Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126459
isbn:
“Bilmem,” dedi.
“Biliyorsun galiba,” dedim.
“Aslında zararsız biri,” dedi. “Yöneticilikle doktorluğu karıştırıyor hep bence.”
Biraz daha zorlamaya karar verdim.
“Begüm’ü aramaya, bak kalktı geldi seninle,” dedim.
“Benimle gelmesinin birinci nedeni Begüm’ü merak etmesi mi sanıyorsunuz?” dedi Ayla Duman.
Geliyor dedim içimden.
“Nasıl yani?” dedim arkasından gelecekleri az çok tahmin ederek.
Ayla Duman ilkokul öğretmeni kılıklı taksi sürücünün ensesine baktı. Adamın verdiği kâğıt mendilleri ve su önerisini hatırlayınca duymasında sakınca olmadığına karar verdi belki.
“Günahını almayayım ama,” dedi sesini biraz alçaltarak. “Begüm’ün başına ne geldiğini merak etmekten çok benimle zaman geçirmek için geldi sanıyorum.”
“Evli değil mi?”
“Evli ama bazı erkekleri durdurmaz bu,” dedi Ayla Duman.
Haklı dedim kendi kendime.
“Ne zamandan beri, durum böyle?”
“Epeydir. Daha doğrusu, erkek arkadaşımdan ayrıldığımdan beri esas olarak. Bakmalar, peşimde dolaşmalar, küçük kayırmalar…”
“Açık açık belirtmedi ama,” dedim.
“Ona bunu yapacak cesareti verdiğimi mi sanıyorsunuz?” dedi Ayla Duman cevap yerine.
“Anladım,” dedim. Ayrıldığı erkek arkadaşının kim olduğunu sorsam mı dedim içimden, sonra vazgeçtim. Soracak başka bir şeyler aradım. Bulamadım. Beklediğimden uzun sürdü galiba düşünmem. Sağdaki ikinci el otomobil satış alanında yeni sahiplerini bekleyen araçlar, akşam saatlerinde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü gişelerinde bekleşiyor gibiydi. Taksinin sürücüsü başını hafifçe bize doğru çevirerek yardımıma koştu.
“Sayın abim,” dedi. “Hani kızmazsan bir şey söyleyeceğim. Polis sandım seni, değilim dedin. Okey! Cinayet falan durumları. Polise bildirmen gerekmiyor mu? O dallara basmadın hiç. Aklım karıştı biraz.”
Haklıydı. Ayla Duman yüzüme baktı. Cevabımı gerçekten merak ediyor gibiydi. Başka zaman olsa bu soru için taksiciye kızardım. Kızmadım. Nedenlerim vardı.
“Bak onda haklısın,” dedim. Taksici beni daha iyi dinlemek için hızını bir kıl azalttı. Devamının geleceğini biliyordu sanki. Ayla Duman’ın gözleri hâlâ yüzümdeydi.
“Polis değilim, o doğru,” dedim. “Ortalıkta özel dedektif diye dolaşanlardan biriyim ben üzerine afiyet. Polise yardım edeyim, katiller matiller yakalayayım diye bir derdim yok. Polisler maşallah kendi başlarının çaresine bakar. Yarın, olmadı öbür gün okursun.”
“Suça şahit olup bildirmemek de suç değil mi canım abim?” dedi taksici.
“Olabilir,” dedim.
“Eee, o zaman?”
“Benim orada bulunduğumu bilmezlerse sorun olmaz,” dedim. “Sen bizi indirir indirmez ıslık çalmazsan tabii.”
“Estağfurullah!” dedi. “O nasıl söz!”
“O zaman mesele yok sayılır,” dedim. “Polisin yolu ayrı, benim yolum ayrı. Onlar katili bulsun, ben katil olmayanları.”
“Kıyaksın canım abim,” dedi taksici.
Ayla Duman yüzünde hafif, çok hafif bir gülümseme, başını çevirdi. Piyalepaşa Bulvarı’nın sonuna gelmiştik. Benzin istasyonunun yanından devam ettik. Yol tıkalıydı. Ağır ağırdan daha ağır bir hızla ilerlemeye çalıştık. Kimse konuşmadı. Dışarıdan bakılınca İstanbul olup olmadığı belli olmayan bir mahallede ilerliyorduk. Sağda solda küçük esnaf dükkânları ve onları doyuracak başka esnaf dükkânları vardı. Kasımpaşa sınırlarına girdiğinizi caddeye boydan boya asılmış lacivert ağırlıklı flamalardan anlıyordunuz.
Önce bir ekmek fırını gördüm. Odun ekmeği ürettiklerini müjdeliyordu tabelası. Vitrininde sıra sıra dizilmiş ekmeklerin yanında başka iştah açacak unlu yiyecekler vardı. Yanında kıraathane yoktu ama.
Biraz daha ilerledik. Ayla Duman ve taksici nereyi aradığımızı biliyor gibi dikkatle bakıyorlardı biri sağa, biri sola. Sesimi çıkarmadığım için devam etti taksici. Devam edebildiğince. Trafik ne duruyor ne yürüyordu. İstanbul işte.
İkinci ekmek fırınını biraz sonra gördüm. Yavaşla dememe gerek yoktu. Önünde müşteri kuyruğu, yanında kahve yoktu bunun da.
Yol biraz açılır gibi oldu. Mecburen hızlandık. Otomobiller kamyonetler birbirlerine daha çok korna çalar oldu. Devam ettik.
Şimdi iki yana daha dikkatli bakıyordum. Aradığım kahveyi görmedim. İlerledik. Caddenin sonunda İstanbul’da olduğumuzu hissettiren meydana gelmiştik artık. Sağda gürgene benzettiğim gövdesinin alt yarısı kireçlenmiş ağaçların arkasında bir kahve vardı ama aradığım olduğundan şüpheliydim. Küçük verandasına atılmış masalarda daha çok emekli kılıklı adamlar oturuyordu.
“Eee, şimdi ne olacak?” dedi adamım taksici.
“Sağa yanaş,” dedim.
İstanbul’da aradığın yeri bulamayınca birisine sormak da cesaret ister. Terslemezler ama gönülsüz cevap verirler. Kahveden içeri girdim. Elindeki çayları görmezden gelip yolunu kestiğim yelekli kahveci, ne işin var orada der gibi baktı Şarkışla Kıraathanesi’ni sorduğumda.
Tetik Osman ve avenesini arıyorum demedim elbette.
Geldiğimiz yolun üzerinde sapmamız gereken sokağı tarif etti. Döndükten sonra yüz metre kadar ilerideydi. Eyvallahı çakıp çıktım.
Taksiye atladım. Söylediğim üzere soldan Şişhane/ Karaköy/Aksaray tabelasının işaret ettiği yöne döndük. “Askeri Bölge Girilmez Fotoğraf Çekilmez Verbotten” levhasının koruduğu bahçeyi sağımıza alarak ilerledik. Trafik ışıklarında yeşil denk geldi, geçtik. İlerideki cep geri dönmemize olanak sağlıyordu. Döndük.
Dolapdere yönüne doğru geri gidiyorduk şimdi. Aldığım tarif netti, kaçırmam imkânsızdı. Kaçırmadım da.
“Buradan sağa,” dedim yelekli kahvecinin tarifine uyarak. Dar, park etmiş araçlar yüzünden daha da daralan sokağın içinde ilerledik. Uzaktan gördüm fırını da kahveyi de.
“İlerle, park edecek bir yer bul,” dedim öğretmen kılıklı taksicimize.
Yanından geçerken kahveye dikkatle baktım. Kapısının üstünde iki otomobil plakası büyüklüğünde bir tenekeye elyazısıyla yazılmış СКАЧАТЬ