Название: Bir Delikanlının Hikâyesi
Автор: Гюстав Флобер
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-41-9
isbn:
Endülüslü kadın başını önüne eğmişti; dostunun pek lüks olmayan alışkanlıklarını bildiği için kendini soğuk içkilerden etmek istemiyor, korkuyordu. Nihayet para lafını edince Cisy kesesindeki beş Napolyon lirasının hepsini teklif etti, iş kararlaştı. Ama Frédéric bunda yoktu.
Arnoux’nun sesi kulağına çalınır gibi olmuştu. Bir kadın şapkası gözüne ilişmiş, çabucak yandaki ağaç kümesinin içine dalıvermişti.
Matmazel Vatnaz, Arnoux ile beraberdi.
“Affedersiniz! Sizi rahatsız etmiyorum ya?”
“Katiyen!” diye tacir karşılık verdi.
Konuşmalarındaki son sözlerden, Frédéric, tacirin Matmazel Vatnaz’la acele bir iş konuşmak için Alhambra’ya koşup geldiğini anlamıştı. Arnoux’nun herhâlde içi iyice rahatlamamış olacak ki, “Gayet emin misiniz?” diye sormuştu.
“Gayet eminim! Sizi seviyorlar! Aman, ne adam!” demişti kadın.
Matmazel Vatnaz, kıpkırmızı olduğu için kanlı denecek kadar kalın olan dudaklarını büzüp öne doğru uzatmıştı. Ama zekâ, aşk, şehvet taşan, bebeklerinde altın benekler bulunan, vahşi, hayran olunacak gözleri vardı. Bu gözler zayıf, biraz da sarı olan yüzünü birer lamba gibi aydınlatıyordu. Arnoux onun acı sözler söyleyerek reddetmesinden hoşlanıyor gibiydi. Matmazel Vatnaz’a doğru eğilip “Pek naziksiniz, beni öpün!” dedi.
O da kulaklarını tutup alnından öptü.
Bu sırada dans durdu. Orkestra şefinin yerinde çok semiz, yüzü mum gibi beyaz, yakışıklı bir delikanlı göründü. Kara, uzun saçlarına İsa’nın saçlarının biçimini vermişti; sırmadan hurma dallı, gök mavisi kadife bir yelek vardı sırtında; tavus gibi kabaran, hindi gibi budala bir hâli vardı. Dinleyenleri selamlayıp şarkıya başladı. Başkente yaptığı yolculuğu kendi ağzından anlatan bir köylüydü bu. Şarkıcı Aşağı Norman ağzı ile konuşuyor, sarhoş adam taklidi yapıyordu.
“Ah! Bi güldüm, bi güldüm ki / O hergele Paris’inde!” nakaratı gelince herkes coşup tepinmeye başlamıştı. “Şarkıyı manalı söyleyen” Delmas bu coşkunluğun arasını soğutmayacak kadar kurnazdı. Hemen eline bir gitara tutuşturdular. Arnavut Kızının Erkek Kardeşi adlı bir romans yırladı.
Şarkının sözleri Frédéric’e geminin davlumbazları arasındaki üstü başı partal adamın söylediği şarkının sözlerini hatırlattı. Gözleri, kendi de farkında olmadan, önünde yayılmış olan elbisenin eteğine takılmıştı. Şarkının her parçasından sonra uzun bir duruş vardı, dallarda esen rüzgârın sesi de dalgaların gürültüsünü andırıyordu.
Orkestra yerini görmesini engelleyen kurtbağrı ağacının dallarını eliyle yana çeken Matmazel Vatnaz burun delikleri daha açılmış, kirpikleri aralanmış, derin bir haz duyarak kendisinden geçmiş bir hâlde gözlerini dikmiş, şarkıcıyı seyrediyordu.
“Çok güzel!” dedi Arnoux. “Bu akşam niçin Alhambra’ya geldiğinizi şimdi anlıyorum! Delmas’dan hoşlanıyorsunuz, sevgilim!”
Kadın hiçbir şey söylemek istemedi.
“Aman! Bu ne iffet!”
Sonra, Frédéric’i göstererek “Yoksa o var diye mi? Haksızlık etmeyin. Dünyanın en ağzı sıkı delikanlısıdır o!” dedi.
Dostlarını arayan ötekiler yeşillikli salona girdiler. Hussonnet bunları tanıttı. Arnoux herkese yaprak sigarası dağıttı, şerbet ikram etti.
Dussardier’yi görünce Matmazel Vatnaz’ın yüzü kızarmıştı. Hemen kalktı, elini ona uzatarak, “Beni hatırlamıyor musunuz, Bay Auguste?” dedi.
Frédéric “Matmazeli nereden tanıyorsunuz?” diye sordu.
“Aynı mağazada çalışmıştık.” diye Dussardier karşılık verdi.
Cisy, Dussardier’nin yeninden çekiyordu, çıktılar; Dussardier daha gözden kaybolmadan Matmazel Vatnaz onun karakterini övmeye başladı. Hatta bu delikanlıda kalbin dehası var, diye ekledi.
Sonra, taklitleriyle tiyatroda başarı kazanabilecek olan Delmas üstünde konuşuldu. Ardından bir tartışma başladı: Shakespeare, sansür, üslup, halk, Porte-Saint-Martin Tiyatrosu’nun hasılatı, Alexandre Dumas, Victor Hugo ve Dumersan araya karıştı. Arnoux birçok ünlü kadın aktörleri tanırdı; delikanlılar dinlemek için sokulmuşlardı. Ama müziğin patırtısı sözlerini bastırıyordu. Kadril veya polka biter bitmez herkes masalara üşüşüyordu; garsonu çağırıyorlar, gülüyorlardı; ağaç yaprakları arasında bira şişeleri, gazoz şişeleri patlatarak açılıyor, kadınlar tavuk gibi gıdaklıyor, bazen iki bayın dövüşmek istediği oluyordu; bir hırsız yakalandı.
Dans edenler koşuşarak ağaçlıklı yollara doldular. Yüzleri kıpkırmızı, gülerek, soluk soluğa, kadın elbiselerini ceketlerin etekleriyle birlikte havaya kaldıran bir kasırga içinde geçip gidiyorlardı. Trombonlar daha kuvvetli böğürüyor, tempo hızlanıyordu. Orta Çağ manastırının arkasından çatırtı sesleri geldi, hava fişeği patırtıları baş gösterdi. Güneşler dönmeye başladı; zümrüt yeşili maytapların ışığı bir dakika bütün bahçeyi aydınlattı, son hava fişeğinin atılışında çoğu kimse derin bir ah çekti.
Fişek ağır ağır aktı. Havada bir barut dumanı bulutu dalgalanıyordu. Frédéric’le Deslauriers kalabalığın arasında ağır ağır yürüyorlardı, gördükleri bir manzara karşısında durakladılar: Martinon vestiyere para veriyordu. Yanında elli yaşlarında, çirkin, gayet güzel giyinmiş, neyin nesi olduğu belirsiz bir kadın vardı.
“Bu delikanlı sanıldığı kadar basit değilmiş.” dedi Deslauriers. “Cisy nerede yahu?”
Dussardier onlara kahveyi gösterdi. Eski yiğitlerin oğlunu, yanında pembe şapkalı bir kadınla bir punç fincanının önünde gördüler.
Beş dakikadan beridir ortalarda görünmeyen Hussonnet tam o sırada çıkageldi.
Koluna yaslanan bir genç kız ona “benim yavru kedim” diyordu.
“Olmaz!” dedi Hussonnet. “Herkesin yanında söyleme. Bana vikont de daha iyi! Sana yumuşak çizmeli bir Louis XIII devri kavalyesi gibi görünmek hoşuma gider. Evet, sevgili dostlarım, eski bir göz ağrısı! Nasıl, güzel değil mi?”
Kadının çenesini tutuyordu.
“Bu bayları selamla! Hepsi de âyan üyesi oğullarıdır! Beni büyükelçi tayin ettirsinler diye bunlarla düşüp kalkıyorum!”
“Ne deli şeysiniz!” diye Matmazel Vatnaz СКАЧАТЬ