Asma kata alışveriş yapmak için gelen müşteriler, evin Papillon Sokağı’na bakan ana kapısından girip çıkıyor; dantel dükkânının iki yönlü satış trafiğini anlayabilmek için küçük merdivenin gizemini bilmeleri gerekiyordu. Bu sayede kusursuz bir biçimde iki işinin altından kalkıyordu. Asma kata çıkan arkadaki dükkâna kocasının soyadı olan “Madam Touche”, ön cepheye bakan dükkânına ise ilk adı olan “Madam Sidonie” ismini vermişti. Madam Sidonie otuz beş yaşındaydı ancak özensiz görüntüsü ve kadınsılıktan eser olmayan tavırları ile çok daha yaşlı sanılıyordu. İşin aslı; tüm kıvrımlarını örten, kenarları yıpranmış ve rengi atmış; avukatların mahkeme salonunda giydikleri cüppeyi anımsatan siyah sonsuz elbisesini üzerinden çıkarmayan, aslında o kadar yaşlanmamış bir kadındı. Alnına kadar uzanan ve saçlarını örten siyah bir şapka, ayağına geçirdiği hantal ayakkabılar, kolunda taşıdığı sap kısmı iplikler ile yamalanmış küçük bir sepet ile sokaklarda koşturuyordu. Yanından bir an olsun ayırmadığı bu sepet, onun kıymetlisiydi. İçinde; bir komisyoncu ya da icra memurunun taşıyacağı her türden eşantiyon, ajandalar, dosyalar, okuması marifet isteyen kargacık burgacık el yazısı ile yazdığı bir avuç dolusu damgalı kâğıt vardı. Mahkeme celpleri, buyruklar ve borçlar içinde yaşıyordu. Yalnızca on frank değerinde bir pomat ya da dantel satışı hususunda yaşadıkları anlaşmazlıkta derhâl dava açar; elinden düşürmediği sepeti ile haftalarca düzgün bir araç dahi kiralamadan küçük bir faytonda elinde evraklar ile Paris’in bir ucundan diğer ucuna gider gelir; başına türlü belalar açardı. Böylesi bir işten elde ettiği kârı hayal etmek güçtü; önceleri bunu karanlık işlere karşı salt içgüdüsel bir zevkten, dalavere sevdasından yaparken gittiği yerlerde sağda solda dağıtılan akşam yemekleri ve oradan buradan topladığı penilikler ile az da olsa kazanç sağladığını fark etti. En büyük kârı ise onu büyük vurgunlara ve talih kuşlarına adım adım yaklaştıracak olan, kulağına çalınan sırlardı. Yabancıların arasında, işlerine burnunu sokarak yaşayan bir teklifler ve talepler fihristi idi.
Nerede bir an önce evlendirilecek bir kızcağız, üç bin franga ihtiyacı olan bir aile ve kendini garantiye alacak, yüksek faizlerle de olsa üç bin frank borç verecek yaşlı bir adam var ise mutlaka haberi oluyordu. Kocasının onu anlamadığı, tek derdi anlayış olan kederli bir sarışın kızcağız; genç kızını sefaletten kurtarmak isteyen iyi kalpli annenin gizli arzusu; kendisini şık akşam yemeklerine adamış bir baronun oldukça genç yaşta kızlara düşkünlüğü gibi hassas sırlar da biliyordu. Yüzünde solgun gülümsemesi ile tüm bu teklif ve taleplerin seyyar satıcısıydı. Bu insanları ağız ağıza getirmek için iki fersah boyu yol tepiyordu. Baronu iyi kalpli anne ile buluşturmuş, yaşlı adamı güç durumdaki aileye üç bin frank borç vermeye ikna etmiş, kederli sarışın kadını teselli etmiş ve evlendirilecek genç kıza ahlaksız bir koca bulmuştu. İflas etmiş soylu bir aile olan Stuartlar’ın ondan takip etmesini istedikleri, İngiltere’den Fransa’ya yaptıkları faizler ile üç milyar franga ulaşmış uzun soluklu bir anlaşmalı borç davası gibi çevresinde toplaşıp kulak kabartan insanlara göğsünü gere gere anlattığı büyük işleri de vardı. Üç milyarlık bu borç onun takıntısı gibiydi; bir tarih dersi verircesine olayı en ince ayrıntılarına kadar anlatırken yanaklarında hafif bal mumu sarısı ile karışmış bir kızıllık coşuyordu. Bazen bir mübaşiri ya da bir dostunu ziyareti sırasında muhabbetin arasına sıkıştırdığı bir cezve, kauçuk manto, bir dantel kuponu satıverdiği ya da piyano kiraladığı; bazen de bir parça Chantilly kumaşı görmek için randevu alan müşterisine doğru dükkânına koşuverdiği zamanlarda olduğu gibi hâlen yaptığı ayak işleri de vardı.
Peçesinin ardında bir gölge gibi saklanan müşteri içeri girmişti. Aynı anda Papillon Sokağı’na bakan ana kapıdan bir beyefendinin Madam Touche’un piyanolarını görmek için girmesi de az rastlanılan bir durum değildi. Madam Sidonie’nin şimdiye dek bir servet kazanamamasının tek nedeni, sırf çalışmayı sevdiği için çalışıyor olmasıydı. Bürokrasi işlerine olan düşkünlüğü yüzünden dükkânını ihmal etmesi, sürekli icra memurları tarafından yiyip bitirilerek yalnızca dava meraklılarının anlayacağı türden bir keyif almasına yol açtı. İçten içe kadınlığını öldürmüş; vücudunun bir uzvu hâline gelmiş sepeti ile Paris sokaklarında cirit atarak milyonlar kazanmayı uman, on franklık bir anlaşmazlık uğruna en gözde müşterisini barışın adaletine teslim etmekten hiç çekinmeyen bir simsardı. Evlerinin önünden geçip giden; bir avukatın cübbesini andıran kısa, ince ve rengi atmış siyah elbisesine bürünmüş bu kadını görenler onu bir avukat yamağı sanırdı.
Teni, damgalı kâğıdın iniltili solgunluğuna sahipti. Gözleri, zihnini hırpalayan her türlü kaygının curcunasında yüzerken; dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Utangaç ve ihtiyatlı yaklaşımı ile dünyevi güzelden vazgeçmiş, kalbindeki ızdıraba merhamet eden bir rahibe gibi nahif ve anaçtı. Kocasından, çocukluğundan, ailesinden ya da kaygılarından hiç bahsetmedi. Madam Sidonie bir tek kendi hikâyesini satmamıştı. Vicdanı el vermediğinden de değil, yalnızca aklına gelmemişti. Bir fatura kâğıdı kadar kuru, bir ihtarname kadar soğuk, kayıtsız ve çok daha derinlerde; bir mübaşir yardımcısı kadar acımasızdı. Körpe taşralı zamanlarında Aristide, kız kardeşinin sayısız iş kolu ile ne yapmaya çalıştığına anlam veremedi. Bir yıl hukuk eğitimi aldığı için Madam Sidonie, üç milyon franklık davayı kendisine büyük bir ciddiyet ile anlatınca kız kardeşinin aklından şüphe etmişti.
Madam Sidonie, Saint-Jacques Sokağı’nı arşınlamaya gittiği günlerden birinde Angèle’i bir bakışla tartmış; o günden sonra da o bölgeye işi düşünceye ya da üç milyon frank konusunu bir kez daha masaya yatırmak arzusu duyuncaya dek dönmemişti. Angèle, İngiliz borcu hikâyesini neredeyse ezberlemişti. Simsar yine şovunu yapmıştı. Müşterilerinden daha da saf olan bu kadıncağızı da allayıp pulladığı yemi ile oltasına almış, sefil insan ticareti ve yitmiş kayıp hayatı ile çürümüş ruhunun çatlaklarını onlarla birlikte eğliyordu. Başında etrafı harikulade bir ayla ile çevrili, metali gözüken pirinç kaplamalı çubuklarından solgun menekşeler sarkan zavallı şapkası ile er ya da geç hâkimlerin üç milyon frangı şahsi servetiymiş gibi ona geri vereceğinden sarsılmaz bir ikna ile bahsederek konuşmayı bitirdi. Angèle’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kocasına gelininden saygı ile bahsettiği bazı anlardan birinde, Madam Sidonie’nin bir gün kendilerini zengin edebileceğini söylemişti. Saccard omuzlarını silkmiş; Fauborg-Poissonière Sokağı’ndaki asma katını ziyarete gittiğinde karısının aksine yaklaşan bir iflastan başka bir şey sezmemişti. Ağabeyi Eugène’e, kız kardeşi ile ilgili ne düşündüğünü sorduğunda basitçe onu fazla görmediğini ancak bazen kendisini tehlikeye soksa da çok zeki bir kadın olduğu için başının çaresine bakabileceğini söylemişti. Saccard kısa bir süre sonra Penthièvre Sokağı’na dönerken kız kardeşinin siyah elbisesini, ağabeyinin evinden ayrılıp hızla kalabalığa karıştığını gördüğünü sandı. Peşinden koştu ancak siyah СКАЧАТЬ