Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
‘Yüce Allah, canlı birini böylesine gömenlerden asla razı olmaz! Ben bir yabancıyım, sizden biri değilim, sizin töreleriniz beni bağlamaz. Eğer böyle olacağını bilseydim asla sizden biriyle evlenmezdim!’
Fakat söylediklerime kulak veren, acımı anlayan biri çıkmadı. Beni zorla bağlayıp çukura bıraktılar. ‘Âdetleri olduğu üzere yedi parça ekmek ve bir sürahi su vermeyi de unutmadılar. En dibe indiğimde beni bağladıkları ipi çözmemi söylediler fakat ben bunu yapmayı reddettim. Onlar da ipi üzerime atıp çukuru kapattıktan sonra gittiler.
Etrafa bakındığımda her yerin ölü bedenlerle dolu olduğunu gördüm. İğrenç, keskin bir koku her yeri sarmıştı ve ölmek üzere olanların iniltileri her yerde yankılanıyordu. Bu görüntü üzerine yaptıklarım için kendimi suçlamaya başladım. Kendi kendime:
Allah biliyor ya başıma gelen ve gelecek olan her şeyi hak ettim! Ne diye bu şehirden biriyle evlenmek belasına bulaştım ki? Ama tek galip Allah’tır ve yalnızca onun dediği olur. Yine her zaman olduğu gibi bir beladan kurtulup daha beterine düştüm. Ya Rabbi! Bu ne korkunç bir ölüm şeklidir? Keşke doğru düzgün bir ölümle sonlansaydı hayatım, bir Müslüman gibi yıkanıp kefenlenseydim… Ah, ah… Denizde boğulmayı ya da dağlarda helak olmuş olmayı şu duruma bin kere tercih ederdim! diyordum.
Böyle böyle kendimi suçlayıp ahmaklığımın ve açgözlülüğümün neticesi olan o çukurda dolanıyordum. Geceyi gündüzden ayıramıyordum. Vaktimi, iğrenç şeytana bela okuyup Rabb’imden bağışlanma dileyerek geçiriyordum.
Bir ara kendimi kemiklerin arasına attım ve içinde bulunduğum durumun vehametinin de etkisiyle yalvar yakar Allah’a dua etmeye başladım. Bir türlü nasip olmayan ölümün bir an evvel gelip beni bulmasını diliyordum. Açlığın ateşi midemi kavurduğunda ve susuzluk boğazımı yaktığında küçük bir parça ekmeği bir yudumcuk suyla yutuyor, kendimi yatıştırmaya çalışıyordum. Meğer hayatımda görüp göreceğim en kötü gece işte o geceymiş! Koca bir mağarada cesetlerin arasında yalnız başıma geçireceğim ilk gece!.. Ayağa kalktım, çukurun içinde dolanmaya başladım. Geniş, uzun bir alan keşfettim ki zemini ölü bedenlerle ve kaç zamandır orada durduğu belli olmayan çürümüş kemiklerle kaplıydı. Boş bir alanda, cesetlerden biraz olsun uzakta kendime uyuyabileceğim bir yer yaptım. Orada bir süre kaldım; ta ki yanımdaki ekmek ve su tükenene kadar… Hâlbuki sadece iki günde bir yemek yiyor, çok susamadıkça su içmiyordum; çünkü ölmeden önce yiyecek ekmeğin ve içecek suyun tükenmesi beni çok korkutuyordu. Kendi kendime, Az ye ve az iç, belki de Allah’ın seni kurtaracağı gün yakındır, diyordum.
Yiyecek içeceğimin tükenmek üzere olduğu bir gün, kara kara düşünüp derdime yanarken birden çukurun ağzını kapayan taş kaldırıldı. Uzun zaman sonra ilk kez gördüğüm gün ışığı, gözlerimi kamaştırıyordu. Kendi kendime, Acaba yukarıda neler oluyor? Umarım yeni bir ceset atarlar… dedim.
Sonra çukurun etrafında duran insanlara baktım. İlk önce aşağıya ölü bir adam attılar, sonra da feryat figan ağlayan bir kadını sarkıttılar. İlginçtir ki bu kadının yanında, herkese verdiklerinden daha fazla yiyecek içecek vardı. Herhâlde soylu biriydi. Kendisine baktığımda oldukça güzel bir kadın olduğunu gördüm fakat o, beni fark etmemişti. Cenaze işlemlerini bitiren kalabalık, çukuru kapatıp gittikten sonra elime irice bir kemik aldım ve kadının kafasına vurdum. Çığlık çığlığa bağırdı ve yere düştü. Bense vurmaya devam ediyordum. Ta ki öldüğüne emin oluncaya kadar… Sonra ekmeğini, suyunu ve kendisini süsledikleri pahalı mücevherleri, altınları aldım. Burada kadınları en güzel ziynetleriyle gömmek âdettendi. Bu da benim oldukça işime yaramıştı.
Ekmekleri ve suyu, uyumak için kaldığım kısma götürdüm. Sonra da beni hayatta tutacak kadar yedim ve içtim. Elimdeki az miktarda besini birden tüketmemeye özen gösteriyordum çünkü açlıktan ölmek korkusu beni mahvediyordu. Fakat her şeye rağmen yüce Allah’a inanmaktan asla vazgeçmedim.
Bir süre böyle devam ettim. Aşağıya canlı inen herkesi öldürüyor, ellerinde yiyecek içecek ne varsa alıkoyuyordum. Ta ki bir gün, mağaranın kenarındaki bir yeri kazıyan yaratığın sesiyle uyanana dek. Bu şeyin ne olduğunu merak ediyor, kurt ya da sırtlan olmasından korkuyordum.
Ayağa kalktım ve elime irice bir kemik parçası alıp sesin geldiği yere yöneldim. Benim varlığımı fark eden yaratık, mağaranın içlerine doğru kaçmaya başladı. Tam da tahmin ettiğim gibi vahşi bir hayvandı fakat ben, onu izlemeye devam ettim; ta ki küçük bir ışık hüzmesinin göründüğü yere varıncaya dek… Bir yanıp bir sönen küçük ışık, yaklaştıkça büyüyor ve daha fazla parlaklaşıyordu. Nihayetinde fark ettim ki bu ışık, dışarıya açılan bir yarıktan geliyor. Kendi kendime, Bu yarığın bir sebebi olmalı. Ya buna benzer başka bir çukura açılıyor ya da kendiliğinden oluşmuş bir şey… dedim.
Kafamda bu düşünceyle çatlağın olduğu yere doğru ilerledim. Anladım ki bu yarık, dağın arka tarafında bir yerdeydi. Vahşi hayvanların kazıyarak kendilerine açtıkları bir giriş yeriydi belli ki burası. Hayvanlar buradan içeri girip ölüleri yiyor, sağda solda dolanıyorlardı. Bunu görmek beni kendime getirmeye, hayatım için yeniden ümitlendirmeye yetmişti. Ölümü görüp yaşama dönebilmek… Âdeta bir rüyadaymışçasına yürümeye devam ettim. Oyuğu kazımaya, genişletmeye çalıştım ve nihayet kendimi yüksek bir dağın eteğinde buluverdim. Burası denize bakıyor, adadan bütün girişleri engelliyordu. Bu sebepten de şehirden kimse sahilin bu kısmına ulaşamıyordu. Büyük bir sevinçle Allah’a şükürler ediyor, kurtulabilme ihtimaliyle kendimi cesaretlendiriyordum. Sonra oyuktan içeri girerek mağaraya geri döndüm. İçeride muhafaza ettiğim bütün yiyeceği aldım ve ölülerin kıyafetlerini kuşandım. Cesetlerin üzerinde bulunan altın, elmas, inci gibi bütün pahalı mücevherleri aldım ve hepsini ölülerin kıyafetlerinden yaptığım bohçalara doldurdum. Oradan bir an evvel uzaklaşıp deniz kıyısına ulaştım ve yüce Rabb’im bana merhamet eder de bir gemi gönderir umuduyla beklemeye başladım. Bu arada her gün mağaraya geri dönüyor ve oraya canlı canlı bırakılan insanların yiyeceklerini ve değerli eşyalarını alıyordum. Bir süre böyle oyalandım. Bir gün yine oturmuş kendi derdime yanarken vahşi dalgaların sağa sola savurduğu bir gemi ilişti gözüme.
Bunun üzerine beyaz bir kefen parçası alıp uzunca bir sopaya bağladım ve kıyı boyunca koşmaya başladım. Gemidekiler beni görüp de sesimi duyuncaya kadar tülbendimi çözüp salladım, havaya sıçradım ve koşa koşa bağırdım. Onlar da beni almak üzere küçük bir sandal yolladılar. Yanıma yaklaştıklarında mürettebat bana seslendi:
‘Kimsin? Dağın bu tarafında ne işin var? Neden seni daha önce hiç görmedik?’
Bense, ‘Ben ticaretle uğraşırım. Bindiğim gemi batınca elimdeki mallarla beraber bir tahta parçasına tutundum ve gücümü toplayarak denizde ilerlemeye başladım. Yüce Allah’ın da dilemesiyle binbir türlü sıkıntının sonunda kader beni bu kıyıya ulaştırdı. Sonra da burada beni götürecek bir geminin gelmesini beklemeye başladım.’ dedim.
Nihayet beni sandala aldılar. Mağarada toparlayıp ölülerin kefenlerinden yaptığım bohçalara СКАЧАТЬ