“Kaptan Raçof, Pançe, Sandre…”
İhtiyar yıldırımla vurulmuş gibi dondu kaldı. Bunlar en müthiş, en kanlı, en merhametsiz, en gaddar komitalardı. Namları bütün ova köylerini titretiyordu. İhtiyar bir hayal gibi kapıya yürüdü. Açtı. Uzun boylu, kahverengi esvaplı, omzunda manliher bir adam göründü. Gözleri küçük ve kanlıydı. Zayıf ve gayet çirkin bir boynu vardı. Baba İstoyan, yalnız Bulgar köylülerine has olan o esir ve mazlum tavır ile eğildi, yine bu köylülere has olan o çolak ve sahte selamla voyvodayı selamladı.
“Buyurunuz gospodin!”5 dedi. Raçof’un arkasında iki kişi daha vardı. Bunlar da manliher tüfekleriyle müsellah idiler. Bellerinde ve göğüslerinde çaprazvari fişeklikler bulunuyordu. Bir tanesi kısa boylu, esmerdi. Diğeri Raçof gibi sarı fakat daha genç ve daha az çirkindi. Magda’nın gözleri açılmış ve yüzü bembeyaz olmuştu. Koştu. Raçof’un ayaklarına sarıldı. Öpmeye başladı. Ağlayarak istirham ediyordu:
“Gospodin! Boris nerede? Ah, Boris nerede?”
Raçof ayaklarına kapanmış güzel kadının, güzel saçlarını müteverrim ve çamurlanmış yılanlara benzeyen parmaklarıyla okşayarak:
“Kalk sosyalist daskaliçe, kalk!” dedi, “Şimdi Boris’in gelir. Biz şimdi işimizi konuşalım…”
Ve yürüdü. Magda yerde kalmıştı. Masanın yanındaki sandalyeye teklifsizce oturdu. Masanın üzerine tüfeğini koydu. Öbürleri de karşısına oturdular. Esmer ve kısa boylunun elinde siyah beze sarılmış yuvarlak bir şey vardı. Onlar da tüfeklerini masanın üzerine koydular ve siyah beze sarılı yuvarlak şey de tüfeklerin yanına kondu. Raçof, Baba İstoyan’a döndü:
“Gel bakalım çorbacı!” dedi, “Karşıma otur. Seninle konuşacağım. Magda, sen de şöyle yanıma gel. Baban aksilik ederse bize muavenet et ki fenalık yapmayalım.”
İkisi de tereddüt etmedi. Baba İstoyan, Raçof’un karşısına oturdu. Magda da yanına… Baba İstoyan bütün bütüne aptallaşmıştı. Gelininin niçin komitalardan oğlunun nerede olduğunu sormasına akıl erdirememişti. Boris evde değil miydi?
Raçof cebinden bir tabaka çıkardı. Ortaya koydu. Bir sigara yaptı. Magda seri bir hareketle kalkarak ocaktan ateş aldı. Haydudun sigarasını yaktı. Sonra ateşi ocağa attı. Yine kalktığı yere oturdu. Raçof, sigarasından birkaç nefes çekti ve dumanlarını seyrederek:
“Ey Baba İstoyan!” dedi, “Şimdi evvela bize vadet ki çok zahmet etmeyesin! Uzun lafın kısası! Vakit geçirmeyelim. Sekiz yüz lirayı getir…”
İhtiyar titredi. Altmış senedir o kadar iktisat ve eziyet ile kazanılmış bir malın semeresi… Mecmusu… Yekûnu… Şimdi böyle, bir anda isteniyordu. Deli olacaktı. İnkâr etti:
“Nasıl sekiz yüz lira?..”
Voyvoda gülümsedi. Kirli ve kırık dişleri göründü. Tekrar sigarasını çekti. Başını salladı:
“Anlaşıldı. Demek zahmet edeceksin. Mutlaka dayak yemeden, ayakların yanmadan, tırnakların çıkarılmadan söylemeyeceksin! Eğer yine söylemezsen oğlun Boris bizim elimizde mahpustur. Onu keseceğiz. Evini de yakacağız. Yine seni rahat bırakmayacağız…”
Baba İstoyan önüne bakıyordu. Hatta oturdukları evi bile satmışlardı. Bu sekiz yüz lirayı verirse muhakkak açlıktan ölecekti. Bir eşeği bile kalmamıştı. Magda, Boris’in kesileceğinden bahsedildiğini duyunca ağlamaya başladı. Tekrar Kaptan Raçof’un ayaklarına kapandı:
“Affet gospodin, Boris’i affet…” dedi. Raçof gülerek cevap verdi:
“Güzel daskaliçe! Sen de maksada vefasız kaldın. Burada ikiniz de bizim için çalışacağınız yerde babanıza mallarını sattırıp kaçmak istediniz. Sizin için milletin verdiği paraları çalmayı arzu ettiniz. İşte biz buna müsaade etmiyoruz. Elinizden paraları alacağız. Buradan bir yere gidemeyeceksiniz. Bizim için çalışacaksınız.”
Ve ilave etti:
“Haydi, Boris’ini seversen paraları getir. Baba İstoyan inat ederse sevgilinin kafası kesilecek. Bir daha onu ömründe göremeyeceksin.”
Magda, Boris’in öldürülme ihtimalini düşününce deli olacaktı. Kalktı, ağlayarak Baba İstoyan’a sarıldı:
“Ver babacığım, ver, biz genciz. Boris’le çalışır, yine kazanırız. Söyle nerede, gideyim getireyim.”
Raçof ve arkadaşları Magda’nın yalvarmasını seyrediyor ve gülüşüyordu. Baba İstoyan tamamıyla aptallaşmıştı. Sanki hiç lafları işitmiyor, manalarını anlamıyordu. Hasis köylü için ölmek bu parayı vermekten daha ehven idi. Magda yalvarıyordu. Birden Baba İstoyan başını kaldırdı. Raçof’a dedi ki:
“Kaptan, bari yüz lirasını bir ev almak için bana bırak. Ahir vaktimde açıkta kalmayayım.”
Raçof reddetti:
“Hayır, yüz lirasını bırakmam. Oğlun genç, çalışır. Seni besler. Haydi getir diyorum.”
Vakit geçiyor. İhtiyar tereddüt ediyor, Magda yalvarıyordu. Raçof bir işaret etti. Kısa boylu esmer tüfeği aldı. Dipçikle ihtiyarın sırtına dehşetli bir darbe indirdi. Raçof da ayağa kalktı. Şiddetle sordu:
“Haydi Baba İstoyan, dayağa başlayacağız. Ayaklarını ateşe sokacağız. Vakit geçiyor. Paraları getirecek misin?”
Magda gözyaşları içinde çırpınıyor ve ihtiyara sarılıyordu, ihtiyar hiçbir şey söylemedi. Başını salladı. Yattığı odanın kapısına gitti. İçeri girdi. Bir dakika sonra kırmızı ve ağır bir çıkın ile geldi. Masanın üzerine bıraktı. Haydutlar parayı bu kadar çabuk elde ettikleri için sevindiler. Raçof hemen çıkını açtı. Saymaya başladı:
“Aferin Baba İstoyan!” diyordu, “Zahmet vermedin. Şimdi bize şarap çıkar, eğlenelim…”
Paraların sayılması bitti. Raçof liraları üçe taksim etti. Arkadaşlarıyla çantalarına koydular:
“Hani şarap, hani şarap?” diye haykırdılar. Magda ayağa kalktı. Ambarın küçük kapısına koştu. Açtı ve içeri girdi. Üç bardak ile bir testi şarap getirdi. Haydutların önüne koydu. Sonra tekrar ambara girdi. Mezelik biber ve turşu çıkardı. Komitalar birbiri üzerine aceleyle içiyorlardı. Raçof:
“Böyle mezeye lüzum yok.” dedi, “Biz cansız meze istemeyiz…” Bu laftan bir şey anlamayan Magda’yı belinden tuttu ve öpmek istedi. Magda mukavemet etti ve ağlamaya başladı. Raçof genç kadını bırakmayarak diyordu ki:
“Yanaklarından meze alacağım. Sen sosyalist değil misin? Sosyalistler her şeyde iştirak isterler. Ben de senin yanaklarına Boris’le müşterekim!..”
Magda çırpınıyordu. Raçof çirkin ve akur sesiyle dedi ki:
“Eğer böyle münasebetsizlik СКАЧАТЬ
5
Beyefendi