Название: 60'lardan Günümüze Azerbaycan Hikâyesi
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-63-8
isbn:
Yürek ne yapsın, ona temiz hava lazımdır, “öz” lazımdır…
Yalnızca bunlar mı?..
İlk öfkem.
Artık biraz dinse de soğusa da geçmemiş benim ilk öfkem, belki artık bir öfke değil, yalnızca düşüncedir? İnsan zarafetiyle ilgili öfkeye benzer bir duygu mudur? Bir his midir?..
Bazen annemin dayısı Abdul adındaki kişi ile karşılaşıyorum. İhtiyarlık iğne ipliğe çevirmiş. Sürekli öksürüyor, öksürüğü de kupkuru. Acıdım ona, çünkü yaşlılıktan kendisini zor gezdiriyor. Hal hatır sorduk, ne de olsa akraba, annemin seksen yaşındaki biricik dayısı…
Şehre çok nadir zamanlarda gelir, bağda yaşar, babadan kalma bir bağ evinde… Asmalar, incir ağaçları, toprağın ve bağın ortasında devasa kara dut ağacı. Ağacın yaşı bir asrı geçkin ama yine de sapasağlam, buraların en büyük ağacı… Dutu da tatlı, hâlen tadı damağımdadır iri, içi ballı tanelerin… Daha çok annemin dayısının oğlunu görüyorum, Akif’i. İşi gücü belli değil, Kâh bir pejmürde kılığında kâh damat gibi, tuzu kuru keyfi gıcırında. Gördüğümde babası aklıma gelir, kalbimde öfkeye benzer bir şeyler kıpırdanır. Akrabalara has selamlaşıyoruz, havadan sudan konuşup hal-hatır soruyoruz! Gelecek sefere, bir dahaki görüşmeye kadar!..
O yıl savaş, nihayet, galibiyet ile sonuçlandı… Cebimiz boş, anneme ise dinlenmek hava su gibi lazım! Yazı şehirde geçirmek olmaz, sıcaktan pişip yanar. Hasta bir kalple seyahate çıkmak da zordur, nereye gideceksin? Nasıl?.. Kalbe üzüm lazımdır, dut lazımdır; ak ya da kara!
Öz dayısına ağız açtı. Durumları fena değil, geliri güzel. Şehir merkezinde bakkal dükkânında çalışıyor. Geçen yıl savaşın kızıştığı zamanlarda, bağdaki güzel, iki katlı evini tamir ettirebildiler.
Ağız açtı.
Hayır hayır, sohbet ikinci kattaki odalardan açılmadı. Dutu da bedava yemeyeceğiz, inciri de. Bize küçücük bir oda lazım, hangi odayı kastettiğimi biliyor musunuz? Merdivenin altındaki, sokağa bakan ufacık pencereli, kuyuya yakın oda. Bu odada evden kimse kalmıyor, burada yalnız ekim dikim işlerine yarayan alet edevat benzeri şeyler var, bunları odun ambarına koymak da mümkün…
Abdul denilen adam suratını astı, karısına baktı… Karısının yüzünde zaten hep bir hoşnutsuzluk vardı, sanırsın, ya patlıcan turşusu yiyor ya limon dilimine gözü kaymış veyahut yağ bağlamış boğazını sivrisinekler dalamış. Sesi de yüz ifadesine uygun, konuşurken sanki ağladı ağlayacak, incinmiş, şikâyet eder gibi.
Annem dayısının hanımı ağzını açarsa ricamızın reddedileceğini anlamış olmalı ki o konuşmadan önce “Odayı bedava istemiyorum.” dedi. Para konusu açılınca çok şaşırdım, çünkü paramızın olmadığını biliyordum.
Akrabam konuşmaya başladı: Annemin dayısı!
Dedi ki: “Odayı başkasına söz verdik. (Adını söyledi, uzun uzadıya onun hakkında konuştu, ‘aksakal bir adamdır’, ‘mümin bir kişidir’, ‘kableyidir’18 ve saire…). Hatta paranın bir kısmını aldık (üç basamaklı bir sayı zikredildi). Tabii çok büyük bir para değil ama yine de paradır, ayrıca harcandı bile, maaşa ise daha çok çok var…”
Annem: “Parasını iade ederiz” diyor, yani annemin vereceği parayı dayısı hemen mümin kişiye iade eder.
Dayı sözünü bitirince, dayının karısı başladı: “Mevzu ‘kapora’ ile ilgili değil, paranın tamamı üzerinedir. Alacağımız parayı da şimdiden borca girip tamamını harcadık, rençber tutup parayı önceden ödedik ki kaçıp gitmesin. Bahçe işi ağırdır; asmalar vs. onların üzümünü de almayacağız! Dut ağacı, dutu elbette parasız bile yiyebiliriz, ne de olsa akrabayız.”
Annem “Bütün parayı ödeyelim…” diyordu.
“Paramız var mı?!” Neden “Yahu dayımsın, böyle akrabalık olur mu?” demiyordu?!
Annem de parayı düşünüyordu: Değerli şalını, babamın ilk hediyesini satar, yüzüğünü rehine bırakır, bir şekilde toplardı bu parayı, yeter ki anlaşabilsinler.
Susup sohbete karışmak istemiyordum, çünkü annem sinirlenir, bakışımla yanan yüreğimin korlarını akrabalarıma saçarım. Ancak annemin dayısı bunu görmüyor, hiddetimi görmezden geliyordu.
O yaz annemin son yazı idi…
Yine de ilk günler bağ havası anneme iyi geldi. Kendisine birden bire iyi hissetmeye başladı. Hatta bir defasında benim yardımım olmadan dağcı bastonuyla ikinci kata çıktı. Merdivenlerden değil, merdivenin kenarından birazcık dışarı taşan taşlardan tutuna tutuna, benim gösterdiğim gibi acele etmeden yukarı tırmandı. Sonra elini uzatıp balkonun tırabzanlarından geçti, diğer tarafa, balkona çıktı. Öyle mutluydu ki!.. Balkondan denize doğru bakıyordu; masmavi, ipek gibi ışıldayan denize hasretle, umutla baktı!.. Sonra başını eğip yukarıdan aşağı beni süzdü. Gülümsedi saçını düzeltip. Tekrar yüzünü denize doğru çevirdi; engin, müşfik, ılık sulu, yumuşak kumlu denizin seyrine daldı. Doymadı da doymadı.
Kalbi de sözünden çıkmadı, dileğine kul oldu, ikilik çıkarmadı, kuzu ki tam bir kuzu!..
Ne yazık ki, tehlike bir kenarda durmuş acı acı gülümsemekteymiş. Bir hafta sonra Ağustos’un başlarında kalp ağrıları tekrarladı, hastalığı şiddetlendi. Aceleyle şehre döndük, annem kendi başına yürüyerek hastane kapılarından geçti, tramvay zillerine boğulan, kalabalık sokağa bir hayli baktı…
Bağa taşınmadan önce parayı annemin dayısı Abdul’e çıkarıp vermiştim. O zamanlar İçerişehir’de yaşıyorlardı, şimdi taşınmışlar. Kendisi seksenli yaşlarda, dal gibi kurumuş kalmış ve karısı; yüzü kırışmış, sesi sızılı, ağlamaklı, sanırsın sivrisinek sokmuş ya da limon dilimi görmüş, sanki onu yiyecek.
İlk küskünlüğüm…
Babamdan kaynaklanmıştı benim ilk küskünlüğüm: boğazım yandı, ağrı yüreğimi darladı, kahırlandım. Yazık ki ağlayamadım, ağlasaydım gözyaşlarım acıyı alıp götürürdü, ya küskünlüğü, onu da eritir miydi?
Ve babamdan küskünlüğüm, onun sağlığında değil, onu defnettikten sonradır.
Öyle bir kırgınlık ki, ne yaparsan yap geçmez, geçmiyor!..
Artık bu küskünlükten eser kalmadı, acısı eridi, zaman onu alıp deniz suyuna karıştırdı, sadece kederi kaldı.
Sokakta yürüyorduk: Annem, bizim “jensovet”19 komşumuz ve ben.
Birden annem durdu, rengi soldu, dudakları buz kesti.
СКАЧАТЬ
18
“Kerbalayi” sözünün konuşma dilindeki formudur.
19
Mahellede olup biten her şeyden haberi olan kadın için, mahalle kadın meclisi üyesi anlamında Sovyet yönetim sistemine benzedilerek kullanılmış bir ifade