Savaş ve Barış I. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savaş ve Barış I. Cilt - Лев Толстой страница 29

Название: Savaş ve Barış I. Cilt

Автор: Лев Толстой

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-50-1

isbn:

СКАЧАТЬ konuk, yüksek tabaka tarafından le terrible dragon175 diye adlandırılan Mariya Dmitriyevna Ahrasimova’ydı. Serveti ve soyluluk unvanlarıyla değil, düşüncelerinin dürüstlüğü ve düşüncelerinin sadeliğiyle ün salmış bir hanımdı bu. Moskova ve Petersburg yüksek sosyetelerinin olduğu kadar İmparator ailesinin yakından tanıdığı Mariya Dmitriyevna hakkında sık sık hikâyeler anlatılır; bunlara gülündüğü kadar hayranlık da duyulurdu. Gerçek şuydu ki herkes bu hanıma karşı daima korkuyla karışık bir saygı beslerdi.

      Tütün dumanıyla dolu çalışma odasında, Fransızlara yollanan savaş bildirgesinden ve askere alma işlemlerinden söz edilmekteydi. Odadakilerden hiçbiri okumamıştı henüz bildirgeyi ama herkes böyle bir bildirgenin yayınlandığından haberdardı.

      Bir sedire, kendi aralarında konuşarak tütün içen iki konuğun arasına oturmuştu Kont. Kendisi tütün içmediği gibi konuşmuyordu da ama başını bir o yana bir bu yana çevirerek salonun her köşesine yayılmış tütün içenleri keyifle seyretmekte ve biraz önce kapıştırmış olduğu iki konuğunun tartışmasını dinlemekteydi…

      Tartışanlardan biri buruşuk, zayıf yüzlü, sarı benizli, bıyıksız ve sakalsız bir sivildi; en şık delikanlılar kadar modaya uygun giyinmiş olduğu hâlde artık ihtiyarlığın eşiğinde bulunduğu hemen belli oluyordu. Evin ahalisinden biriymişçesine rahatça bağdaş kurup oturmuştu sedire; çubuğun ucunu ağzına derinlemesine yerleştirmiş, kısa aralıklarla ve her seferinde gözlerini kısarak dumanı içine çekiyordu. Şinşin’di adı, Kontes’in yeğenlerinden biriydi; müzmin bekârlığı ve dedikoduculuğuyla ün salmıştı Moskova salonlarında. Muhatabı ile lütfetmiş de konuşuyor havasındaydı.

      Muhatabı, Muhafız Alayı’ndan genç ve terütaze bir subaydı. Özenli, dar giysileri içinde tığ gibiydi. Düzgün ağzının tam ortasına yerleştirmişti çubuğunu; hafif çekişlerle ciğerlerine doldurduğu dumanı, halkalar hâlinde üflemekteydi. Semyonofski Alayı’ndan Teğmen Berg’di bu. İzinli olup da Boris’le birlikte kıtaya dönmeye hazırlanan ve Nataşa tarafından ablası Vera’nın nişanlısı ilan edilen Berg…

      İşte Kont Rostof, ikisinin arasına oturmuş; dikkatle dinliyordu onları. Hakiki anlamda delisi olduğu Boston oyununun dışında Kont’un en sevdiği eğlence, iki gevezeyi kapıştırıp dinlemekti. Nitekim şu anda da Kont’un keyfine diyecek yoktu. Gerçekten de yanında Şinşin, gülümseyerek ve kendisine ün sağlayan konuşma üslubunun temel özelliğine uygun şekilde, Rus halk dilinin en sevimli deyimleriyle seçkinlerin Fransızcasının en çarpıcı örneklerini iç içe geçiştirerek “Eveeeet azizim, mon tres honorable176 Alfons Karliç…” diyordu. “Vous comptez vous faire des rentes sur l’Etat,177 yanılmıyorsam bölüğünüzden de belli bir gelir sağlamak istiyorsunuz?”

      “Katiyen, Pyotr Nikolaiç! Sadece ve sadece, süvari sınıfının piyade sınıfına oranla çok daha az avantaj sunduğunu göstermek istiyorum ben. Bakın Pyotr Nikolaiç, benim durumumu alalım ele.”

      Berg büyük bir rahatlık ve saygıyla, kesin bir dille konuşurdu daima. Ve sadece kendisinden söz ederdi. Sohbet konusu kendisini doğrudan doğruya ilgilendirmiyorsa susup sakin sakin beklerdi. Böyle bir durumda, kendisi en ufak bir sıkıntı duymadan başkalarına da en ufak bir sıkıntı vermeksizin saatlerce bekleyebilirdi. Buna karşılık konu, kendisiyle ilgili şeylere dayandığında gözle görülür bir keyifle bol bol konuşmaya başlardı. Şimdi olduğu gibi:

      “Benim durumumu göz önüne alın, Piyotr Nikolaiç. Eğer ben süvari olmuş olsaydım, teğmen rütbesiyle dahi üç aylık olarak iki yüz rubleden fazla para alamayacaktım; oysa şimdi tam iki yüz otuz ruble alıyorum, üç ayda…”

      Bunu söylerken Şinşin’e ve Kont’a neşeyle gülümsemişti, onun başarılarının herkes tarafından canıgönülden arzulandığına kesin güveni vardı. Şöyle devam etti:

      “Dahası var, Pyotr Nikolaiç. Muhafız Alayı’na geçmek, durumumu bir kat daha parlaklaştırıyor çünkü Muhafız Alayı’nda piyadeler çok daha çabuk terfi ediyor. Sonra düşünün ki iki yüz otuz rubleyle gül gibi geçiniyorum…”

      Ve çubuğunun dumanını büyük bir halka hâlinde üfleyerek sonlandırdı sözlerini:

      “Bir miktar para biriktirebildiğim gibi, biraz da babama gönderebiliyorum.”

      Çubuğunun süsüyle oynayarak mırıldanır gibi konuştu Şinşin:

      “La balance yest…178 Comme dit le proverbe:179 Başı sıkışan Alman, iğne deliğinden geçer.”

      Kont’a göz kırpmaktan geri durmamıştı. Ve Kont koyuvermişti kahkahayı. Onun güldüğünü gören bazı konuklar, sohbeti Şinşin’in yönettiğini anlayınca hemen yaklaşıp Berg’i dinlemeye koyuldular. O da Muhafız Alayı’na geçişi sayesinde harp okulundan gelme arkadaşlarına oranla rütbe bakımından bir derece ileride bulunduğunu; savaş sırasında bir bölük kumandanı öldürüldüğü takdirde, en üst rütbede oluşu dolayısıyla kendisinin kumandanlığa atanabileceğini; alaydaki herkesin onu pek sevdiğini ve de babasının ondan ne kadar hoşnut olduğunu anlattı da anlattı; dinleyenlerin alay ettiğinin ya da ilgisiz kaldığının farkına varmaksızın… Gelgelelim bütün bunları anlatırken âdeta kendinden geçmekte ve başkalarının başka konulara da ilgi duyabileceğini unutmaktaydı. Ama öylesine kibar, öylesine ağırbaşlı bir anlatışı vardı ve henüz oluşan bencilliğinin çocuksu karakteri öylesine meydandaydı ki eli kolu bağlı kalan dinleyiciler ister istemez yumuşayıp yatışıyorlardı sonunda.

      Nitekim Şinşin, ayaklarını sedirden yere indirirken “Hiç üzülmeyin, azizim…” dedi genç subaya, dostça sırtını sıvazlayarak. “İster piyade ister süvari sınıfında olun, hiç önemi yok; sizin her yerde yolunuz açık. Dediydi dersiniz!”

      Sevinçle gülümsedi Berg. Sonra Kont ve onun ardından bütün konuklar yemek salonuna geçtiler.

      Konuklar şatafatlı bir akşam toplantısında yemekten önce zabuskileri tatmak için çağrılmayı beklediklerinden, uzun sohbetlere girmiyorlardı. Fakat aynı zamanda sofraya oturmaya can attıklarını göstermek için hareket etmek ve susmamak zorunda sanıyorlardı kendilerini. Ev sahipleri dönüp dönüp kapıya bakıyor, ara sıra da bakışıyorlardı. Daha kimi yahut neyi beklediklerini davetliler bu bakışlardan anlamaya çalışıyorlardı: Acaba mühim bir akrabaları mı gelecekti, yoksa yemek mi daha hazır değildi?

      Yemek başlamadan biraz önce gelmiş olan Piyer, her zamanki beceriksizliğiyle, ilk önüne çıkan koltuğa oturmuş; söz konusu koltuk da salonun tam ortasında durduğundan herkesin yolunu keser duruma girmişti.

      Kontes, konuşturmak istedi Piyer’i ama delikanlı, birisini arıyormuş gibi çevresine çocuksu bakışlar atıyor ve kendisine yöneltilen sorulara hep kesik kesik konuşarak cevap veriyordu. Herkesin yolunu kestiğinin farkında bile değildi. Konukların çoğu, Petersburg’daki ayı macerasını öğrenmiş olduklarından, bu iri yarı, sakin delikanlıya merakla bakmakta; nasıl olup da bu hantal ve çekingen çocuğun bir komisere o oyunu oynayabileceğini düşünmekteydi.

      “Henüz mü СКАЧАТЬ



<p>175</p>

Dehşet ejderha.

<p>176</p>

“Pek saygıdeğer dostum…”

<p>177</p>

“Devletin sırtından bir gelir elde etmek hesabındasınız…”

<p>178</p>

“Dengesi yerinde…”

<p>179</p>

“Atasözünün dediği gibi.”