Hayma Ana. Oğulmaya Saparova
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayma Ana - Oğulmaya Saparova страница 5

Название: Hayma Ana

Автор: Oğulmaya Saparova

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-13-3

isbn:

СКАЧАТЬ seni Ballıkaya’nın eteğinde buldum. Ya ot-ilaç toplamaya gelmişsindir ya da kuş avlamaya. Kayadan düşmüşsündür desem; diken batar, her yerin kulak gibi şişerdi. Kaplan dalamıştır desem, pençe yok, tırnak izi yok. Sel suyuna kapılmış olmalısın ki bütün vücudun balçıktı. Kurt tabip de gelip gördü. İki güne kadar ayağa kalkar, dedi. Hadi şimdi şu sıcacık keklik çorbasını iç, kendine gel. De bakalım, sen kimsim? Nerden gelip, nereye gidersin?”

      “Ben iki gün mü yattım? Siz kırık-çıkık tabibi misiniz?”

      – “Ay, iki gün daha yatarsan, ben de tabip olurum. Hadi, sen bir dayan yeter ki.”

      Süleyman’ın, yoldaşlarıyla dağ başında yağmur altında kaldığında onları yatırıp kendisinin uykusuzluk çektiği aklına düştü. Tan vaktine yakın, sel biraz olsun yavaşladı mı ki diyerek çevreyi dolaşırken, ayağı kayarak dereye yuvarlanıp gittiğinden ve sele gark olup telaşlandığından başka bir şey hatırlamıyordu. Sel suları Süleyman’ı uzağa alıp götüremese de sisin-pusun içinde bir hayli yatmıştı. Bir süre kulağına arkadaşlarının sesleri gelmiş, zamanla kesilmişti. Orada ne kadar kaldığını, buraya kimin getirdiğini, burada ne kadar yattığını bilmiyordu.

      – “Seni bizim köpeğimiz Alabay bulmuş. Ürkmüş, konuşacak gibi olmuş hayvancağız. Torunumla seni eşeğe bindirip güçlükle getirdik buraya. Bugün ikinci gün değil, üçüncü gün oluyor yatışın. Hadi, şimdi otur. Kurt tabip; yaşı kaç ise, yaşı kadar yatarsa iyileşir, dağ ilacından içiversin, demişti.”

      – “Yok.. Ben yirmi iki gün yatamam ki! Benim ardımda bekleyenlerim var. Babam beni bir iş için Cüveyn’e göndermişti. Yoldaşlarım nerede? Karayel’im, can yoldaşım beni bırakıp gitti mi? Ne olursa olsun, ben obama gitmeliyim.”

      “Beh! Sen hangi obadansın? Kimin oğlusun?

      “Kalecik’ten, Kayılardanım! Kaya Alp’in oğlu Süleyman..”

      “Kalecik’tenim desene oğul. Kalecik, benim dayı tarafımdır. Burla teyzenin torunuyum desene! Beh! Daha yatman gerekiyor ancak iş acilmiş madem, ne yapıp edip seni yola salmalıyım. Bugün hava açıldı, yol iz müsait. Obanız da uzakta değil. Seni at arabasına bindirip gönderirim. Yola çıkmadan önce, şu sıcacık keklik çorbasını bitir bakalım.”

      Süleyman’ın boğazından bir şey geçmedi. Aklı fikri yoldaşlarında idi. Eğer onlara bir şey olacak olursa, obadaşlarının yanında, ana-babalarının yanında, Burla ninenin yanında yüzü kızaracak, küçük düşecekti. İhtiyar, Süleyman’ın koltuğuna girip dışarıya çıkardı.

      Dışarıda at arabası hazırlanmıştı. Süleyman’ı, üstüne saman döşenmiş at arabasına yatırdı. Kırık ayağını kımıldamayacak şekilde berkitti. Atı sürecek ‘kişi’ye talimat verdi:

      – “Atı yavaş sür, yaralı bacağa zarar vermesin. Kumlu-topraklı yerden git, taşlı yerden gidersen yarası açılır. Kısa yolları biliyorsun, akşama yetiş. Yanına ok ve yay al. Bu günlerin havasına güvenilmez. Öğlenki yağış birdenbire gelebilir. Alabay’ı da yanından ayırma kuzum. Sağ salim git gel. Bu yiğidi yerine ulaştırıp dön balam…”

      Ata arabası yavaşça ilerlemeye başladı. Obadan çıkıp dağlık yere geldiklerinde eşlikçi genç, değmeyeyim dese de, arabanın tekeri taşlara değiyordu. Kaşlarını çatan Süleyman, atın yularını çekene seslendi:

      – “Taşsız yerden git diye söylendi sana. Obaya varıncaya kadar sağlam yerlerimi de yaralayacaksın bu gidişle. Dedenin sözünden çıkıp, gönülsüz gönülsüz götürüyor gibisin! Daha at sürmesini de bilmiyorsun.”

      Süleyman ne kadar söylenip dursa da, ondan yana dönüp bakmadı bile. Süleyman dirseğine dayanıp at üstündeki yiğdekçeyi(*) seyretti. Atın yularına sıkı sıkı yapışmasını, kalpağın altından görünen incecik boynunu, yuları bırakmamak için iki yanını öne doğru itişini seyrederken içi daraldı.

      – “Vah.. Dili lal, kulağı da sağır galiba bunun!”

      Süleyman’ın sesini çıkarmadan, ağrısına dayanarak gitmekten başka çaresi kalmamıştı. Yattığı yerden obaya yaklaştığını fark ediyordu. ‘Gurbakgalı Kak’ın yanındaki Ulu Mazı’dan geçtik. Kanlı Çeşme’den geçtik. Baba Kızıl Evliya’dan geçtik’ diye diye yattığı yerde, kendi kendine konuşup dururken, öğleyi geçerken obanın sınırına girdiler.

      Kaya Bey, yanına atlılarını alıp biraz önce obadan çıkmış, geliyordu. At arabasıyla karşılaştığında, üzerinde oğlunu gördü. Atının başını çekti. Oğlu dirseklerine dayanarak oturuyordu.

      “Demine değmemiş, buna da şükür!” diyerek, hızla attan inip oğlunu kucakladı.

      At üzerindeki delikanlı, başıyla onları selamladı. Arabayı eve yaklaştırıp Süleyman’ı indirdiler. Onu da eve davet ettiler ancak yine, sesini çıkarmayarak sağ elini sol göğsüne koyup arabasına bindi. Süleyman, annesine seslendi;

      – “Ana! Bu, sağır galiba. Siz ona işaret ile anlatıverseniz.”

      Yiğdekçe birden Süleyman’a gözaltından bakarak anlamlı anlamlı yılıştı. Yanaklarında kızıllıklar peyda oldu. Kaşları gerildi. Süleyman’ın da güleceği tuttu:

      – “Bu kız yüzlü eşlikçiden hiç hoşlanmadım. Baksana, üzülecek yere yılışıyor. Yine de doğrusunu söylemek gerekirse, yolları iyi biliyormuş, üzmeden getirdi.” diye söylendi.

      Arabacının yanına bir tandır çöreği ve bir kolca sarı yağ alarak gelen ve onu ‘Tanrı yalkasın’(*) duasıyla uğurlayan Burla nine, torununun başucundan ayrılmadı. Merhemini ne Aysenem’e, ne de Kaya Alp’e emanet edemiyordu. İlacı kendi çaldı, yarayı kendi sardı.

      Başına üşüsenlere, başından geçenleri bir bir anlatıp yorulan Süleyman, bu arada, Burla nineye, Kuşçu Sofi’nin selamı olduğunu söyledi. Burla nine donup kaldı, Süleyman’a diklenip baktı.

      “Kuşçu Sofi mi dedin? Seni, Sofi mi iyileştirdi. Bu gelen sağır yiğdekçe onun torunu mu?”

      Süleyman, ard arda gelen sorulara karşılık vermedi. Nedendir bilinmez, aklına, iki yanağı kızarmış, üstündeki elbiselerine, ayağındaki ayakkabıya gücü yetmeyen, Kuşçu Sofi’nin yanına kattığı genç düştü. İçinden; “Yanına ok ve yay alan kişiye, yayı çekmeye gücün var mı desene!” diye geçirdi.

* * *

      İKİNCİ BÖLÜM

      “Göçe Göç Eyledi Gönül Kervanı…”

      Ey ağalar kurdu gördüm,

      Kurt yerinden durdu gördüm.

      Ben ağlaman kim ağlasın,

      Yâr göçen şu yurdu gördüm.

      Tabibin dediği gibi, Süleyman’ın kırık yerleri yaşına göre, yirmi iki günde iyileşti. Burla nine, kaya kenarlarından toplanıp kaynatılmış ilacı, torununa içirdi. Süleyman’ın ayağa kalktığında önceleri ata binmeye, СКАЧАТЬ