Название: Hayma Ana
Автор: Oğulmaya Saparova
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-13-3
isbn:
“Kuşçu Sofi’nin vaktiyle Selçuklu sultanına hizmet ettiğini duymuşlar. Gittiğimizde haberim yoktu. Ancak Sofi ağanın yanına vardığımızda, bu düşüncelerini açığa vurdular. Ben de orada işittim. Sofi ağa onlara; gidin de bu günlerde Kaya Alp’e asker durun, demişti ya yine dinlemediler. Sonradan bana da bir şey söylemediler. Sofi ağa, dağın öbür yüzünden obaya gitmiş olmalı. Gittiği obayı bilmediğimiz için dönüp geri geldik. Yol boyunca karşılaştığımız çobanlara da sorduk, gören duyan yokmuş. Ancak Cüveyn’e gitmiş olmalılar. Çoğan vadisinde önümüze çıkan askerden bir hayli bilgi almışlardı. Ne bileyim, size yeni haberler getirmek için merak ediyorlardır diye düşündüm. Fırsat verirseniz, Cüveyn’e mi gideyim, diyorum.”
“Cüveyn gitmişlerse, siz oraya varıncaya kadar, hangi şehre varacakları belli değil. Ecrihara asker duranlara her yerde eğitim veriyorlardır. İş başa düştü. Artık kendileri gelmezse, onları bulmak mümkün olmaz. Biz de uzak yollara düşeceğiz. Halk bizi bekliyor.
“Onlar, Türkmen Gücünde asker olmak istiyorlardı..”
“Haa.. Türkmen Gücü, Selçuklu sultanının en güvendiği güçtür. Katılmak isteyen herkesi hemen almazlar. Ancak bunların Türkmen olduğunu görünce hassa sipahilar(*) gücüne almış olabilirler. Oradan halkayı has(*) gücüne yaklaşabilirlerse, Miriş işlerine yarar. Ancak Tanatar’a yanarım! Ne eline mızra aldı, ne de mancınık attı. Burla annemin sayesinde eline sapan alıp kuş vurmuş bile değildir. Selçuklu’ya asker durmak kolay mı! Kuşçu Sofi’nin bahadır oğlu Dağbaşı’n babası, dedesi, atası Sultanın sipahi buzgurt(*) görevlerinde bulunmuş olsalar bile, kendi gücüyle alt yılda Türkmen Gücüne girmiş ve hayl başı(*) olabilmiştir. Ah, ayran beyinli oğlanlar; “hazır aşın iyesi, nişanlı kızın eri”olacakken!.”
Süleyman’ın, Okçu Dağbaşı adının anılmasıyla birlikte üstünden kaynar sular dökülmüş gibi oldu. “Ben, Okçu Dağbaşı’n kızı, Kuşçu Sofi’nin torunu Nurbike’yim!” sesi, kulağında çınladı. Babasının yüzüne bakıp;
“Siz, Okçu Dağbaşı’yı tanıyor musunuz?”
“Evet.. Çocukluğumuz aynı yerde geçti. Yayı çektiğinde, eğri yayı doğrulturdu. Attığı ok hedefe dosdoğru saplanırdı. Küçüklüğünde Nişabur’da, Nizamiye mektebinde eğitim almıştı. Babası obaya getirdiğinde, geniş oba dar göründü. Ayağını bağlarsak alışır, diyerek Tutuş beyin kızı Çiğildem’le evlendirdiler. O garip de doğum sırasında öldü. Bunu bahane edip çekip gitti sultanın hizmetine. Zaman zaman kızını görmeye geliyormuş, diyorlar. En son ne zaman geldiğini Allah bilir. Ha, ne oğul! Senin de Miriş ve Tanatar gibi askerliğe gitme niyetin varmış gibi soruların çoğaldı ya?”
“Yok, yok.. Ben sadece Sofi dededen duydum da; sekiz yıldır gelmiyor, demişti.”
– “Evet, öyledir. Asker olduysan, emir kulusun. Hangi diyarlardadır, kiminle savaşırlar bilen yok. Tanatar ile Miriş’in geleceği de onlar gibi olur…”
Dışardan gelen at sesleriyle birlikte baba-oğul çıktılar. Eve yaklaşan dört-beş atlının arasından her bir omzuna insan oturur gibi iriyarı adamı, ikisi de tanıdı. Süleyman koşup atının yularını tuttu.
Bu gelen konuk, daha doğrusu göç yolcusu Çakır Bayat idi. Misafirlerin atlarını at yatağına götürüp sulayıp yemlediler. Süleyman, Çakar Bayat ile gelenlerin ellerine su döktü. İzzet hürmet ettiler. Çakır Bayat ilkin Süleyman’ın yüzüne bakıp;
“Oğul! Dostlarını tek başlarına koyvermişsin!” dedi. Süleyman önceleri anlayamasa da sonradan sözün Tana-tar ile Miriş hakkında olduğunu kavradı.
“Siz onları gördünüz mü Çakır ağa?”
“Evet. Geçen akşam gece yarısı benim eve geldiler. Nişabur’a gidiyoruz, dediler ancak ben, şu dar zamanda sizi hangi iş için gönderdiler, dediğimde yüzleri kızardı. Sonunda rahmetli Gündoğdu’nun oğlu dillendi: “Çakır ağa, biz sultana askerliğe gidiyoruz. Evdekilere de söylemeden çıktık. Göç vaktinde izin vermezlerdi. Öylece yola çıkıverdik.” Dedi. Onları alıp getirmek istedim. “Asker olmak istiyorsunuz ancak yol uzak, eşkıya-talancı dolu. Yollarda rehber de gerek, ok atan da” dedim. Kendilerine pek güveniyorlardı. Yaşlılığıma dayanıp kızdım, ağır laf söyledim: Asker olmak basit bir şey değildir. Gidip gelmemek var, şehit olmak var. Geri dönmek nasip olursa da ardınızda kalanların, annenizin, babanızın, ağabeyinizin dünyada olup olmayacağı var. ‘Ecel kayıp; yüz, nikâh kayıp’ derdi atalarımız. Bir kiminle yüz yüze görüşeceğini, bir de kiminle evleneceğini ve ne zaman öleceğini bilemezsin. Yola helalleşip, dua alıp çıkmak lazım yiğitler, dedim. Eve gelen misafire bundan fazla söz desen yakışmayacak. Tan ağarırken, Nişabur’a deyip yola çıktılar. Şu an Aladağ’dan aşmışlardır. Onları yola salıp biz de buraya geldik. Kimseye haber vermeseler de sana söylemişlerdir demiştim.”
“Yok, Çakır ağa, bana da söylemediler. Bizi de zor durumda bıraktılar.”
“Oğul, sen git ninene ve Keyik hanıma haber ver. Çakır Bayat’ın obasına varmışlar; askerliğe gidiyoruz, deyip sabahtan ayrılmışlar. Çakır ağa alıp getirmek istese de ikna edememiş, de..”
Süleyman’ın getirdiği haber, Keyik bacı ve Burla hanım için beklenmedik şey değildi. Yine de yüreklerine biraz su serpilmiş gibi oldu. Sağ olduklarına dair ilk haberdi bu. Keyik hanım ağlamaklı olsa da kocası teskin etmeye çalıştı:
– “Önceleri kuş olup uçtu mu, ceren olup kaçtı mı diyordun. İşte şimdi al sana haber. Oğlumuz, yolunu kendisi seçmiş. Demek ki kendine yeten koç yiğit olmuş. Sultan askeri olup halka yararı olursa, bize de takdire boyun eğmekten başka çare kalmaz. Bir gün görürsün ki oğlum Miriş sipahi olarak gelir şu eşikten.”
“O zamana kadar bu eşik, bu çadır kalacak mı Miriş’in babası? Göçümüz sırtımızda!”
“Yok, Miriş’in annesi, oğlumuz gelinceye kadar bu eşik de durur, bu ocak da. Obadan dışarı bir adım atmayız. Oğlumuz peşimizden gelip aramaktansa, ocağımızı koruyup beklememiz daha iyidir. Yedi çocuk doğurdun, hiçbirine kıvanmak nasip olmadı. Yedi çocuktan sonra Miriş bize umut oldu. Nerelerde ki, bizi arıyor mu ki diyerek göç yolunda yürüdüğümüzden, ne zaman gelir ki diyerek kendi ocağımızda beklediğimiz daha iyidir.”
Keyik hanımın isteği de buydu. Başka diyarlara gitmek istemiyordu. Bu ormanlık yerde, ağaçların arasında dünyaya gelmişti. Rahmetli annesi, kızım büyüdüğünde kapı kapı gezen olmasın, köyden uzaklaşmasın inancıyla Keyiğ’in kesilen göbek bağını kara çadırın ortasına gömmüştü. Salıncağı, işte şu meşe ağacının gölgesine kurulmuştu. Göbeği evde kesilen Keyik, evcil kız olup yetişti. Edepli, terbiyeli, on parmağında on hünerli bir kız olduktan sonra, yengesinin dediği gibi tanımadığı bir delikanlıya âşık olmuştu. Bunu yengesinden başkasına da söyleyemedi. Çeşmeye suya giderken gördüğü genci hiç aklından çıkaramayan Keyik, aşkını yüreğine gömdü.
Eli becerikli bu güzel kızı, boyu yeter СКАЧАТЬ