Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
O ise kafasını salladı ve inledi. İşaretlerle bana şunları söylüyor gibiydi: ‘Beni omzuna al ve nehrin öteki tarafına taşı.’
Bunun üzerine, Bu adama iyi davranayım ve dediğini yapayım ki Allah da beni cennetinde ödüllendirsin. Zavallı ihtiyar galiba sakat, diye düşündüm.
Böylece adamı sırtıma aldım ve onu, gösterdiği yere taşıdım.
‘Hadi in bakalım!’ dedim fakat o, sırtımdan inmedi ve bacaklarını boynuma doladı. Âdeta siyah bir boğanının bacaklarını andıran sert derisinin tenime değmesi beni müthiş korkutmuştu. Can havliyle onu sırtımdan atmaya çalıştım. Bunun üzerine o, boynumu daha fazla sıkmaya başladı. O kadar ki neredeyse boğulacaktım. Bir anda gözlerim kararmıştı ve âdeta ölü gibi yere düşüverdim. Ama o, yerinden kıpırdamadı ve ayaklarıyla sırtıma vurmaya başladı ki beni yerden kaldırabilsin. Sonra bana kendisini üzerinde meyve bulunan ağaçların arasında taşımamı işaret etti. Olur da dediğini yapmazsam, duraklarsam ya da azıcık da olsa dinlenmeye kalkarsam bana ayaklarıyla vururdu. O kadar ki kendimi kırbaçlanıyormuşum gibi hissederdim… Eğer canı bir yere gitmek isterse bunu bana işaretlerle bildirirdi. Ben de onu sanki kölesiymişim gibi istediği her yere taşırdım. Bu iyiliğime sırtıma pisleyerek karşılık vermeyi ihmal etmezdi tabii!.. Gece ya da gündüz kesinlikle sırtımdan inmezdi. Uyuyacağı zaman ayakları boynumda geriye yaslanır, birazcık uyur, kalkınca da beni döverdi. Ben de derhâl ayağa kalkardım çünkü çektirdiği acıdan dolayı ona karşı gelemezdim. Bu zamanlarda bol bol kendimi suçlar, ona iyilik yaptığım için pişmanlık duyardım. Bu durumda olmak beni öylesine yormuştu ki kelimelerle anlatmak imkânsız… Hatta kendi kendime şöyle demişliğim bile vardır: Ona bir iyilik ettim; fakat o buna kötülükle karşılık verdi. Allah’a yemin ederim ki yaşadığım müddetçe bir daha hiç kimseye iyilik yapmayacağım.
Tekrar tekrar Yaradan’a yalvarıyor, çektiğim ızdırap ve derdin bitmesi için beni öldürmesini istiyordum. Bir süre böyle devam etti; ta ki bir gün, kurumuş su kabaklarının olduğu bir yere gelinceye dek…
Büyükçe bir su kabağını elime aldım ve içini oyup iyice temizledim. Sonra da yakınlarda bir yerde bulunan asmalardan aldığım bir miktar üzümü sıkıp su kabağını ağzına kadar doldurdum ve güneş alan bir yere koydum. Birkaç gün sonra üzüm suyu, güçlü bir şaraba dönüşmüştü. Her gün şaraptan bir miktar içiyor ve birazcık olsun rahatlayıp üzerime binen inatçı şeytanın zulmüne katlanacak gücü bulabiliyordum. İçtiğim zamanlar, acılarımı unuttuğum ve huzur bulduğum yegâne zamanlardı. Bir gün beni içerken gördü ve işaretlerle sordu:
‘O içtiğin şey nedir?’
‘Şahane bir şey… İnsanı neşelendirir ve canlandırır.’
Sonra şarabın verdiği sarhoşlukla koşup ağaçların arasında dans etmeye başladım. Şarkılar söylüyor ve neşeleniyordum. Bunu görünce şarabı kendisine vermemi istedi. Korkumdan dediğini yapmak zorunda kalmıştım. Şarabı alır almaz sonuna kadar içip su kabağını yere bıraktı. İçki içmek keyfini yerine getirmişti. Ellerini çırpıyor, ileri geri hareket ediyordu. Tabii bu arada üstüme başıma işemeyi de ihmal etmedi! İyiden iyiye sarhoş olunca kasları gevşemiş olacak ki beni kavrayan bacakları eskisi kadar sıkı tutmamaya başladı. İleri geri sallanıyordu. Onun sarhoş olduğunu anlayınca fırsatı kaçırmadım ve boynumu kavrayan bacaklarını gevşetip yere eğildim. Sonra da onu tek hamlede fırlatıverdim.
Nihayet canavarı üzerimden atmayı başarmıştım; fakat buna inanmakta güçlük çekiyor ve sarhoşluğu geçer de bana yeniden zulmetmeye başlar diye korkuyordum. Derhâl ağaçların arasına gidip kocaman bir taş aldım ve yerde yatan bu canavara tüm gücümle vurup beynini dağıttım. Her taraf kan gölüne dönmüştü. İğrenç yaratık da hak ettiği yere, cehennemin dibine gitti. Allah ona merhamet etmesin!
Ondan kurtulunca huzur bulmuş bir şekilde eskiden kaldığım yere, deniz kıyısına gittim ve orada günlerce bekledim. Ağaçlardaki meyvelerden yiyip derelerdeki temiz sulardan içiyor, olur da bir gemi geçerse diye gözümü denizden ayırmıyordum. Bir gün başıma gelenleri düşünüp kendi kendime, Umarım Allah beni buradan kurtarıp aileme ve dostlarıma kavuşturur, dedim.
Bunları söyler söylemez de koca bir geminin dalgaların arasından adaya yaklaştığını gördüm. Gemi kıyıya demir attı ve yolcular inmeye başladı. Aceleyle onlara doğru koştum. Kendilerine doğru geldiğimi görünce yanıma yaklaşıp bana ne olduğunu, buralara nasıl geldiğimi sordular. Başıma gelen her şeyi onlara anlattım. Hikâyeme şaşırıp:
‘Sırtına binen adam, Şeyhül Bahr yani Deniz’in Yaşlı Adamı. Şimdiye kadar sırtına bindiği hiç kimse canlı çıkmadı. Ölünceye kadar insanların sırtına biner, sonra da onları yerdi ama Allah’a şükürler olsun ki sen kurtuldun!’ dediler.
Sonra önüme koydukları yiyeceklerden güzelce yiyip karnımı doyurdum, verdikleri giysileri giyip temizlendim. Nihayet gemiye binip yola çıktık, uzun günler ve geceler boyunca seyahat ettik; ta ki kader bizleri Maymunların Şehri’ne, içinde geniş evlerin olduğu ve koca kapısı demir çivilerle sağlamlaştırılmış bir yere getirinceye kadar…
Her gece, gün batımıyla beraber bu şehrin sakinleri büyük kapıdan çıkıp sahildeki gemilere biner, geceyi denizde geçirirlermiş; çünkü maymunların dağlardan inip kendilerine zarar vermesinden korkarlarmış. Bunu duymak beni çok fena korkutmuştu. Ne de olsa maymunlarla ilgili kötü hatıralarım vardı. Bir parça yalnız kalıp yürümek için şehre indim fakat bu arada gemi çoktan demir almıştı. Sahilden uzaklaştığım ve gemiyi kaçırdığım için kendi kendime kızıyordum. Maymunlarla yaşadıklarım hatırıma geldikçe ağlamaya, feryat etmeye başladım. Sesimi duyan bir adam, yanıma yaklaşarak:
‘Efendim, anladığım kadarıyla yabancısınız.’ dedi.
‘Evet, yabancı ve fakirim. Yolculuk ettiğim gemi kıyıya demir atınca inip şehri gezmek istedim fakat geminin bulunduğu yere gittiğimde beni almadan gittiklerini gördüm.’
‘Gelin ve bizimle yolculuk edin. Olur da geceyi burada geçirirseniz maymunlar size zarar verebilir.’
‘Elbette.’ dedim ve onunla beraber gemilerden birine bindim. Sonra da gemi, karadan bir kilometre kadar uzakta bir yere demir attı. Böylece geceyi denizde geçirdik.
Gün doğduğunda tekrar kıyıya döndük ve herkes kendi işiyle meşgul olmaya başladı. Şehir halkı geceyi böyle geçirirdi; çünkü geceleyin şehirde kalmak, maymunlar tarafından öldürülmeye razı olmak demekti. Sabah oluncaya kadar bahçelerdeki meyveleri yiyen maymunlar, güneş doğar doğmaz dağlara geri döner ve şehre yeniden inecekleri gün batımına dek uyurlardı.
Zenciler ülkesinin en uzak köşesinde olan bu şehirde başıma çok ilginç bir şey geldi. Geceleri kendisiyle birlikte gemide kaldığım bir arkadaşım bana sordu:
‘Belli ki buralarda yabancısınız. Kendinizi meşgul edip çalışabileceğiniz herhangi bir zanaatınız yok mu?’
‘Allah biliyor ya kardeşim, zanaat nedir bilmem. Ben ticaretle, parayla meşgul bir adamdım. Tek işim mal alıp satmaktı. Envaiçeşit malla yüklü СКАЧАТЬ