“Benim geldiğimi halama söylersin, değil mi? Bugünlerde çok meşgul olduğumu da ilave et. Ben artık gideyim çocuğum.”
Necla başını önüne eğdi. Onu görmediği günlerin kalbinde yanan hasretini ezmek istiyordu. Kendisiyle bir an yalnız oturmaya tahammül edemeyen bir adama bir şey söylemek istiyordu.
Kâmi bu defa daha ziyade yanına sokuldu.
“Neclâ, neden benimle konuşmuyorsun bakayım?” dedi.
“Emirlerinizi dinliyorum.”
“Oooo! Bugün çok ciddisin küçük kadın.”
“Her zaman öyle değil miyim?”
“Aferin kızım. Genç kızların her zaman ciddi ve metin olmaları lazımdır,” dedi.
Necla hiç cevap vermeden bir heykel gibi ayakta duruyordu.
Kâmi onun sessiz ve hareketsiz duruşunda gizli bir vakar sezmişti. Büyük bir kadının huzurunda duyulan heyecan ve hürmet hissiyle elini uzatarak “Allahaısmarladık!” dedi.
Necla hafifçe başını eğerek onu selamladı. Kâmi’nin hızlı hızlı merdivenlerden inen ayak seslerini dinledi. Sonra kendisini bir koltuğa atarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Ondan ne bekliyor ve istiyordu? Bunu kendisi de bilmiyordu. Hem ne ümit edebilirdi? Annesi tarafından getirilerek evlatlık diye bırakıldığı bu evdeki sıfatı neydi? Kalbinin karanlık emelleri içinde ve damarlarına yayılan bir hüzün ve mahrumiyetle başını iki elinin arasına aldı. Ağladı.
Kâmi, Necla’dan ayrıldıktan sonra garip bir hissin tesiri altında bir an kapının önünde durdu ve nereye gideceğini düşündü. Arkadaşlarına verilmiş randevusu vardı. Gönlü istemedi. Bu gece boş laflarla geçecek vakit ona pek ağır geldi. Uzun zamandan beri eline kalemi almamış ve evde yazıları birikmişti. Ruhunda yazmak için kuvvetli bir ihtiyaç duyuyordu.
Başının içindeki hayallerde yeni bir canlılık vardı. Siyah gözlü güzel bir kız sıcak bakışlarıyla, nazlı ve kıvrak gülüşleriyle gözleri önünde dolaşıyordu.
Yavaş yavaş evine yürümeye başladı. Odasına çıkıp kapıyı kapadı. Masanın başına geçti; kâğıtları ve defterleri o kadar karışmış, öyle perişan olmuştu ki bu hale kendisi de hayret etti.
Aylardan beri masasının başına oturmadığını, dalgasız ve fırtınasız bir liman gibi sakin bir hayat geçirdiğini düşündü. Başını koltuğun arkasına dayadı, gözlerini kapadı, hayalinde Necla’nın bugünkü ince ve kederli yüzü vardı. Salonun ortasındaki masaya dayanmış sakin ve melül halinde öyle bir incelik, öyle bir şiir edası vardı ki şimdiye kadar onu böyle hiç görmemişti. Artık bu kızın kendisini sevdiğine bugün tereddütsüz hükmediyordu. Buna karşı kendisi nasıl hareket edebilirdi? Bugün bile onunla yalnız kalmaktan ürktüğü için yanından kaçmamış mıydı?
Halasını düşünüyordu. Ufak bir şüphe fena bir netice verebilirdi. Sevilmek… Bu reddedilemezdi. Necla gibi bir kızın sevgisini reddetmek için kalbinin ölü olması lazımdı. Bunu çoktan anladığı halde bugünkü kadar alaka gösterdiğini hatırlamıyordu. Hayatını saran kadınlar arasında Necla’yı küçük ve manasız bir kız olarak görmüştü.
Fakat bugün onunla baş başa kalmak fırsatını kaçırdığına pek yanıyordu. İçinde sıkıntıyla karışık derin bir arzu vardı. Bu kızı dinlemek, onun ince ve hassas ruhuna nüfuz etmek istiyordu.
O, ilk defa bir genç kız tarafından sevilmişti. Gördüğü kadınlar hep birer kukla gibi süslü ve boyalıydı. Bu yeni tablo Kâmi’nin pek hoşuna gitmeye başlamıştı. Hayatında bir yenilik, hislerinde bir değişiklik vardı.
Sandalyesini masanın yanına çekti, defterini açtı; yarım kalmış bir eser…
Kendi kendine güldü “Tastamam altı ay olmuş ki elime almamışım,” diye söylendi.
Masanın başından kalktığı zaman gece olmuştu. Sofrada annesiyle biraz konuştu. Halası ile annesi senelerden beri dargın oldukları için birbirlerine gidip gelmezlerdi. Bunun için Kâmi halasına gittiğini annesine söylemezdi.
Bu gece Kâmi çok dalgındı. Ruhundaki sıkıntı, garip ve müphem29 bir arzu asabını germişti. Halasının eve gelmiş olması ihtimalini düşündü. Tekrar oraya gitmek için kendisini zorlayan bir kuvvetin tesiriyle kapıdan çıktı. Sevilmek zevkinin sarhoşluğu içinde genç bir mektepli gibi hızlı hızlı yürüdü.
Ona kapıyı açan Necla oldu. Genç kız şaşırmış gibi bir an onun yüzüne baktı. Kâmi heyecanlı bir sesle, “Halam geldi mi?” diye sordu.
“Hayır.”
“Sen neden ağladın bu kadar, gözlerin şişmiş,” dedi.
“Korktum, çok korktum!”
“Neden?”
“Dadı kalfa birdenbire hastalandı. Ne yapacağımı şaşırdım. Uykusunda öyle tuhaf seslerle bağırıyordu ki… Ölüyor zannettim. Hanımefendiye telefon etmeyi düşündüm. Fakat meraklandırmak istemedim.”
“Vah yavrum! İyi ki gelmişim. Korkma, ben buradayım. İcap ederse bir doktor getiririz.”
Kâmi aşağı salonlardan birine girdi. Necla elektriği yakmıştı. Kuvvetli bir ziya30 ile aydınlanan büyük salonun ortasında ikisi de ayakta durdu.
Kâmi titrek ve tatlı bir sesle “Bu gece buraya gelmek için içimde öyle bir istek vardı ki… İnsanların bazen çok kuvvetli hisleri oluyor. Geldiğim ne isabetli olmuş,” dedi.
Necla rüyalı bir âlem içinde olduğuna inandığı şu dakika uyanmaktan korkan bir hisle ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdiye kadar Kâmi’den bu kadar samimi, bu kadar candan bir söz işitmemişti. Bu gece bakışlarında bir sıcaklık ve yakınlık vardı.
Kâmi konuşmaya devam ediyordu.
“Senden ayrıldıktan sonra eve gittim. Çoktan beri yazılarımdan uzaklaşmıştım. Yazmak için birdenbire öyle tatlı, öyle zevkli bir ihtiyaç duydum ki hemen kalemi elime aldım. Zannederim ki bu yazdığım satırlar, eserimin en canlı yerleri olmuştur.”
“Siz her zaman canlı ve ruhlusunuz!”
“Bu defakini sana borçluyum Necla.”
“Bana mı?”
“Evet!”
Genç kız titriyordu. “Nedenini sorabilir miyim?” dedi.
“Elbet.”
“O halde?”
“Bu akşamki ilhamı bana veren sensin de ondan.”
Necla gözlerini ona çevirdi. Rengi heyecandan solmuştu. СКАЧАТЬ
29
Belirsiz.
30
Işık.