CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL - Celil Oker страница 4

Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL

Автор: Celil Oker

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 9789752126459

isbn:

СКАЧАТЬ dedi.

      “Epeydir iş almadığımı söylemiştim,” dedim. “Benim yaptığım türden hizmetlerin mertebesini kaybettim. Sana soruyorum. Ne kadar ödeyebilirsin?”

      Elini biçimli kesilmiş sarı saçlarının içinden geçirdi. Şampuan reklamlarındaki gibi neredeyse ağır çekim yerlerine oturdu saçları. Omzumun üstünden Kaktüs Kahvesi’nin penceresinden içeri baktı bir kez daha. Bekledim.

      “Iıııı…” dedi. “Ne bileyim… Biraz düşünsem, sonra söylesem.”

      “Hayır,” dedim. “Şimdi.”

      Kafasını iki yana salladı. “Hayır” anlamında sağa sola değil, yana, önce sol omzuna doğru, sonra sağ. Yüzünü buruşturdu kendi söylediğini kendisi de beğenmemiş gibi.

      “Son işinizde aldığınıza yüzde on enflasyon payı ekleyin, tamam.”

      İçimden gülümsedim. Bizim doktor hiç de saf değildi. Küçük bir hesap yaptım. Çıkan rakamı söyledim. İkinci el otomobil satan bir galericinin donukluğuyla.

      Hiç duraksamadı.

      “Anlaştık,” dedi.

      “Anlaştık,” dedim. İçimden bir kez daha gülümsedim.

      Uzun boylu garson kahvemi getirmişti. Oradan ayrılmadan sordum.

      “Bir şey istemediğinden emin misin?”

      Başını salladı.

      Kahvemden bir yudum aldım. Sonra bir yudum daha. Dinlemeye hazırdım. Beklentiyle yüzüne baktım.

      Bekletmedi.

      “Adım Kemal,” dedi sanki açıklaması çok zor bir şey söylüyormuş gibi. “Kemal Arsan. Anladığınız üzere doktorum. Dahiliye. Mecidiyeköy’de, Ortaklar Caddesi’ni kesen sokaklardan birine konuşlanmış bir özel hastanede çalışıyorum. Söz konusu hatun aynı yerde hemşire. Askerliğimi yaptım.”

      Esprisine gülmedim.

      “Adı?” dedim.

      “Begüm.”

      “Soyadı?”

      Bir an durakladı. Alnı kırıştı. Sonra gevşedi yüzü.

      “Kalyon,” dedi. “Begüm Kalyon.”

      “Devam,” dedim, kahvemden bir yudum daha alarak. Şimdi bir sigara iyi gelirdi.

      “Ne bileyim…” dedi. “Altı ay falan oldu biz takılmaya başlayalı. Gizli tuttuk. Söylediğim nedenden.”

      “Sorması ayıp,” dedim fincanımı masaya bırakırken. “Neden açığa çıkıp başka bir yerde çalışmayı düşünmediniz? İkinizden biri?”

      Yüzüme bir salakmışım gibi baktı. Belki de öyleydim, ne bileyim. Cebimden sigaramı çıkardım. İçinden bir dal çektim. Burnuma götürdüm.

      “Bu zamanda doktor bile olsan, şıp diye iş bulmak kolay mı sanıyorsunuz?” dedi. “Hemşire olursanız daha zor. Ancak evlenince açıklayabilirdik. Aynı hastanede karıkoca olursanız sakıncalı değil.”

      En akıllı görünen bakışlarımla baktım ben de ona. Anladı.

      “O da biraz ileride düşünülebilecek bir şeydi. Belki epey ileride…”

      Ses etmedim. Devam etsin diye bekledim.

      “Ve dört gündür yok!” dedi iki avucunu masanın üstünde iki yana doğru açarak.

      “Telefonlara cevap vermiyor… Evde de yok?” dedim.

      “Yok,” dedi.

      Dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi, sigarayı tutan elimi indirdim, öbür elimle fincanımı ağzıma götürdüm. İçmedim ama.

      “Ortadan kaybolması için bir neden gelmiyor aklına yani?”

      “Gelmiyor,” dedi Kemal Arsan. “Her şey yolunda gibiydi. Beni telaşlandıran da bu esas.”

      “Hastanedeki meslektaşlarından başka arkadaşını tanımıyor musun?” dedim. Fincanı yerine bıraktım. Sigarayı burnuma götürdüm. Yanmamış sigara da koku salıyordu genzinize doğru. Daha duru, saf, zararsız, kisveli bir koku.

      “Yalnızca bir arkadaşını tanıyorum,” dedi. “O da hemşire. Özel çalışıyor. Evde hasta falan bakıyor. Bayağı meşhur bu işte, hiç boş kalmaz.”

      “Ne kadar yakınlar?” dedim. “Begüm Kalyon’la bu arkadaşı… Adı neydi?”

      “Firdevs,” dedi Kemal Arsan. “Soyadını bilmiyorum.”

      “Telefonu vesaire…”

      “Telefonunu bilmiyorum. Evini biliyorum bir tek. İki kere gitmiştik. Yakınlık derecelerini bilmiyorum. Öyle lafladık o gece…”

      “Anladım,” dedim. Yanmamış sigaramı ağzıma iliştirdim. Ucunu ıslatmamaya özen gösteriyordum.

      Bir an ikimiz de ne söyleyeceğimizi bulamadık. Sorsam mı sormasam mı diye düşünüyordum. Sormaya karar verdim sonra. Elimi paketimin yanındaki kibrit kutusuna götürdüm. İçinden bir kibrit aldım. Kimyasal sürülmüş kenarına sürtmeden sordum.

      “Sevgilini bulduğumda ona ilk ne söyleyeceksin?” dedim.

      2. BÖLÜM

      “Çok kişisel bir soru değil mi bu?” dedi.

      “Değil,” dedim. “Soruşturmanın bir parçası…” Yüzümde ciddi bir ifade vardı sanıyorum. Doğruydu söylediğim.

      “Bilmem,” dedi. “Hiç düşünmedim. Ne bileyim. O anda içimden ne gelirse onu söylerim herhalde.”

      “Pekâlâ,” dedim. Hazırdaki kibrit çöpünü kutunun kenarına sürttüm. Bu kez de henüz acemi bir merminin patlarken çıkardığı kokuya benzer bir koku geldi burnuma. Hafif, geçici, kesif olmayan.

      “Doğru cevabı verdim mi?” dedi Kemal Arsan.

      “Son derece,” dedim kibriti elimi sallayarak söndürdükten sonra. “Son derece doğru bir cevap verdin.”

      “Şimdi ne olacak?” dedi.

      “Sevgilini bulacağım,” dedim. “Bu arada sen onu ilk gördüğünde ne söyleyeceğini düşün.”

      “Bu kadar mı?” dedi. “Bana soracağınız, edeceğiniz?”

      “Bu kadar,” dedim. “Elbette bana telefon numaralarını, adresleri filan söyledikten sonra.”

      On dakika sonra Kaktüs Kahvesi’nin İmam Adnan Sokağı’na СКАЧАТЬ