Название: Savaş ve Barış I. Cilt
Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-50-1
isbn:
En önde Mariya Dmitriyevna ile Kont ilerliyordu. İkisinin de yüzünden memnuniyet ve neşe taşıyordu. Kont’un muzipliği tuttu birden: Büyük bir nezaketle ve usta bir balet gibi kolunu kıvırarak Mariya Dmitriyevna’ya döndü. Bedenini dimdik tutuyordu. Çehresi; bambaşka, çapkın ve kurnaz bir gülümseyişle aydınlanmıştı. Herkes son figürü de yapıp dansı tamamlayınca birden müzisyenlere doğru ellerini çırptı Kont ve birinci kemana seslendi:
“Semyon! Danilo Kupor’u biliyorsun değil mi?”
Kont’un en sevdiği ve gençliğinden beri büyük bir zevkle yapageldiği danstı bu (“Anglez”in bir figürüydü aslında.).
Büyük biriyle dans etmekte olduğunu o saat unutuverdi Nataşa ve kıvırcık saçlı başını dizlerine kadar eğip koca salonu çın çın öttüren bir kahkaha koyuvererek avazı çıktığı kadar “Babama bakın, babama!” diye haykırdı.
Nitekim çok geçmeden salondaki herkes, zevkle, kendisinden bir hayli uzun olan gösterişli damı Mariya Dmitriyevna’nın karşısında; kollarını müziğe uyarak kıvırıp titreten, omuzlarını oynatan, ayaklarını bir sağa bir sola kıvırıp topuklarıyla yeri döven ve ablak yüzüne gittikçe biraz daha yayılan keyifli gülümseyişle âdeta hepsine meydan okuyarak yeteneklerini zorlayan bu neşeli ihtiyarcığı seyre başlamıştı. Dahası vardı: Danilo Kupor’un coşkun bir trepak’ı194 andıran hareketli ve sürükleyici sesleri yükselir yükselmez salonun bütün kapıları, bir yanda erkekler öbür yanda kadınlar olmak üzere, efendilerinin eğlenişini seyretmek için gelen uşak ve hizmetkârlarla dolmuştu.
Ve kapılardan birinin eşiğinden dadının sesi duyuldu:
“Bizim efendimiz kartaldır, kartal!”
İyi dans ederdi Kont ve bunu da bilirdi. Ne var ki damı gereğince dans edemiyor, etmek de istemiyordu. İri gövdesini dimdik tutarak kocaman ellerini aşağıya doğru sarkıtmaktaydı (El çantasını Kontes’e emanet etmişti.). Dans eden sadece, o ciddi ama güzel yüzüydü sanki! Kont’un bütün o yuvarlak silüetinde dile gelen özellik, Mariya Dmitriyevna’nın gittikçe daha içten gülümseyen dudaklarında ve arada, bir hafifçe ürperen burnunda yansımaktaydı yalnız.
Ama Kont’un, kendisini seyredenleri olağanüstü çevik ayaklarının umulmadık yumuşak hareketleri ve zarif sıçrayışlarıyla şaşırtıp hayran bırakmasına karşılık; Mariya Dmitriyevna da omuz kırıp dönerken ya da kollarını kıvırıp ayaklarını yere vururken gösterdiği çabayla takdir topluyordu. Hele onun her zamanki o somurtkanlığa varan ciddiliğini bilenlerin gözünde bu çaba, bir kat daha değer kazanıyordu.
Ve dans, gittikçe hızlanmaktaydı. Kont ve Mariya Dmitriyevna ile birlikte dansa katılanlar, hiç kimsenin dikkatini çekemiyordu artık; çekmeye çalıştıkları da yoktu. Onlar da herkesle birlikte Kont’a ve Mariya Dmitriyevna’ya bakmaktaydılar. Ayrıca Nataşa, salonda bulunan kim varsa -zaten gözlerini dans edenlerden ayıramadıkları hâlde- teker teker giysilerinin bir ucundan ya da kollarından çekerek mutlaka babasına bakmalarını istemekte ve bunu da başarılı bir şekilde sağlamaktaydı.
Kont, figürler arasındaki duraklamalarda derin derin soluyor; sonra da orkestraya dönüp el kol işaretiyle daha hızlı çalmalarını emrediyordu müzisyenlere ve dans hızını gittikçe biraz daha arttırıp her an biraz daha coşarak bedenini kıvırmaya ve Mariya Dmitriyevna’nın çevresinde sırayla bir parmaklarının ucunda bir topuklarının üzerinde fır dönmeye koyuluyordu yeniden.
Ve nihayet, damını ilk almış olduğu yere götürüp son figürü yaptı: İnanılmaz bir çeviklikle arkadan yukarı kaldırdı ayağını, terli başını gülümseyerek öne eğdi ve sağ eliyle bir yuvarlak çizdi havada. Ortalık alkıştan inlemekte, salonun dört köşesinden şen kahkahalar yükselmekteydi. En çok da Nataşa alkışlayıp gülüyordu. Kont’la Mariya Dmitriyevna, durdukları yerde soluk soluğaydılar. Patiska mendilleriyle terlerini kuruluyorlardı şimdi ikisi de…
“Bizim zamanımızda işte böyle dans edilirdi, ma chère.” dedi Kont neşeyle gülümseyerek.
Kollarını sıvarken güçlükle nefes alabilen Mariya Dmitriyevna da keyifle cevap verdi:
“Bravo Danilo Kupor!”
XVIII
Rostofların salonunda yorgunluktan artık falsolu sesler çıkarmaya başlayan müzisyenlerin çaldığı altıncı anglez de oynanıp bitkin düşmüş uşaklarla aşçılar akşam yemeğinin hazırlıklarına giriştikleri sırada, Kont Bezuhof da altıncı kalp krizini geçirmekteydi. Herhangi bir iyileşme umudunun bundan böyle söz konusu olamayacağını bildirmişti hekimler. Hastanın konuşmaksızın günah çıkarması sağlandığı gibi kendisine kutsal ekmek de verilmişti. Dinî tören için hazırlıklar yapılıyordu şimdi…
Böyle zamanlarda daima rastlandığı gibi sıkıntılı bir bekleyiş ve aslında gereksiz bir telaş vardı konakta. Sokak kapısında, dışarıda, arabalarla hastayı son bir ziyarete gelenlerin gözlerinden saklanmaya çabalanan tabutçular toplanmıştı. Kont’un cenaze töreni dolayısıyla verilecek büyük siparişi beklemekteydiler. Moskova Garnizon Komutanı, hastanın durumunu öğrenmek için sık sık yaver yollamış; karanlık bastırınca da Kont Bezuhof’la -Katerina döneminin bu ünlü büyüğüyle- helalleşmek üzere bizzat kendisi çıkıp gelmişti.
Göz kamaştırıcı kabul salonu tıklım tıklım doluydu. Komutan, hastanın başucunda yaklaşık yarım saat kadar kaldıktan sonra dışarı çıktığında salondaki herkes saygıyla ayağa kalktı; o da kendisini selamlayanlara hafifçe karşılık verdikten sonra gözlerini ona çevirmiş hekimlerin, din adamlarının ve hastanın yakınlarının arasından elinden geldiğince çabuk geçmeye çalışarak kapıya doğru ilerledi. Kendisini; son günlerde bir hayli zayıflamış, rengi de iyice sararmış olan Prens Vasili uğurluyordu. Ayrılırken Komutan’a alçak sesle bir şeyler söylediği görüldü.
Komutan’ı yolcu ettikten sonra salonda tek başına kalan Prens Vasili, bir sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı; dirseğini dizine dayayıp eliyle gözlerini kapadı. Bir süre kaldı öylece. Sonra kalktı ve hiç alışık olmadığı hızlı adımlarla uzun koridorlardan -çevresine korkuyla bakarak- geçip konağın arka kısmına, Büyük Prenses’in dairesine yollandı.
Kabul salonu hafif bir ışıkla aydınlatılmıştı. Herkes hep bir ağızdan konuşuyordu fısıltılar hâlinde. Hastanın artık can çekiştiği söylenmekteydi. Biri içeri girip çıktıkça hemen susuyorlar ve gıcırdayan kapıya, bir şeyler beklediklerini belli eder bir tavırla, bir şey sorarmış gibi bakıyorlardı. İhtiyar bir din adamı, gelip yanına oturan ve onu saf saf dinleyen bir kadıncağıza “İnsanların sonu budur işte!” diyordu. “Sınır çizilmiş bir kere! Ne yapsan nafile, sınırı aşamazsın!”
Bu konuda kendine özgü bir düşüncesi yokmuş gibi dinliyordu kadın, sonra da din adamına unvanıyla hitap ederek soruyordu:
“Son dinî tören için bir parça geç kalınmadı mı acaba? Düşünüyorum da… Siz ne dersiniz?”
Elini yarı ağarmış ve iyice taranıp bastırılmış СКАЧАТЬ
194
Trepak: Çok hızlı oynanan bir Rus dansı.