Название: Bir Delikanlının Hikâyesi
Автор: Гюстав Флобер
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-41-9
isbn:
Tacir, metresi olmayışından ötürü Frédéric’i ayıpladı.
“Bu akşam, tam fırsattı! Kollarına birer kadın takıp giden ötekilerin yaptığını niye siz de yapmadınız?”
Bu ısrara canı sıkılan Frédéric “Peki ya siz?” dedi.
“Aa! Yavrum, siz bana ne bakıyorsunuz! Ben karımın yanına dönüyorum.”
Bir araba çağırdı, binip çekti gitti.
İki dost yaya yürüdüler. Doğudan rüzgâr esiyordu. Hiç konuşmuyorlardı. Deslauriers bir gazete müdürünün karşısında kendini göstermediğine yanıyordu, Frédéric ise kendi tasaları içine gömülmüştü. Nihayet meyhane balosunun pek abuk sabuk bir şey olduğunu söyledi.
“Kabahat kimde? Arnoux’nun peşine takılmak için bizi satmasaydın!”
“Aman canım! Ne yapsam hiçbir faydası olmayacaktı!”
Ama kâtibin kendine göre fikirleri vardı. İnsan çok istediği bir şeyi mutlaka elde eder.
“Oysa daha demincek, kendin…”
Deslauriers bir imayı önlemek için “Ben onlarla eğleniyordum!” dedi. “Kadınlarla başımı derde mi sokayım?”
Sonra, kadınların ah cicim vah cicimlerine, budalalıklarına attı tuttu. Kadınlardan hoşlanmıyordu vesselam.
“Öyle pozlar takınma bakalım!” dedi Frédéric.
Deslauriers de sustu. Sonra birden “Geçen ilk kadını kafese koyacağım, yüz frangına bahse girer misin?” dedi.
“Evet, girerim.”
İlk geçen iğrenç bir dilenci kadındı; kaderlerine küstükleri bir sırada, Rivoli Caddesi’nin ortasında elinde küçük bir kartonla giden iri yarı bir kız gördüler.
Deslauriers kemerlerin altında kıza yanaştı. Kız birden Tuileries tarafına saptı, az sonra da Carrousel Meydanı’nın yolunu tuttu; sağa, sola bakıyordu. Bir arabanın arkasından koştu. Deslauriers yetişti. Manalı hareketler yaparak onun yanında gidiyordu. Nihayet kız koluna girmeye razı oldu, rıhtım boyuna vurdular. Sonra, Chatelet’nin üst başında, piyasa eden iki gemici gibi, yaya kaldırımında en az yirmi dakika gezindiler. Ama birden, Change Köprüsü’nü, Çiçek Pazarı’nı, Napolyon Rıhtımı’nı geçtiler. Frédéric onların ardından eve girdi. Deslauriers kendilerini rahatsız ettiğini, onun yaptığını yapmasını hareketleriyle anlattı.
“Senin daha ne kadar paran var?”
“İki lira!”
“Yeter! Haydi, Allah’a ısmarladık.”
Frédéric bir oyunun başarı kazandığını görmekten duyulan bir şaşkınlık içine düştü. Benimle alay ediyor! diye düşündü. Eve dönsem mi? Deslauriers belki de aşkına haset ettiğini sanacaktı. Sanki benim eşine çok az rastlanan, yüz kere daha soylu, daha kuvvetli bir aşkım yokmuş gibi! Öfke gibi bir şey kendisini itiyordu. Madam Arnoux’nun kapısı önüne geldi.
Pencerelerden hiçbiri onun odalarının pencereleri değildi. Yine de öyleyken, gözlerini eve dikti; sanki seyretmekle duvarları yarabileceğini sanıyormuş gibi. Herhâlde şimdi, güzel kara saçları yastığın dantelaları arasında, dudakları aralık, başı kolunun üstünde, yumuşak bir çiçek gibi sakin, dinleniyordu.
Arnoux’nun başı göründü. Bu hayalden kaçmak için uzaklaştı.
Deslauriers’nin verdiği öğüt aklına geldi; dehşet duydu. O zaman, başıboş, sokaklarda dolaştı.
Karşıdan biri gelse yüzünü seçmeye çalışıyordu. Ara sıra, bacaklarının arasından bir ışık geçip kaldırımlarda geniş bir çeyrek daire çiziyordu; sonra karanlığın içinde, elinde feneri, sırtında küfesi ile bir insan beliriyordu. Bazı yerlerde, rüzgâr bir bacanın borusunu sallıyordu. Uzaklardan gelen sesler kafasının içindeki uğultuya karışıyor ve havalarda belli belirsiz dans havalarının nakaratını duyuyorum sanıyordu. Yürüyüşü bu sarhoşluğu sürdürüyordu; kendini Concorde Köprüsü’nün üstünde buldu.
O zaman, geçen kışın o akşamını hatırladı. Onun evinden ilk çıkışında, umut dolu kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki durmak zorunda kalmıştı. Şimdi bütün umutları sönmüştü!
Ayın yüzünden kara bulutlar geçip gidiyordu. Mesafelerin büyüklüğünü, hayatın sefaletini, her şeyin boş olduğunu düşünerek ayı seyre daldı. Gün doğdu; dişleri birbirine çarpıyordu; yarı uykuda, sisten ıslanmış, gözleri yaşlı, niçin bu işe bir son vermediğini kendi kendine sordu. Bir adım attı mı tamam! Başının ağırlığı kendisini sürüklüyor, sularda cesedinin dalgalandığını görüyordu. Frédéric eğildi. Köprünün korkuluğu biraz genişti, sırf yorgunluktan korkuluğun üstünden atlamayı gözü kesmedi.
Dehşete kapıldı. Bulvara döndü, tahta bir kanepeye çöktü. Polis memurları onu “sefahat yapmış” sanıp uyandırdılar.
Yürümeye başladı. Karnı çok acıkmıştı. Bütün lokantalar kapalı olduğundan Halles’deki lokantalardan birinde yemek yemeye gitti. Neden sonra daha çok erken olduğunu düşünüp saat sekizi çeyrek geçeye kadar belediye dairesi taraflarında başıboş dolaştı durdu.
Deslauriers şırfıntı kızı savalı çok olmuştu; odanın ortasındaki masada yazı yazıyordu. Saat dörde doğru Bay Cisy içeri girdi.
Dün akşam, Dussardier sayesinde, bir hanımla dostluğu kaynatmıştı. Hatta araba ile onu da kocasını da evinin önüne kadar götürmüştü. Kadından randevu da koparmıştı. Oysa bu adı bilen yoktu!
“Ne yapayım istiyorsun yani?” dedi Frédéric.
O zaman, beyzade saçmalamaya başladı. Matmazel Vatnaz’ın, Endülüslü kadının, öteki kadınların lafını etti. Birçok istiarelerden sonra ziyaretinin sebebini anlattı. Dostunun ağzı sıkılığına güvenerek girişeceği bir teşebbüste kendisine yardım etmesini istemeye gelmişti, bu teşebbüsten sonra ancak kesin olarak kendine erkek gözü ile bakabilecekti. Frédéric buna olmaz demedi. Hikâyeyi Deslauriers’ye anlattı, ama kimle ilgili olduğunu söylemedi.
Kâtip “şimdiki gidişatını pek iyi” buldu. Öğütlerine saygı gösterilmesi neşesini arttırdı.
Askerî teçhizat için sırma nakış işleyen, dünyanın en tatlı insanı, bir kamış gibi narin, iri mavi gözlü, her şeye şaşan Matmazel Clemence Daviou’yu o daha ilk gününde bu neşesi sayesinde büyülemişti. Kâtip, kızın saflığını, nişanları olduğuna inandıracak kadar kötüye kullanmıştı. Söylediğine göre, onunla baş başa olduğu zaman, redingotunu kırmızı şeritle süslüyor, patronunu küçük düşürmemek için herkesin yanında çıkarıyormuş. Zaten kızla arasında bir mesafe bırakıyor, kendini bir paşa gibi okşatıyor, güldürmek için ona “halk kızı” diyormuş. Kız her seferinde kendisine küçük menekşe buketleri getiriyormuş. Frédéric böyle СКАЧАТЬ