Название: Hayma Ana
Автор: Oğulmaya Saparova
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-13-3
isbn:
“Toprak bırakılır mı? Gelmiş geçmişimi, toprağa verdiğim yavrularımı, sevgimi paylaştığım çeşmeyi, salıncak kurduğum ağaçları bırakıp nereye gideyim. Şimdi de Miriş oğlumu beklemeliyim.”
Keyik hanım bunları düşünürken, birdenbire içini dışa döktü:
– “Gitmeliyiz, Miriş’in babası; obamızı ardımızda koymalıyız..”
– “Keyik! Yoksa bırakıp gitmek aklımda yoktu baştan. Miriş bir bahane oldu. Çakır Bayat’ın dediği gibi, ya dönüp gelirse!?”
Üç gün umutla beklediler. İt ürüse çıktılar, at kişnese baktılar. Ne Miriş’ten, ne de Tanatar’dan bir haber yoktu. Süleyman yola çıkmadan önce Gökkaya’ya varıp teselli bulmaya çalıştı. Kayanın eteğine çıkıp bütün gücüyle bağırdı:
“Tanatar! Miriş! Sizi nerede bulayım şimdi. Tanatar, aaaataaar! Aarr.. Miriş, irişşş, işşşş.
Nurbike! Sen nerdesin? Seni görebilecek miyim? Nur-bike, Bike… Keeeee..”
Süleyman’ın sesi uzun bir süre Gökkaya’da yankılanıp durdu, yankılanıp durdu. Gözlerini kollarıyla silerek gerisin geriye koştu. Sesi, ardından kovalıyor gibiydi:
– “Tanatar! Miriş! Nurbike! Sizileri görür müyüm!?”
Göç kervanı yola hazırlandı. Obayı terk etmeyecek olanlar belirlendi. Koyun, keçi sürülerini götürmeyecek olanlar vardı. Küren obasının yarısı yola koyuldu. Bir kenarda Ataman’dan kalan kara ev de sökülmemişti. Burla nine “gitmem” deyip ayak direyenlerdendi. Kaya Alp, yaşlı annesini koyup gitmek istemediği için çok yalvardı.
– “Ben, obalardan gelenlerin, yola düşenlerin yolbaşçısıyım, ardımızda yol yok, gidelim.” dese de fayda etmedi.
“Yarı yolda ölürüm. Uzak uzak yollara dayanamam oğul! Yaban elde, yol boyunda bir mezar bulmaktansa, işte bu kendi evimde, obamda, komşularımın arasında kalayım. Baban rahmetliyi bırakıp gitmeyeyim. Moğol gelse benim gibi bir yaşlıyı ne yapsın. Öldürseler, leşim yük olur onlara. Gözümü açıp gördüğüm kara dağlarımdan beni ayırma oğul!”
Burla nine, Keyik ile birlikte Tanatar’ı beklemek niyetinde idi. Mergen: “Oğullarımız gelirse, onları da alıp biz de geliriz. Burla nineyi hiç merak etme. Ben de bir oğlu sayılırım.” diyerek Alp Kaya’yı rahatlattı. Burla nine arkaları sıra dua etti:
“Yolunuz ak olsun. Yoldaşınız Hak olsun. Dara düşseniz Hızır, susasanız Elyas yetişsin. Orta yolda atınız bırakmasın. Düşmana boyun eğmeyesiniz. Sağ gidin, esen varın. Ehli Kayıları Kaya Alp’e, Kaya Alp’i de Allah’a emanet ettim. Alnınızı Hak açsın…”
Göç kervanı ağır ağır dem alıp yola koyuldu. Kaya Alp, Kayıların önüne düşmüştü. Kalecik’ten uzaklaştıkça herkesin içi sıkılmaya başladı. Geçmişlerini geride bırakıp gidiyorlardı. Peşlerinden biri gelip; “Geriye dönün, Moğol’un geldiği yalan oldu!” diyecek gibi bir ruh hali içindeydiler.
Türkmenler, göç görmemiş bir halk değildi. Ancak onların göçü başı çimenli, güllü-çiçekli yaylalara olurdu. Sulak, otlak yerlere her yaz göç ederlerdi. Koyun kuzu melemesi, çocukların eşeklere binip kovalaşmaları, gelin kızların yol boyu çiçeklerden buket yapmaları, gençlerin at yarıştırmalarından ibaretti.
Şimdiki bu göç, o göçlere benzemiyordu. Sessiz, buruk, sıkıcı, neşesiz bir göçtü. Öyle geliyordu ki onlardan geri kalmayarak, kara dağlar da peşlerine düşmüş geliyor gibiydi. Dağlar sıra sıra, kervanın yanı sıra sanki birlikte gidiyordu. Hatta koyun ve keçiler de yabancı yerlere gittiklerini bilircesine gönüllü gönülsüz otluyordu. Belki de göçerler içlerinden öyle hissediyordu…
Ağır göç, ilk yolunu Hazar yakasından almak istedi. Öncüler, yolun güvenli olmadığını söylediler. Haşhaşiler(*), Selçuklu düşmanıydı. Birkaç gün karanlık dağlardan geçtikten sonra, nerelerde yatıp kalktıklarını bilemediler. Haşhaşilerin en çok göründükleri yer, Hazar kıyılarıydı. Mekânları ve kaleleri belli bile değildi. Selçuklu sultanlarını öldüren Haşhaşilerin Türkmenleri de sağ koymayacakları belliydi.
Kaya Alp, yolunu Bestam’ın üstünden geçirmeyi uygun buldu. Habercileri Hoşyaylak yoluna gönderdi. Bu yol, Rey’e varmak için en kısa yoldu ve Horasan’dan, Harezm’den, Hindistan’dan gelen büyük yolun, İpek Yolunun üstüydü. Yol, gece-gündüz kervanlı ve korumalıydı. Yol boyunca kervansaraylar ve şehirler vardı. Ayrıca Çakır Bayat’ın yolbaşçılık ettiği, ‘Goşa(*) Değirmen’den çıkan göçle birleşilecekti.
Hoşyaylak, göçerleri hoş karşıladı. Tepelerde henüz erimemiş kar olsa bile, dağ havası yumuşaktır. Hoşyaylak’a yaz geç geliyordu. Oğuz hanın sefere çıktığında en sevdiği yerdi bu yaylaklar. Yemyeşil otlardan seçip seçip yiyen koyunlar, keçiler meraya yayıldı. Çocuklar sevinçten uçtular, yaylağın tadını çıkardılar. Kadınlarsa hemen yere tandır kazıp günlük işlerine koyuldular, kendi aralarında fısldaşmaya, sohbet etmeye başladılar:
“Süleyman’ın annesi! Bu yaylak çok iyiymiş. Moğol, buraya da geldi mi ki?”
“Burada bir yıl kalabilsek, eğer Moğol gelmese; izimizden Kalecik’e dönmek için bir menzilmiş.”
“Yurt tutulacak yermiş burası ama bizimki gibi meşesi, çınarı, söğüdü, akça ağacı, ok ağacı yokmuş..”
“Oğuz Ata’mız çok severmiş, Hoşyaylak adını da o vermiş..”
“Bana göre de, doğrusu hiçbir yeri, Kalecik’in bir taşına değişmem. Üstümüze eğilip duran Beyli Dağı’nı görmek yine nasip olur mu ki bize?”
Son kadının bu konuşmasından sonra sesler kesildi.
Herkes kendi işiyle uğraşmaya başladı.
Uzaktan gelen iki atlının kendilerine taraf yöneldiklerini gören çocuklar gelip haber verdiler. Atlılar yakına geldiklerinde Kaya Alp ile Çakır Bayat karşıladı. Onlardan biri bozuk bir Türkçe ile konuştu:
“Uğur ola, hayrola mihmanlar! Bizim obaya gelesizmi?”
“Yok. Bizler yolcuyuz, göçeriz. Hiçbir obaya yük olmak istemeyiz. Daha arkamızdan gelenler var diye bekliyoruz. Siz kimsiniz?”
“Biz, bu taraftan, Ebr obasından. Sizde satılık koyun, keçi var mıdır?
“Ay, bizde satılık mal yok. Yolda yetecek kadar. Doğacak olan olursa, yol azığımız olur. Baksana, çoğuz.”
“Satsanıza. Biz alıcıyız. Uzun yollara bunlarla çıkmak zor olur sizin için.”
“Ay! СКАЧАТЬ