Bomba. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bomba - Омер Сейфеддин страница 7

Название: Bomba

Автор: Омер Сейфеддин

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-24-2

isbn:

СКАЧАТЬ kalkmadığım hâlde onun her sabah kalkmasına taaccüp ettim. Hırkamı çıkardılar, kollarımı sıvadılar, abdest leğeninin yanına çömeldim, anneciğim.

      “Öyle yorulursun.” diyerek küçük bir iskemleyi altıma koydu, ona oturdum:

      “Haydi, besleme çek!”

      Pervin ılık suyu ellerime döküyor, annem baş ucumda:

      “Yüzünü… Şimdi kollarını, yine üç defa…” diye fısıldıyor unuttukça…

      “A! Hani başına mesh?..” gibi ihtarlarla yanlışlarımı bana tekrar ettiriyordu. Abdest bitince annemle beraber yavaş bir sesle namaz dualarını okuyarak kollarımı ve yüzümü kuruladık, Pervin de ayaklarımı kuruladı ve çoraplarımı giydirdi. Isınmak için sobanın önüne gitmiş, arkama dönünce annemi Irakıyye seccadeyi açıyor gördüm… Sonra başına yeşil baş örtüsü örterek beni çağırmıştı:

      “Gel…”

      Gittim. Küçücük ben, oh, onunla bir seccadede, bir yavru samimiyeti ve saadetiyle o muazzez, o hassas anne vücudunun yanında durdum. İki lakırtı ile bana yapacağımı, evvelden öğrettiklerini tekrar etti:

      “İki rekât sünnet… Gece öğrendiklerini zammet, unutmadın ya?”

      “Hayır…”

      “Haydi…”

      O iftitah tekbirini, ellerini omuzlarına kaldırarak bir kadın gibi yaparken ben de gayriihtiyari onu taklit etmiştim. Sünneti bitirdikten sonra bana, gözlerinin nuşin ve nafiz tebessümüyle gülerek:

      “Yavrum!” demişti, “Sen kadın mısın? Kadınlar öyle başlar, sen erkeksin, ellerini kulaklarına götüreceksin.”

      Ve hararetli elleriyle benim küçük ellerimi kulaklarıma kaldırarak:

      “İşte böyle…” diyerek erkek iftitahını öğretti. Ben de tekbiri öyle alıp annemden farkımı, niçin erkek olduğumu, erkekliğin ne olduğunu, erkek olmanın yalnız küçük kızları dövmek ve onlara hâkim olmaktan başka da farkları olacağını düşünerek namazı bitirdim.

      Dua ederken sordum ki:

      “Nasıl dua edeceğim anne?..”

      O dua ediyor ve dudakları hareket ettikçe baş örtüsü de ihtizaz eder gibi oluyordu, başını salladı, duasını bitirdikten sonra, daha hâlâ hatırımda:

      “Evvela, ‘İslam olduğum için ey cenab-ı vacibü’l-vücut hazretleri, sana hamd ederim’ de. Sonra ‘Vatanımızın düşmanlarını perişan etmeni senden istirham ederim.’ de… Sonra da ‘Bütün eziyet çeken, hasta olan, felakette bulunan, fakir olan Müslümanların selamet ve sıhhatlerini senden temenni ederim.’ de… En sonra kendin için kendi iyi olman ve şeytanın yalanlarına aldanmaman için dua et!” demişti. Ben bu basit ve Türkçe duayı, annemin dolabındaki birbiri üstüne duran ve karıştırmaklığım “Dua kitaplarıdır, sakın ilişme…” ihtarıyla daima men olunan, yıpranmış, Arapça ve esreli, üstünlü kitapları derhatır ederek içimden söyledim, sonra Fatiha…

      Annem seccadeyi toplayarak bana uyuyup uyumayacağımı sordu, uykum var mıydı, bunu bilmiyordum… Cevap vermedim.

      “Haydi öyleyse, git kitabını getir, dersini dinleyeyim.”

      “Peki.”

      Artık esmer ve duman gibi bir aydınlıkla tenevvür eden sofadan hızla geçtim. Odamın perdeleri biraz beyazlaşmış, küçük gece kandilinin yemyeşil gözleri sönerek siyah iki nokta gibi kalmış; sanki, geceleri kendisine bakarak uyuduğum bu kedi kafası ölmüş; terk-i hayat etmişti. Yazıhanemin üstünde açık duran kitabımı kaptım, annemin yanına koştum, hiç yanlışım çıkmadı.

      Annem geceleri derdi ki:

      “Yatmazdan evvel dersini üç defa oku yavrum, uyurken melaikeler sana onu öğretir.”

      O melaikeler bu gece de uykumda bana dersimi öğretmişlerdi. Annem müşfik aferinlerle saçlarımı okşadı ve:

      “Daha mektebe çok vakit var.” diye beni kendi yatağına yatırdı.

      Uykum yoktu, anneme bakıyordum; yeşil baş örtüsü başında, bu zulmet-i münevvere içinde, bir hayal gibi hareket ederek Kur’an’ını aldı ve pencerenin kenarına, geniş sedire oturarak mühtez ve rakik sesiyle tilavete başladı. Ruhumda bir aks-i enin-i şiir-âlud bırakan bu güzel sesi dinleyerek; büyük, yeşil baş örtüsünün altında, tıpkı ölen bir hemşireme benzeyen güzel ve asim çehresini görerek ve yavaş yavaş sallanan mukaddes başının aheng-i hafif-i münacatını seyrederek dalıyordum. Perdelerin altından görülen dumanlı sema gittikçe aydınlanıyor, geç kalmış birkaç yıldız koyu lacivert bir atlasa düşmüş mavi ve nadide elmaslar gibi büyüyor, vâpesîn-i mavi neşrederek parlıyorlardı. Annemi bir meleğe benzetiyordum, bu tahayyülle melaikeleri düşünerek… Kur’an okuyan annemin şimdi etrafına toplanmaları lazım gelen melaikeleri müşahede ediyorum zannederek dalıverdim. Yüzümün üstünde, ahirette güllerin biteceği ve cehenneme girecek olursam katiyen yanmayacak olan sol kaşımın ucunda tatlı bir ürperme duyuyor; sonra annemin münevver bir zambak aydınlığıyla parlayan dudaklarının kımıldanmasına bakarak, o görülemeyen melaike kanatlarının saçlarıma, annemin şimdi Kur’an tutan ince parmaklarıyla okşadığı sarı ve gür saçlarıma dokunduklarını hisseder gibi oluyor ve dalıyordum…

***

      Ah on beş sene evvelki sabavet ve şimdiki ben… Tatsız, neşvesiz, muhabbetsiz, aşksız ve heyecansız, her şeysiz, boş, bir hiçten daha boş geçen hayat-ı serma-yı taab-âlud… Şimdi mülevves emellerle, hırslarla, hakikatte kıymetsiz olan baidü’l-vusûl arzularla, hasılı bütün bunların bir icmal-i mebhutu olan o sebepsiz ve tahammülsüz bikararlıklarla mecruh olan ruhum, mecruh olan kalbim ve maneviyatım… Şimdi daha bu gece görülmüş gibi, on beş saniye evvel görülmüş ruhani bir rüya-yı kıymettar gibi saadetleri unutulamayan ve zaten velveleli ve hüsran-hîz bir rüya olan bu ömr-i fâni içinde yalnız kâbus olmayan sabavet ve hatıratı… Şimdi düşünüyorum ki hayatta bu muztar ve şefkatsiz mazilerin güzariş-i ademinden mütehassıl ne garip bir hiçlik, ne zevalperver ve pürhayal bir beyhudelik, ne müphem, ne esrarâlud bir sürat var!..

      SAHİR’E KARŞI

      Bir defter-i metruktan kopya edilmiştir.

      Bazen muvaffak olamamış bir sanatkârın hicran ve ızdırabıyla mantıksız ve serseri bir tuğyan-ı hevesat içinde geçen mazimi düşünürüm. Bu natamam ve rabıtasız bir romandır, bir uçurumdur ki amak-ı meçhulü yekdiğeriyle asla münasebeti olmayan birçok zıtların gülünç ve acı hatıratıyla doludur. Orada sanayi-i nefiseye ait matemler, pervanelerin ölümü için mersiyeler, kırmızı balıkların mana-yı enzarı, sevilmeyen bir kadının öksürükleri için şiirler, gecelerin kahkahalarını, gölgelerin musafahalarını hâki neşideler vardır. Sonra bu uçurumun başında serseri bir aktör vardır ki -işte o benim- sahne-i hayatta ne varsa birer defa yapmış; avcılıkların envasını, kuşbazlıktan başlayarak domuz, geyik avlarına kadar eğlencelerin hepsini; en sefillerinden tutunuz da tiyatro, rakı âlemlerine kadar merakların umumunu; fotoğrafçılıktan tutunuz da ressamlığa, СКАЧАТЬ