Bomba. Омер Сейфеддин
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bomba - Омер Сейфеддин страница 6

Название: Bomba

Автор: Омер Сейфеддин

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-24-2

isbn:

СКАЧАТЬ silkinerek başını pencerenin camına yaklaştırdı, hafidleri mektebe gidiyorlardı. Al yanaklı, kuvvetli yavrucaklar… Birbirlerine kar topları atarak, itişerek, yuvarlanarak karların beyaz kesafetlerinde kayboluyorlardı. Juli Hala tahattur ediyordu ki kendisi de böyle çocukken karları ne kadar çok severdi.

      Şimdi kendisini odasında oturmaya mecbur eden şu karları o vakit ne kadar çok severdi. Bu karlar… Bu her şeye karşı, pür-şevk ü sürur raks eden karlar, safiyet ve samimiyetleriyle ne kadar muazzezdiler. Nihayet bir sevk-i gayriihtiyari ile kalktı, şimdi onun köhnemiş kalbinde bir iştiyak uyanmıştı:

      Şu karların içinde bir genç kız gibi gezmek, eğlenmek…

      En kalın elbiselerini giydi, başını sardı. Odasından çıktı. Ev halkını hayretlerde bırakarak ve onların istifhamkâr sözlerine:

      “Ne zannettiniz, çıkıyorum işte…” gibi gülerek kapıdan çıktı. Yanaklarını bârid, karlı bir rüzgâr tırmalayarak istikbal etti. O hiç aldırmayarak yürüdü.

      Biraz sonra döndü, evine baktı. Karanlık, siyah, uyuyan şu evden çıktığına o kadar memnun, o kadar şad uzaklaştı. Oh… Ne kadar güzel, beyaz, her taraf beyazdı. Ara sıra hayalî bir maça kâğıdının siyah noktaları gibi beyazlıklar içinde sekizer onar karga kümeleri geçiyordu. Şimdi bütün mâcerâ-yı hayatını gözlerinin önüne getirerek yoluna devam ediyordu. Şuralarda kaç defa böyle karlar yağarken gezmeye gitmiş idi. Küçükken buralarda attığı perendeler, kartopları pîş-i hayalinde râşelerle gülerek, onun artık uyuyan kanlarını bîdâr ediyordu. Etrafına baktı, kimseler yoktu. Yere eğildi. Bir top yaparak havaya attı. Bunda tuhaf bir zevk bularak yoruluncaya kadar attı. Artık terlemişti. Terlerini silerken yanından bir gölge geçti ve onu tanıyarak:

      “Vay, Juli Hala!” dedi, “Buralarda ne yapıyorsunuz?”

      Bu, kasabanın belediye doktoruydu. Juli Hala cevap verdi:

      “Biraz tenezzüh yavrum.”

      “Böyle bir günde… Pek tehlikeli muhterem hala, pek tehlikeli…”

      “Bilakis oğlum bana pek tatlı geliyor.”

      Genç doktor gülerek ve uzaklaşarak:

      “Çabuk odana kaç hala!” diyordu, “Bu hava tehlikeli…”

      Bu havanın, bu raksan, beyaz havanın nesi vardı? Juli Hala sinniyle bu mevsimin arasında artık hâr bir rabıta-i hülya duymuştu. Kendisini bahar-ı hayatında gezdirerek dolaştı. İşte şurada, sokağın içinde bir hatıra-ı zi-hayatı vardı; eski âşığı… Kimse görmeden, kimse bilmeden ne hoş muaşaka ettiği şu bahçeli evin içinde ne kadar mesut dakikalar geçirmişti. O anda eski âşığını görmek istedi. Kapıyı vurdu, âşığının hafiti açtı.

      O sordu:

      “Pederiniz evdedir değil mi?..”

      “Evet lakin pek hasta.”

      “Hasta mı?..”

      “Evet, görebilirsiniz.”

      Her yerinde, eski ruhunun bir saye-i yâdını gördüğü avludan, merdivenlerden geçti. Artık kumaşları, halıları solmuş olan odada garip bir hastalık kokusu uçuyordu. Âşığının kızları, torunları, yatağının başında ağlıyorlardı. O ilerledi, eğildi:

      “Mösyö Lui… Beni tanıyamadınız mı?”

      Hasta tanıyamamıştı. İhtizara yakın dakikaların sekerat-ı sükûnu onu sayıklatıyordu.

      Juli Hala oradan çıktıktan sonra yine karların içinden fakat deminki gibi münfail ve hayalperver olmayarak geçiyordu. Kaburgalarına doğru hafif, tedricen ziyadeleşen bir sızı onu ölüm düşüncelerine sevk etmek istiyor, sırtında, ensesine yakın bir ağrı ona refakat ediyordu. Nihayet eve gelebildi. Titreyerek soyundu, doğru yatağına yattı.

      Hala Juli fena hâlde hasta. Bütün ailesi odasına toplanmışlardı… Gece nöbetleri birbirini takip etti. Nısfü’l-leylde gelen son nöbet onu pek sarstı. O saatte doktora haber göndermişlerdi… Şimdi hepsi samit ve matemgir… Hala Juli dalgın ve bihaber, bu sükûn-ı felaket içinde doktoru bekliyordu.

      İLK NAMAZ

      1 Kânunusani 320

      Oh, bu sabah ne kadar soğuktu. Yatağımın hararetlerini terk ettiğim vakit, çılgın fırtınalarla haykırarak, tehditkâr rüzgârlarla camları döverek geçen gecenin bütün bürudetini massetmiş olan soğuk terliklere çıplak ayaklarımı sokunca içimde bakıyye-i leyl bir üşümenin titrediğini hissettim. Hizmetçim tabii uyuyordu, onu bu yakıcı soğukta sıcak yatağından kaldırmaya acırdım. Odamın kapısını açtım. Dışarıda kesici ve parçalayıcı kışın müfteris soğuğu yüzümü ve ellerimi tokatladı. Bu merhametsiz tokatların altında kollarımı sıvadım. Abdestimi aldım. Odama dönünce yalancı bir sıcaklık bir nefes-i teselli gibi, havlunun altından kollarıma, yüzüme, ıslanmış saçlarıma temas ediyordu. Daha fecr-i sadık uyanmamıştı. Fecr-i kâzibin donuk kırmızı sükûneti gecenin süradık-ı zalam-ı baridini parçalayarak büyüyor ve genişliyordu. Pencereye dayandım. Önümde, zir-i payımdaki bütün evler, ebedî bir uykunun uyanılmaz kâbuslarını itmam ediyor gibi camit ve bihayat, duruyorlardı. Deniz namahdut bir incimad-ı laciverdi ile uyuyor ve fecrin zail gölgeleriyle titreyen uzak ve sisli sahillere beyaz dalgalarıyla nihayetsiz bir hatt-ı fasıl çiziyordu.

      Evlerin arasında fakir ve naçiz fakat bir azamet-i maneviye ile semaya doğru yükselen eski caminin küçük ve ihtiyar minaresi daha boştu. Sonra… Bu dakika-ı ezeliyette bütün o intiha-yıleyal-i sincabi zulmetler mavi bir şeffafıyet-i sürh gibi takattur ederken minarenin şerefesinde genç müezzinin zıll-ı zaifi hareket etti. Ben hırkama bütün bütüne büründüm. Soğuktan büzülmüş ve mütefekkir, bu kâinat-ı melul ü esmere karşı unutulmaz bir hitab-ı uluhiyetin hatırası gibi derinden aksi ve ruhumu lerziş haşyet eden ezanı dinlerken, on beş senedir kalkabildiğim bu büyük ve meşbu-ı ruhaniyet sabahların birincisini düşünüyordum. Ah on beş sene evvel…

***

      Şimdi muhit-i tesellisinden ne kadar uzak bulunduğum annem, dünyada en sevdiğim, dünyada yegâne perestiş ettiğim bu vücud-ı muhterem, işte derhatır ediyorum, on beş sene evvel beni ilk sabah namazına kaldırmış idi. Galiba yine böyle bir kıştı. Onun odasına bitişik olan küçük odamdaki küçük karyolamda uyurken bir buse-i esir ü har gibi alnımı okşayan nazik eliyle, nazik, ince parmaklarıyla saçlarımı tarayarak:

      “Haydi Ömerciğim kalk.” demişti, “Kalk, haydi yavrucuğum.”

      Ben gözlerimi açmıştım. Köşedeki küçük yazıhanemin üzerinde yanan küçük gece kandili -ah bunu unutamam, bu bir kedi kafası idi- iki pencereli olan odamın beyaz, muşamba perdelerinin esmerliklerini aydınlatıyor ve yeşil, camit gözleriyle bana bakıyordu.

      “Fakat anneciğim demiştim, daha gece…”

      Her vakit öptüğü yerden, sol kaşımın ucundan tekrar öperek:

      “Yok yavrucuğum, saat on iki, sonra vakit geçer.” diye koltuklarımdan tutarak kaldırdı.

      İçi СКАЧАТЬ