Название: Binbir Gece Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-10-5
isbn:
Fakat o, şunları diyerek incileri kabul etmeyi reddetti:
‘Gemisinden ayrı düşmüş bir adama denk geldiğimizde onu aramıza alırız. Yedirir, içirir, gerekirse giydiririz fakat bunların karşılığında ondan bir şey almayız. Hayır… Nihayet güvenli bir limana ulaşınca da onu oraya bırakır, kendisine para veririz. Ona karşı nazik olur, iyi davranırız. Bütün bunları da sadece ve sadece Allah rızası için yaparız.’
Ben de ona hayır duaları ettim ve uzun ömürler diledim. Burada olduğum için seviniyor, sıkıntılarımdan kurtulduğum için şükrediyordum. Başıma gelen felaketleri unutmaya çalıştım fakat ne zaman aklıma mağarada yaşadıklarım gelse dehşetle titriyordum.
Gemiyle yolculuğumuza devam ediyor, farklı adalara uğruyor, değişik denizlerde dolanıyorduk. Nihayet oldukça büyük olan Çan Adası’nda bir süre oyalandıktan sonra tekrar yola çıkıp Hindistan kıyısında bulunan Kala Adası’na ulaştık. Bu bölge kudretli ve kuvvetli bir hükümdar tarafından yönetiliyordu. Dahası, bu ada kâfur ağacı ve Hint kamışı bakımından da oldukça zengindi. Kurşun madenleriyse oldukça geniş bir alanı kaplıyordu.
Nihayet yüce Allah’ın da dilemesiyle Basra’ya vardık. Burada birkaç gün oyalandıktan sonra Bağdat’a, memleketime döndüm. Büyük bir keyifle evime ulaştım. Ailemi, dostlarımı bir araya topladım. Herkes geri döndüğüm için çok sevinçliydi. Getirdiğim eşyaları depolara yerleştirdim. Fakirlere ve dilencilere sadaka verip dulları ve yetimleri doyurdum. Hayatımın güzel, rahat günlerine geri döndüğüm için sevinçliydim.
İşte bu, dördüncü yolculuğumda yaşadığım maceraların hikâyesidir. Eğer yarın buraya gelmek nezaketini gösterirsen beşinci yolculuğumda yaşadıklarımı da anlatacağım ki o yolculuğumda yaşadıklarım çok daha ilginçtir ve sen, kardeşim Sinbad, her zamanki gibi benimle akşam yemeği yiyeceksin…” demiş Denizci Sinbad.
Denizci Sinbad hikâyesini bitirdiğinde herkesi akşam yemeğine davet etmiş. Sofralar kurulmuş, herkes karnını bir güzel doyurmuş. Sonra da ev sahibi, hamala her zamanki gibi yüz dinar vermiş ve bütün ahali evlerine dağılmış. Evden ayrılan herkes, duyduğu hikâye karşısında uzun uzun düşünmüş. Hamal Sinbad, büyük bir hayret ve neşe içinde geceyi kendi evinde geçirmiş. Gün doğup ortalık aydınlanınca da sabah namazını kılmış ve Denizci Sinbad’ın evine doğru yola koyulmuş. Denizci, onu her zamanki gibi selamlamış ve evine buyur etmiş. Diğer misafirler gelinceye dek de onunla oturmuş. Herkes geldiğinde yeme içme faslı başlamış. Sonrasında da ev sahibi hikâyesini anlatmaya koyulmuş.
DENİZCİ SİNBAD’IN BEŞİNCİ YOLCULUĞU
“Ah kardeşlerim… Dördüncü yolculuğumun ardından nihayet karaya ayak basıp da dinlenmeye ve kazandığım paraların keyfini çıkarmaya başladığımda yaşadığım bütün sıkıntıları ve kederleri unutuverdim; ancak nefsim beni yine ele geçirmişti. Seyahate çıkmak ve farklı ülkeler görmek arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Bunun üzerine bir miktar mal satın aldım ve yolculuk için kıyafetlerimi hazırladım. Bütün eşyalarımı yüklendikten sonra da Basra’ya gittim. Bir süre şehrin kıyısında, limanda dolandım. Ta ki yolculuğa çıkmaya hazırlanan yepyeni, güzel bir gemi görünceye dek… Bahsettiğim gemiyi satın aldım, eşyalarımı yükledim ve yolculuk süresince bana yardımcı olacak bir mürettebat kiraladım. Onları denetlemeleri için hizmetçilerimi ve kölelerimi görevlendirmiştim. Diğer denizciler de belirli bir ücret karşılığında mallarını yüklediler ve yolculuk etmek üzere gemiye yerleştiler. Sonra Fatihalarımızı okuduk ve büyük bir neşe ve mutlulukla yolculuk etmeye başladık. Birbirimize bereketli bir yolculuk ve bol kazanç dilemiştik.
Farklı denizlerde yolculuk edip değişik adalara uğradık. Yolculuk ederken denk geldiğimiz şehirlerin güzelliklerini keşfetmeyi de ihmal etmedik tabii… Böyle böyle ticaretimize devam ediyorduk ki birden ıssız mı ıssız bir adaya vardık. Bu adada yarısı kumlara gömülmüş kocaman, beyaz bir kubbe gördük. Tüccarlar bu kubbeyi incelemek üzere karaya indi ve ne olduğunu bile bilmeden taşlamaya başladılar. Bunun üzerine birden, beyaz kubbenin yüzeyi çatladı ve içinden çok miktarda su ile birlikte yavru bir kuş çıktı. Meğer bu koca, beyaz şey bir yumurtaymış… Adamlar da onu kıyıya taşıyıp boğazını kestiler ve etini yanlarına aldılar.
Bense bu sırada gemideydim. Adamların yaptıklarını hayretle seyrediyordum ki içlerinden biri yanıma gelip bana şöyle dedi:
‘Efendim, gelin de kubbe olduğunu sandığımız şeye bir bakın!’
Bense onlara şöyle bağırdım:
‘Yeter! Durun artık! Yumurtayla uğraşmak başınıza iş açabilir. Olur da Zümrüdüanka kuşu gelirse gemimizi altüst eder, bizleri de mahveder!’
Fakat onlar sözlerime kulak asmadı ve yavru hayvanı kesmeye devam ettiler. Bir süre sonra aniden hava karardı ve güneş ortalıktan kayboldu. Gökyüzü âdeta büyük bir kara bulutla kaplanmış gibiydi. Gökyüzüne baktığımızda bir de ne görelim! Zümrüdüanka, kanatlarıyla güneşin önünü kapatıyor, havanın kararmasına sebep oluyordu. Yaklaşıp da yumurtasının kırık olduğunu görünce dehşet verici bir çığlık kopardı. Bunun üzerine bir tane daha Zümrüdüanka kuşu geldi ve ikisi birlikte geminin etrafında uçmaya başladı. Şimşekten bile daha şiddetli sesleriyle haykırıyor, hepimizi korkutuyorlardı. Ben derhâl reisi ve mürettebatı çağırıp şöyle dedim:
‘Herkes gemiye atlasın ve buradan derhâl uzaklaşalım, yoksa hepimiz mahvolacağız!’
Bütün tüccarlar ve mürettebat gemiye bindi ve hızla ilerleyerek adadan uzaklaşıp açık denizlere doğru yol aldık. Bunu gören Zümrüdüankalar ilk başta uzaklaşıp gitseler de kısa bir süre sonra yeniden görünüp etrafımızda uçmaya başladılar. Koca pençelerinde dağlardan getirdikleri iri kaya parçalarını tutuyorlardı. Birden kuşlardan biri pençesinde tuttuğu taşı bırakıverdi fakat kaptan, ani bir hareketle gemiyi döndürdü ve taş ıskalayarak denize düştü. Taşın düşmesiyle birlikte gemi şiddetle sarsıldı. Bunun üzerine diğer kuş da pençesindeki kayayı bıraktı ki bu kaya bir öncekinden bile daha iriydi. Talih bu ya bu seferki taş, geminin kıç tarafına isabet etmişti. Bunun üzerine gemi paramparça oldu ve içindeki her şeyle birlikte hızla denizin derinliklerine doğru batmaya başladı. Bana gelince, tatlı canım için mücadele ediyor, önümdeki tahta parçasına sıkıca tutunup hayatta kalmaya çalışıyordum.
Gemi, adanın yakınlarında bir yerde okyanusun dibini boylamıştı. Bense rüzgâr ve dalgaların yardımıyla ilerleyip duruyordum. Bu, bana Allah’ın bir lütfuydu…
Öyle bir an geldi ki açlıktan ve yorgunluktan tüm gücümü kaybetmek üzereydim. Ama tam da bu sırada adanın kıyısına ulaştım. Âdeta bir ölü gibiydim sahile vardığımda. Gücümü toplayıp kendime gelinceye dek bir süre kıpırdamadan durdum. Sonra ayağa kalktım ve adayı keşfe koyuldum. Bu ada güzelliğiyle âdeta bir cennet bahçesini andırıyordu. Her taraf, olgun meyveleri olan çeşit çeşit ağaçlarla kaplıydı. Adadaki dereler billur gibiydi ve tertemizdi. İnanılmaz güzellikteki rengârenk çiçekler etrafa müthiş kokular saçıyor, kuşlar cıvıl cıvıl öterek insanın ruhuna âdeta СКАЧАТЬ