitapları duruyordu. Ellerini kitapların üzerine kapaklarında ne yazdığını göstermek istemiyormuşçasına kapamıştı. Ona gülümsedim. Gülümsememi iade etmedi. Önemsemedim.
Nefes alıp vermeye devam ettim.
İyi geldi.
Kendimden daha az nefret etmeye başladım.
Yaptıklarımdan, yapamadıklarımdan daha az nefret etmeye başladım.
Yapacaklarımdan da.
Karşılaşacağım kimselerin bana yapacaklarından da. Yalan söyleyeceklerdi, kıvırtacaklardı. Kimileri sertleşecekti. Kimileri ağlayacaktı. Kimileri yanağıma küçücük bir öpücük konduracaktı.
Kimilerinin hayatını değiştirecektim, Allah kahretsin!
Olsun. Böyle iyiydim ben. İstanbul’un sokaklarında kafasına göre dolaşıp duran bir özel dedektif. Ne adalet peşindeydim ne ceza. Tek derdim kendimi utandıracak şeyler yapmamaktı. On yıllardır dünyanın bütün metropollerinde dolaşan meslektaşlarımı kollayan tanrıları utandıracak şeyler yapmamak.
Remzi Ünal ben… Kafası karışık, kafası net, ne istediğini bilen, ne istediğini bilmeyen Remzi Ünal. Yeniden işbaşındaydım. Yeniden birinin peşindeydim. Yeniden nefes alıp veriyordum.
Metro treni durdu kalktı. Kapılar açıldı kapandı. İnsanlar indi bindi.
Ben Mecidiyeköy durağını iple çekiyordum.
Mecidiyeköy’de yeryüzüne çıktığımda bir sigara yaktım.
Her zamanki gibi kalabalıktı. Kimseye bakmadım. Trafik ışıklarına doğru yürüdüm. Benimle birlikte izin bekleyenlerin arasında sakin sakin dikildim. Sigaramın kimsenin bir yerine değmemesine dikkat ettim yalnızca. Caddenin otoritesinden izin alınca topluca yürüdük.
Köşedeki simitçinin yüzüne de simitlere de bakmadım. Park edilmez levhasının altına park etmiş arabaların yanında uzanan kaldırımdan yürüdüm. Trafik lambası olmayan bir sokaktan karşıya geçtim. Köşedeki gazete/ tekel bayiinin tentesinin altına hafif boynumu eğerek girdim. Adam bir sürü dergi almış bir kadına para üstü denkleştiriyordu. Sigaramdan bir nefes daha çekip ayağımın altında söndürdüm. Kadın çekilince yüzüme baktı büfeci. Sabah tıraş olmamıştı.
“Kolay gelsin ahbap,” dedim. “Mevlut Pehlivan Sokağı ne taraftadır?”
Adam yüzüme baktığına pişman olmuş bir ifadeyle başını caddenin aşağısına doğru salladı.
“Soldan ikinci sokak,” dedi.
“Eyvallah,” dedim. O paralarına, ben yoluma döndük.
Tempomu artırdım. Waypoint 1 dedim içimden. Kaldırımdaki insanların sayısı azalmıştı biraz. Kimseye çarpmadan sollayabiliyordunuz. Aradığım sokak uzaktan görününce karşıya geçtim.
Mevlut Pehlivan Sokağı, cadde adı taşıma konusunda Ortaklar Caddesi’yle tartışabilirdi isterse. En azından onun kadar ağacı vardı iki yanına serpilmiş.
Çok fazla ilerlememe gerek kalmadı zaten. Yola dik park edilmiş iki ambulans ve üzerinde Manhattan Medical Hastanesi/Park Edilmez yazan altı cadde kenarı işgalcisi daha çok yürümeyeceğimi müjdeliyordu.
Waypoint 2’yi 50 metre mesafeden inceledim..
Manhattan Medical Hastanesi, doğrusu sokağa adını veren güreşçiyi tuş edecek kadar büyüktü. Uzaktan bakıldığında, aralarından sedye geçirilebilecek aralıklarla yan yana on ambulans koyabileceğiniz uzunlukta iki katlı bir binanın ortasından yukarıya doğru herhalde yedi kat uzanıyordu. Yapının zemin katının yüzeyi kim bilir nereden ithal edilmiş açık yeşil mermerle kaplıydı. Yukarı yükselen kulenin sağında ve solundaki pencerelerin СКАЧАТЬ