Название: Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar
Автор: Mükerrem Kâmil Su
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-81-5
isbn:
“Biliyor musun, bir tek yıl istiyorum hayattan. Bir tek saadet yılı! Onu da elde edemeden ölürsem ruhum istirahatini bulmayacak. Gözlerim arkada kalarak dünyadan göçeceğim. Bütün günleri, uzun geceleri, mevsimleri ve rüyalar ile belki kocaman bir yıl istemek… Onu saadetle geçirmeyi istemek haksızlık. Fakat ne yapayım ki hayatımın sonuna kadar ızdırap çekmek istemiyorum. Bir ümide bağlanarak yaşamak, ne pahasına olursa olsun, mutlak, mutlak surette mesut olmak istiyorum Afet!” O, bir gün böyle konuşmuştu.
Belki o zaman muhalif davranmasaydı Nahide, Sermet’le evlenmeyi kabul edecekti. Bu, bir rüya gibi sonsuz ve pek kısa ömürlü bir birleşme olsa bile… Hem ne belli, belki de bütün tahminler hilafına pekâlâ anlaşacaklar, mesut olacaklardı.
İçinde çocukça istekler kıpırdıyordu. Sermet’i evine çağırtmak, onu da Nahide’nin arkasından yola çıkarmak istiyordu. Gidiniz arkasından, diyecekti. Ve düşünüyordu ki, genç adamı yepyeni kuvvetlerle tahrik etmek için bu işaret kâfi gelecekti. Onun Nahide’ye ne derin bir sevgi ile bağlı olduğuna tamamıyla inanıyordu. Bu evlenmeyi bu dakikaya kadar katiyen istemeyen kalbinde şimdi binbir nedamet uyanıyor; vakit geçirmeden, hatta hemen bu gece bir şeyler yapmak istiyordu.
Fakat tekrar Nahide’yi düşünmek, onun son günlerde hayata kapalı kalan kalbini, hislerini tahlil etmek, yine her ümidini yere vurmaya yetti. Genç kadın, hayata karşı o kadar itimatsız ve küskün görünüyordu ki, bu kadar genç bir çocuğun onun derin fırtınalarla örselenmiş kalbini layıkıyla anlayacağından şüphe ediyordu.
Bahri Doğru, karısını teselli etmek için tatlı bir vaatte bulundu:
“İstediğin gün İstanbul’a bir kaçamak yapar, Nahide’yi görürüz.” dedi.
Bu ümit, Afet’in ruhunda bir ılık rüzgâr gibi dalgalandı. Gözyaşlarıyla top top olan uzun kumral kirpikleri aralandı. Gözlerinde, içinde sabahın ilk ışıkları uyanmaya başlayan engin denizlerin rengi harelendi.
Elini kocasına uzatarak “Onu yalnızlıktan kurtarmak için elimizden geleni yapalım Bahri.” diye yalvardı. “Hayatta o kadar yalnız, o kadar kimsesiz ki!..”
Nahide’nin gidişi o gece kısmen, ertesi gün de bütün memleket tarafından duyuldu. Herkes ileri geri birçok şey söyledi. Fakat biri, hayatını yalnız onun başına bağlayan genç kimyager, yıldırımla vurulmuşa döndü. Mahir’i bulduğu zaman ayakta durmaya takati kalmayan bir hasta hâlindeydi. Sırtından doğru fena bir üşüme geliyor, dişleri birbirine çarpıyordu. Mahir, onu evine götürüp zorla yatağına yatırdı. Artık “Çocuksun, eski zaman âşıklarından betersin. Rüyada meçhul bir dervişin gösterdiği resme tutularak verem döşeğine düşen şehzadeler cinsindensin!” diye alay ediyordu. Arkadaşının, kaçan fakat hislerine de lakayt olmadığını da ima eden muammalı kadına müthiş bir şekilde bağlandığını görüyordu. Yaramazlık yapan çocuğunu tatlı tatlı azarlayan bir anne gibi “Kim bilir yine ne tedbirsizlikler yaptın!” diye çıkışıyordu. “Gece hava rutubetli idi. Belki de geç vakitlere kadar kırlarda dolaştın. Artık sana beyhude nasihatler edecek değilim. Çünkü ne söylesem aksini yaptın. Unutmak için hayata dalmak lazımdır, dedikçe hayattan kaçtın. İnzivadan nefret ederim. Bilir misin ki, yalnızlık en azılı hastalıklardan, en müthiş mikroplardan daha berbat bir şeydir. Çünkü insan elinde olmadan kendini düşünür, hislerini didikler, arzularını karıştırır, derin ve ham hayallere gömülür. Sonunda da manen yıkılır. Sen inadına hep onu düşünmek, onsuz kalmak ihtimaliyle ne hâle gireceğini hesaplamakla vakit geçirdin ve şimdi maddeten olmasa bile ruhen hastasın.”
Genç adam bezgin bir sesle “Hastayım!” diye tekrarladı.
“Amma iyi olacaksın.”
“Zannetmiyorum. Belki şaşacaksın. Fakat bende bir şey eksildi. Öyle bir şey ki, beni ayakta tutan kuvvet yavaş yavaş tükeniyor sanıyorum. Zanneder misin ki onu unutmayı istemedim. Fakat ona yaklaştıktan ve bilhassa biraz da ondan müsamaha gördükten sonra vazgeçmek mümkün değil.”
“Nasıl ki ölülerin arkasından hiçbir şey yapılamazsa bence kaçan kadının arkasından da bir şey yapmamalı. İki şey düşünerek:
Zaafı olduğu için kaçıyorsa ne bahane olursa olsun dönecektir. Beklemeli. İstemediği, belki de nefret ettiği için uzaklaşmışsa ümidi kesmeli. Çünkü zorla güzellik olmaz.”
Sermet yatağında doğruldu.
“Birinci ihtimali kafandan çıkar yavrum!” dedi. “Sevse bile dönmeyecektir. Onda o gurur, o marazi hassasiyet varken…”
“Seni sevdiğine ihtimal veriyor musun?”
“Bazen, hatta buna inanacağım geliyor. Çünkü aksi takdirde beni hiç dinlemeyecek, hakaretle olmasa bile, bir bakışla, gayet sade bir hareketle uzaklaştıracaktı.”
“Demek ki daima aranızda bir ümit kapısı aralık bulunuyordu.”
“Fakat şimdi o kapı tamamıyla kapandı, gitti. Ansızdan çıktı, gitti.”
“Peki sana sorması, haber vermesi mi lazımdı? Bunu ne sıfatla ondan isteyebilirdin?”
“Evet amma ne bileyim, insan, hislerinin çıkarına hareket etmek istiyor.”
“Nahide senden nefret etmiyor tabii.”
“Zannederim.”
“Seviyor mu?”
“Zannedemiyorum.”
“Şu hâlde?!”
“Fakat onsuz da yaşayamayacağımı anlıyorum!”
“Basit mahalle çocukları gibi bu yaşta ölümü tahayyül ettiğini ve hatta canına kıymayı tasarladığını aklıma bile getirmek istemem.”
“Sana bir gün onu sorduğum zaman ‘Kan, ateş, ölüm ve ızdırap arkasından gelir.’ demiştin amma…”
“Sen bana bakma. O dakikada onun pek mühlik bir kadın olduğunu bildiğim ve hakkında bazı şeyler duyduğum için söylemiş olabilirim.”
“Şimdi mühlik değil mi?”
“Zannederim.”
“Niçin?”
“Seven kadın bütün silahlarını terk etmiş demektir.”
Sermet’in rengi değişti. Gözleri doldu. Heyecanla “Demek o da seviyor!” СКАЧАТЬ