Bir Delikanlının Hikâyesi. Гюстав Флобер
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Delikanlının Hikâyesi - Гюстав Флобер страница 19

Название: Bir Delikanlının Hikâyesi

Автор: Гюстав Флобер

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-41-9

isbn:

СКАЧАТЬ kayardı. Saint-Jacques Kulesi, belediye dairesi, Saint-Gervais, Saint-Louis karşıdaki fark edilmeyen çatılar arasından yükselir ve Temmuz Sütunu’nun tepesindeki peri doğuda altından büyük bir yıldız gibi parlarken öbür uçta Tuileries’nin kubbesi ağır mavi kütlesini gökte yuvarlaklaştırırdı. Madam Arnoux’nun evi o tarafta, arkada olacaktı herhâlde.

      Tekrar dönüp odasına girerdi; sonra sedire uzanır, karışık, birbirleriyle bağı olmayan düşüncelere, eser planlarına, davranış tasarılarına, gelecekte yapacağı işlere dalardı. Kendini düşünmekten kurtarmak için sonunda sokağa çıkardı.

      Her zaman gürültülü, bu mevsimde ise öğrenciler ailelerinin yanlarına gittikleri için tenha olan Quartier Latin’de rastgele yürürdü. Kolejlerin sessizlikten uzamış gibi olan duvarlarının daha da kasvetli bir görünüşü vardır. Her türlü bezgin sesler, kümeslerde kanat çırpmalar, bir bacanın homurtusu, bir kundura tamircisinin çekiç sesi işitilirdi; elbise tacirleri sokak ortasında durup boşuna her pencereye soruşturucu bakışlarla bakarlardı. Tenha kahvelerde tezgâhtaki hanım, dolu içki sürahicikleri arasında esnerdi. Gazeteler okuma odalarında deste deste dururdu; ütücülerin atölyesindeki çamaşırlar esen ılık rüzgârla ürperirdi. Ara sıra eski bir kitapçının sergisi önünde durur, yaya kaldırımına sürtünüp geçen bir omnibüse bakardı. Lüksemburg’un önüne geldi mi buradan öteye gitmezdi.

      Bazen, avunmak umudu onu bulvarlara doğru çekerdi. Nemli bir serinlik yükselen daracık karanlık sokaklardan, ışıkları insanın gözlerini kamaştıran, tenha, büyük meydanlara çıkardı. Bu meydanlardaki anıtlar kaldırımın kıyısında kara gölgeli, diş şeklinde nakışlar işlemiştir. Ama yük arabaları, dükkânlar yine başlardı; kalabalık, en çok da pazar günleri, Bastille’den kopup Madelenie’e kadar asfalt üstünde, toz içinde, sürekli bir uğultu içinde dalgalandığı zaman onu serseme döndürürdü. Yüzlerin çirkinliği, söylenen sözlerin manasızlığı, ter içindeki alınlarda parlayan budalaca hoşnutluk içini bulandırırdı! Böyle olmakla beraber, kendisinin bu insanlardan daha değerli olduğu düşüncesi bunlara bakmanın yorgunluğunu hafifletirdi.

      Her Allah’ın günü Art Industriel’e gidiyordu. Madam Arnoux’nun ne zaman döneceğini öğrenmek için annesi üstüne uzun uzun sorular soruyordu. Arnoux ise hep “Daha iyiceymiş.” diye karşılık veriyordu. Karısı, kızı ile birlikte gelecek hafta dönecekmiş. Gelmekte geciktikçe Frédéric meraklanıyordu; bu sevgiden duygulanan Arnoux beş altı defa onu akşam yemeğine lokantaya götürdü.

      Böyle uzun uzun baş başa kalınca Frédéric tablo tacirinin pek ince zekâlı bir adam olmadığını anladı. Arnoux bu soğukluğun farkına varabilirdi, hem sonra onun kendisine gösterdiği nezakete bir karşılıkta bulunmak için bu bir fırsattı.

      Her şeyin en iyisini yapmak istediğinden bütün yeni elbiselerini bir eskiciye seksen frank gibi bir paraya sattı; yanındaki yüz frangı da katıp yemeğe davet etmek için Arnoux’nun mağazasına vardı. Regimbart da oradaydı. Hep birlikte Provence’lı Üç Kardeşler’e gittiler.

      Vatandaş kollarını sıvadı, öteki ikisinin kendisine olan saygısına güvenerek istediği yemekleri yazdı. Ama gidip mutfakta aşçıbaşı ile konuştuğu, her yerini bildiği şarap mahzenine inerek lokanta sahibine “bir güzel çıkışıp” şarap çıkarttığı hâlde ne yemeklerden ne şaraplardan ne de servisten memnun kaldı! Her yemek gelişinde; her yeni şişe açılışında bir lokma alıp bir yudum tattıktan sonra çatalı elinden bırakmış, bardağını ileri doğru itmişti. Sonra, bütün kolunu sofra örtüsünün üstüne dayayıp “Paris’te ağız tadıyla yemek yenemez!” diye bağırmıştı. Ağzına layık bir şey bulamayınca nihayet Regimbart “basbayağı” zeytinyağlı fasulye istedi, çok iyi pişmemişti ama Vatandaş’ı yatıştırdı. Sonra garsonla Provence’lı diğer garsonlar üstünde bir konuşmaya daldı:

      “Antoine ne oldu? Eugene diye birisi vardı. Ya o Theodore, yemekleri hep aşağıdan getiren ufak tefek garson? O zaman ne güler yüzlü insanlar vardı. O Burgonyalıları bir daha nerede görürüz!”

      Sonra sayfiyedeki arsaların değeri üstünde görüşüldü; arsa işi Arnoux’nun kârlı bir spekülasyonuydu. Beklemekle faiz kaybediyordu, çünkü ne para verseler satmak istemiyordu. Regimbart birini bulacaktı. Bu iki bay, ellerinde kalem, yemekten kalkıncaya kadar birtakım hesaplar yapıp durdular.

      Kahve içmek için Saumon Pasajı’nda alt kattaki bir kahveye gittiler. Frédéric bardak bardak üstüne bira içerek, ayakta durup bitmek tükenmek bilmez bilardo partilerini seyretti. Korkaklığından mı, budalalığından mı, neden olduğunu kendisi de bilmeden aşkı için hayırlı bir şey çıkar karanlık umudu içinde gece yarısına kadar kaldı.

      Acaba onu ne zaman görecekti? Frédéric umutsuzluğa düşmüştü. Ama kasım ayının sonlarına doğru, bir akşam Arnoux, “Haberiniz var mı? Karım dün geldi.” dedi.

      Ertesi gün, saat beşte Frédéric evine damlamıştı.

      Ağır hasta olan annesinin iyileşmesine sevindiğini söylemekle, geçmiş olsunla söze başladı.

      “Ne hastası? Kim söyledi?”

      “Arnoux!”

      Madam Arnoux hafif bir “ah” etti; sonra, önce ciddi olarak korktuğunu, şimdi bir şeyi kalmadığını söyledi.

      Ocağın yanındaki kumaş kaplı koltuğa oturmuştu. Frédéric’se kanepedeydi, şapkasını dizleri arasında tutuyordu. Konuşmada güçlük çekiliyordu. Madam Arnoux her dakika Frédéric’i yalnız bırakıyor, o da duygularını anlatmak için bir bağlantı bulamıyordu. Ama güya birtakım davalarla uğraşmaktan yanıp yakılınca Madam Arnoux, hemen düşüncelere dalan başını önüne eğip “Evet, anlıyorum… İşler…” diye karşılık verdi.

      Frédéric bu düşüncelerin neler olduğunu öğrenmeye can atıyordu, hatta bundan başka bir şey düşünmüyordu. Alaca karanlık ikisini de karanlıklara boğmuştu.

      Madam Arnoux kalktı, sokağa çıkacakmış. Başında kadife bir şapka, arkasında siyah, kenarı pöti-gri işlemeli bir pelerinle tekrar göründü. Frédéric kendisine yoldaşlık etmek teklifinde bulunmaya cesaret etti.

      Göz gözü görmüyordu; hava soğuktu; evlerin yüzlerini kaplamış olan kalın bir sis havada pis pis kokuyordu. Frédéric bu havayı büyük bir zevkle içine çekiyordu; çünkü elbisesinin kumaşı altında kolunun şeklini duyuyor, iki düğmeli güderi eldiven içindeki eli yenine değiyordu. Kaldırımlar kaygan olduğundan, yürürken biraz sendeliyorlardı. Frédéric’e bir bulut içinde ikisi birlikte rüzgârda sallanıyorlarmış gibi geliyordu.

      Bulvarın bol ışıklarıyla kendine geldi. Tam fırsattı, kaybedecek vakit yoktu. Richelieu Caddesi’ne kadar ilanıaşk edecek gibi oldu. Ama tam bu sırada, Madam Arnoux bir porselen mağazasının önünde birden durdu.

      “Geldik, teşekkür ederim!” dedi. “Her zamanki gibi perşembeye yine geleceksiniz, değil mi?”

      Ziyafetler başladı, Madam Arnoux’yu sık sık gördükçe de dermansızlığı artıyordu.

      Bu kadını seyretmek, çok ağır bir koku koklamış gibi kendisini yoruyordu. Bu onun kalbinin derinlerine inmiş, âdeta bir genel duyuş tarzı, yeni bir varoluş şekli СКАЧАТЬ