CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL - Celil Oker страница 5

Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL

Автор: Celil Oker

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 9789752126459

isbn:

СКАЧАТЬ üstüne salan bu kararımın arkasındaki teşvik edici nedene nasıl bu kadar az direndiğimdi. Her müşterimde olduğu gibi gerçeği eksik anlatan müşterimin üzerine neden gitmediğimdi.

      Hepimiz insanız dedim sonra kendi kendime. Dünyanın bütün Remzi Ünal’ları dahil.

      Sigaramı yere attım. Üzerine basmadım. İçeri girip hesabı ödedim. İlk durağımın neresi olduğunu biliyordum. İki yan sokaktaki berberi elimle koymuş gibi bulacağıma inancım tamdı.

* * *

      Berberi buldum. Biraz zor oldu ama buldum. Beyoğlu’nun değişime en fazla yenilmiş sokaklarının birinde, değişime direnmek tek varlık nedeniymiş gibi duran küçük bir dükkândı. Daha önce içine hiç girmemiştim. Ayhan Işık bıyıklı berber, gerdanı çenesiyle birleşmiş bir adamı tıraş ediyordu. Üzerinde bir ölçek deterjanı en son bir hafta önce görmüş gibi duran bir önlük vardı. Beni üzmedi bu. Biri boş iki ihtiyar berber koltuğunun neredeyse bir adım gerisindeki duvara yaslanmış uzun, deri bir kanepe vardı. Adını vermeye utandığım otelin girişindeki kanepeden en az iki kuşak daha yaşlıydı. Dükkânın bittiği duvarın dibinde, içindekileri elevermeyen küçük bir alüminyum tencere, boyası kaçmış bir piknik tüpünün üzerinde duruyordu.

      “Çok uzar mı işin usta?” dedim içeri adımımı atar atmaz.

      Ayhan Işık bıyıklı berber baştan ayağa süzdü beni. Sonra yüzüme baktı. Daha doğrusu günü çoktan geçmiş sakallarıma. Beğenmiş gibi başını salladı.

      “Sürmez çok beyim,” dedi. “Buyur, otur biraz, bitiyor hemen.”

      Deri kanepenin kenarına oturdum. Yayları kendinden geçmişti epeyce, gömülüyordunuz. Gerdanı çenesiyle birleşmiş adamın kafası kabaktı. Berber değil, doğa ve yılların eli değmişti bir zamanki saçlarına. Aynadan gözlerinin kapalı olduğunu görebiliyordum. Gözkapakları en az gerdanı kadar heybetliydi. Üstdudağını yeni şekillendirilmiş yeniçeri bıyıkları süslüyordu.

      “İçer misin bir çay beyim?” dedi berber müşterisinin önüne serdiği havluyu toparlarken. Cevabımı beklemeden dükkânın içinde yürüdü, havluyu piknik tüpünün yanındaki hasır bir sepete attı.

      “Eyvallah,” dedim. “Sağ olasın ama zahmet etme. Yeni kalktım kahveden.”

      “İyidir ama çayı bizim Hüso’nun,” dedi.

      “Teşekkür ederim, iyiyim böyle.”

      Dünyanın en önemli fırsatını kaçırmışım gibi başını iki yana salladı. İşine döndü. Ben kanepenin solunda duran sehpanın üzerindeki gazeteyi aldım.

      Gazete ilk sayfasından son sayfasına kadar berber gazetesiydi. Dünya her sayfadaki yarı çıplak kızların üzerinde dönüyordu. Silahsızlanma yerine üstsüz güneşlenen Alman kızın bombalarıyla, nüfus artışı sorunu yerine bacağı kasıklarına kadar çarşafın altından çıkan şarkıcının hamile olup olmadığıyla, Türkiye’nin Batılılaşma süreci üstüne de şortlu ama başı türbanlı bir kızın fotoğrafıyla aydınlanıyordunuz. Gazeteyi yerine bıraktım.

      Bir süre sonra gerdanı çenesiyle birleşmiş adam ayağa kalktı. Aynada kendine baktı uzun uzun. Beğendi kendini.

      “Beyim, buyurun,” dedi berber bana koltuğu kolayca oturmam için çevirerek.

      O işini bitirdiği müşterisinden ücretini alırken ben yerime yerleştim. Ayaklarımı koltuğun alt tarafındaki basamağa koydum. Geriye yaslandım. Kendime baktım gördüğüm en büyük LED TV ekranından daha da büyük aynada. Sırları yer yer dökülmüştü ama yine de ne mal olduğunuzu gösteriyordu.

      Çok şey görmüş ama unutmuş gözler, duyduklarının yarısından çok daha azına inanan kulaklar, söylediklerinin sorumluluğunu almakla almamak arasında kararsız bir ağız. Buna yüz çizgilerinden karakter okuma meraklılarının kararlı diyerek yanılacakları bir çene ve zamanında yediği bir iki yumruktan alınamamış intikamın acısını taşıyan bir burun ekleyin. İşte Remzi Ünal!

      Remzi Ünal… Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendine saygısı olan hiçbir “frequent flyer”ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf çartır şirketlerinde bile tutunamayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Chessna’sına aylardır elini sürmekten uzak, ex-damat adayı, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…

      Ayhan Işık bıyıklı berber üstüme saldığı beyaz örtüyü boğazıma sıkıca iğneledikten ve babam çağından kalma fırçayı yüzümde gezdirmeye başladıktan sonra Remzi Ünal köpüklerin ardında kayboldu. Ben de bıraktım kuyruğunu. Nereye giderse gitsindi. Ben Begüm Kalyon’un peşine düşecektim. Kemal Arsan’ın sevgilisinin. O kapıdan bu kapıya seğirtecektim. Abuk sabuk sorulara abuk sabuk cevaplar alacaktım. Sorularımı beğenmeyen kimilerinin kaşları çatılacaktı. Daha başkalarının yumrukları sıkılacaktı. Olurdu böyle şeyler.

      Kendi kendime acımaktansa lüzumsuz işler peşinde koşmanın daha haysiyetli olduğuna karar verdiğimi fark ettim birden. İyi geldi bu.

      Koltukta benden önce oturan adamın yaptığını taklit ettim sonra. İnsan gözleri kapalıyken daha iyi hissediyordu kendini bir aynanın karşısında. Derin nefesler alarak destekledim bu duygumu. İyice içeri çektim açık kapıdan zorla içeri giren İstanbul havasını. Boğazımı sıkan örtüden güçlükle sıyrılmasını sağlayıp ta aşağılara, diyaframımın dibine kadar bastırdım. Ciğerlerime dolan hava, içerdiği oksijeni, ne kadarsa artık, hara’mdan damarlarıma, damarlarımdan kılcal damarlarıma, onlardan hücrelerimin orasına burasına taşıdı. Hafif döndü başım. Devam ettim. Berberin usturasının suratımda dolaşmasını ne hissediyordum ne hissetmiyordum. Soluk aldıkça yükselen göbeğimin gerilimini hissediyordum ama. Sonra rahatlamasını.

      Ayhan Işık bıyıklı berber sakalımla, ben daralıp genişleyen bedenimle uğraştık bir süre. Sonra berber boğazımdaki sıkışıklığı çözdü, örtüyü çekti ve bir adım geriye çekildi kalkabilmem için.

      “Sıhhatler olsun beyim,” dedi.

      “Eline sağlık,” dedim bu kez koltuktan kalkan her berber müşterisi gibi elimi çenemde gezdirirken.

      “Telefonunu bir kullanabilir miyim?” dedim. “Şehir içi.”

      “Elbette beyim,” dedi. “Ne demek, istersen ara Başkan Obama’yı.”

      Eliyle dışarıya bakan pencerenin dibindeki telefonu gösterdi. İki adımda yanına gidip kaldırdım. Begüm Kalyon’un cep telefonunu tuşladım. Berber gözünün ucuyla tuşlara kaç kez bastığımı takip ettiği için cep telefonu aradığımı anladı. Gözleri hafifçe kısıldı. Üzerinde durmadım.

      Telefon çaldı. Çaldı. Sonra birkaç kez daha çaldı. Açılmadı.

      Eh, açılmasını beklemiyordum ama yine de aramam gerekiyordu. Sonra berbere göstere göstere telefonun çatalına bastım. Ev numarasını tuşladım. Açılmasını beklemiyordum ama yine de tuşladım. Sonuç aynıydı.

      Ahizeyi yerine koydum.

      Cüzdanımdan cep СКАЧАТЬ