O geceden sonra uzun müddet devam eden bu gizli ve tatlı sevda nihayetinde acı bir akıbet hazırladı. Korkunç ve siyah bir gecede Necla yavaşça kapıdan geçerek kendisini bahçede bekleyen Kâmi’ye koştu. Kendisine açılan kolların arasına atılarak başını onun göğsüne dayadı. Boğuk ve mustarip bir sesle “Kâmi,” dedi, “ben gebeyim!”
Genç adam dizlerinin üzerine çökecek gibi sallandı. Kendini güç toplayarak “Eyvah, Necla! Bu ikimiz için de bir felaket,” diye söylendi.
Necla, ümitlerinin aksi olan bu cevap karşısında harap olmuştu. O, Kâmi’den bunu değil, hemen evlenmelerini teklif etmesini ve bu haberden çok mesut görünmesini bekliyordu. Her aldanan zavallı gibi birdenbire başına inen bir yıldırım darbesiyle yandığını duydu. Acı bir şaşkınlık içinde etrafına bakındı. Her yer simsiyah ve korkunçtu. İmdat ve merhamet dileyen gözleri Kâmi’nin gözlerini aradı. O, başını önüne eğmiş, gözlerini gözlerinden saklamıştı.
Genç kız ümitsiz ve acı bir sesle “Ben şimdi ne yapayım Kâmi? Söyle! Konaktakilerin yüzüne nasıl bakayım? Bana bir çare bul!” diye yalvardı.
Kâmi yavaş yavaş başını kaldırdı. Sesi donuk ve ağırdı. “O kadar şaşkın bir haldeyim ki sana hiçbir şey söyleyemem. Hadi sen şimdi içeri gir. Ne yapacağımızı düşünmek için yalnız kalmaya muhtacım,” dedi.
Necla’nın ümit ve ufak bir teselli beklediği şu anda Kâmi’nin sözleri zehirli bir ok gibi kalbine saplanmıştı. Hayatını yakıp kavuran müthiş bir fırtına içindeydi. Hiçbir şey söylemeden döndü. Ağır ağır içeriye yürüdü.
Bir hafta sonra Necla konaktan kaçarak Kâmi’nin Bursa’daki sütninesi Sıdıka’nın evine gitti. Çocuk doğuncaya kadar kimseye görünmeden orada kalacak, ara sıra Kâmi de gelecek, ileride bir çare bulunup evlenmelerine karar verilecek, her şey unutulup gidecekti.
Kâmi, Necla’yı maneviyatına çok tesir eden bu sözlerle ikna etmiş ve onu sütninesinin evine hapsetmeye muvaffak olmuştu.
Sıdıka, Kâmi’yi çok severdi. Onu emzirmiş, büyütmüş ve nihayet biriktirdiği biraz parayla ufak bir ev alarak Bursa’nın bir köşesine çekilmişti. Senede bir defa İstanbul’a gider, beş on gün Kâmi’de kalır, yine Bursa’ya döner ve bu dönüş onun için çok faydalı olurdu.
İstanbul’dan ayrılarak Sıdıka’nın küçük ve izbe evinde yaşamak Necla’ya ilk günler pek ağır gelmişti. Ondan uzak, her şeyden uzak, etrafın sükûn ve melali31 içinde kalbinde derin bir öksüzlük ve gurbet acısı, ruhunda nihayetsiz bir hasret ateşi yanarken, büyük bir sabır ve tevekkülle günleri, saatleri saymakla vaktini geçirmeye çalışıyor, işlediği hatanın cezasının pek ağır olduğunu görmekle beraber bir yandan da saadet günlerinin tatlı hülyalarıyla avunuyordu.
Necla’nın vaziyetini bilen ve teessürlerini gören Sıdıka’nın, teselli için ara sıra söylediği sözler tahammül edilmez ikinci bir azap oluyordu. Kâmi’den ara sıra gelen mektuplar onun bunalan ruhuna yeni bir hava veriyordu.
Altı ay içinde Kâmi Bursa’ya iki defa gelmiş, bir iki gece kalarak tekrar dönmüştü. Kâmi’nin ona tekrar yakında geleceğini vaat ederek İstanbul’a döndüğü gün, Necla onun arkasından uzun uzun bakmış, kalbinde henüz yeri belli olmayan yeni bir yaranın sızladığını duyarak daha ne tükenmez intizar32 ve ıstırap günleri geçireceğini düşünmüştü. Nihayetsiz bir boşluğun ortasında yalnız ve kimsesiz kalmak korkusuyla hıçkıra hıçkıra ağladı. Küçük odanın penceresi önünde, Kâmi’yi götüren trenin ovalara yayılan dumanlarını seyre daldı.
Artık doğum yaklaşıyordu. Zavallı küçük kadın, hasta ve mustarip bir halde her gün Kâmi’yi bekliyor, hiçbir tarafa çıkmayarak bütün günlerini bu küçük odanın penceresi önünde geçiriyordu. Gözleri yeşil ovaların üzerinde uzanarak Mudanya tarafına doğru dalıp giderken, o taraftan gelen bulutlara, rüzgârlara hep onu sormak için titriyor, hayatının her dakikası bin bir endişe ve düşünceyle geçiyordu.
Hülya ve ıstırapla geçen dakikaların verdiği yorgunlukla her gün biraz daha soluyor, her gün biraz daha harap oluyordu.
Kâmi’den gelen mektupların arası uzamaya başlamıştı. Gelenler de soğuk cümleler, zoraki yazılmış satırlarla doluydu. Necla gün geçtikçe hatasının cezasını pek acı olarak çektiğini anlıyor, gözlerinin önünde annesinin ve kardeşinin hayali dolaşıyor, İstanbul’a dönme yollarını düşünmeye başlıyordu.
Nihayet bir gün postacı ona her vakit olduğu gibi pencereden bir zarf uzattı. Necla heyecanla fırladı ve mektubu titreyen elleriyle güçlükle açtı; gözleri satırlar üzerinde dolaşır dolaşmaz sedirin üstüne yığıldı.
Necla’yı bu halde gören Sıdıka şaşırdı ve hemen “Necla, kızım, ne oldun?” diye sordu. Necla cevap veremedi. Sıdıka’nın dediklerini işitiyordu, fakat gözlerinin önüne bir perde gelmiş gibi etrafı göremiyor, beyni müthiş uğulduyordu.
Necla kendini toplayıp da bir türlü Sıdıka’nın telaş ve korkuyla ettiği ısrarlara cevap veremiyordu. Zavallı cahil kadın, onun şakaklarını ve bileklerini durmadan kolonya ile ovuyor ve sebebinin ne olduğunu anlamadığı bu halden onu kurtarmaya çalışıyordu. Necla’nın bu ilk buhranını bir baygınlık takip etti. Epeyce zaman geçmişti. Nihayet söylenenleri yeniden duymaya ve gözlerinin önünden bir perde kalkmaya başladı. Sıdıka gözlerini açan Necla’ya “Kızım, ne oldun? Nen var? Yoksa ıstırapların mı başladı?” gibi tertipsiz, dağınık birtakım şeyler sorup duruyordu.
Necla acı ve hafif bir gülüşle mektubu gösterdi. Sıdıka “İyi ya. Kâmi’den gelmiş işte. Ne yazıyor? Biraz bana da anlatsana,” dedi.
Necla’nın gözlerinde tuhaf bir parıltı peyda oluverdi. Aldanan her insanın duyduğu şaşkınlık ve acıdan henüz kurtulamamış bir halde gözlerini sütninenin yüzüne dikmişti.
Sütnine yine ısrar ediyor, Necla’nın derdini anlamaya çalışıyordu.
“Kızım, bir şey söylemiyorsun! Ben nasıl anlayayım? Söylesene. Kâmi geliyor mu?”
Necla başını sallayabildi ve boğulur gibi bir sesle “Artık o hiç gelmeyecek!” diyebildi.
Sıdıka yerdeki mektubu tekrar Necla’ya uzatarak “Oku be yavrum şunu! Ben de anlayayım ne olmuş,” dedi.
Necla’nın bakışları hâlâ donuk ve manasızdı.
Akşam olmuş, yeşil tepelerin üzerinden inen esmer bir bulut tabakası şehre ve ovaya gümüş rengi bir deniz manzarası vermişti. Necla hâlâ sedirin üstünde, elleri koynunda ve gözleri bir noktaya dalmış duruyor ve kati bir karar vermek isteyenlerin halini gösteriyordu. Odanın bir köşesinde yanan petrol lambası etrafa kızıl ve gamlı bir loşluk veriyordu.
Sütnine odada dolaşıyor, ara sıra acıyan bir gözle ona bakıyor ve bazı teselli verici sözler söylemekle beraber, Necla’yı bu kadar harap eden mektuptaki yazının ne olduğunu anlamak istiyordu.
Kâmi, СКАЧАТЬ
31
Can sıkıntısı, usanç.
32
Bekleyiş.