Gelecek koşularda Ak Taban’ın üstünde otururken kurallara tam uyacağına söz verip, yukarı kata çıktı Rüstem. “Düğüne gitsem mi, diye düşündü, pencerenin önünde durup…
Karanlığa gömülmekte olan dağlara baktı. Orada, dağlarda, Gülara’nın güzel gözleri göründü. Kulaklarında onun çekingen sesi çınladı: Siz? Benimle mi? derken dudaklarında hoş bir tebessüm oluşmuştu. “Gülara sen nasıl da güzelsin!” diye fısıldadı kendi kendine.
Düğüne gitmedi, sedir üzerine sessizce uzanıp yattı. Teselli’de olabilecek görüşmeyi hayal etti. Gelir mi acaba, diye kendi kendine sordu ve hemen cevap Verdi, belki gelir! Gelse… Pekiyi ama evvelden beri mukaddes olan kuralları bozmaya nasıl cesaret eder? Hayır, çok düşünmeye gerek yok. Gülara cahil bir ailede yetişmedi. Babası öğretmen okulunu bitirdi. Petersburg’da okudu ve çalıştı. Oraya karısını ve çocuklarını çok defalar götürdü, orada yaşadılar. Gelir!.. Gelir!
Teselli köy kenarında, dağ içinde, kaynak bir pınar. Görüşmek için gayet uygun bir yer, Gülara şimdi güğümünü eline alır, pınardan su almaya gelir. “Neredeydin, diye sorar ona anası, “Su almağa vardım” diye cevap verir, vesselam!
Gözyaşı gibi arı, çini gibi parlak, buz gibi soğuk su içmek isteyen insanlar bir mil uzaktaki Teselli’ye varmaya erinmezler. Vay, o su! Yerin derinliklerinden ufak çağıltılarla kaynayan, gizli sesler çıkaran o acayip su! Böylesi yalnız Bademlik’te var. Ve ona, o pınara ikindi vaktiyle akşam namazı arasında gidilir.
Köyün üstündeki yüksek dağlar Buyka ve Gotfrid’in tepesine alacakaranlık iyice çökmeye başladığı zaman, Rüstem Teselli’ye yollandı. “Henüz erken, lâkin sabrım kalmadı” dedi kendi kendine, dar sokakta yürürken.
Lâkin boşuna öyle düşündü. Sivri kaya yanındaki dar aralıktan geçerken Gülara’yı gördü. Genç kız bakır güğümü kumla ovmakla meşguldü. Rüstem’in ayak seslerini işitince arkasını döndü ve onu çoktandır beklediğini sezdirmemek için güğümü çarçabuk pınarın altına soktu.
– Geldiniz, öyle mi Gülara, dedi Rüstem. İçindeki heyecanını gizlemeye çalıştı. Ben korktum, gelmezsiniz sandım. Çeşme meydanında ricama cevap vermediniz!
Kızın kaşları çatıldı. Gözlerinde korku sezildi.
– Lakin red de etmedim… dedi.
– Elbet reddetmediniz. Onun için teşekkür ederim, Gülara!
– Ben uygunsuz davrandım. Erkek ile görüşmek için Teselli’ye geldim. Bu töreye uygun değil.
– Töreler, evet! Lakin Gülara, ben sizi çok görmek istedim! Rüstem şaşırdığından sağ potininin ökçesiyle yeri oydu, sonra yeniden üzerini kapattı. Kuralları sen değil, ben bozdum!
– Bugün siz herkesi geçtiniz, dedi Gülara: yastıkçığı kazandığınız. Siz kahramansınız!
– Ben bahtlıyım. Yastıkçığı kazanmamış olsam, ellerinizden o çiçekleri alamayacak ve o hoş sözlerinizi işitmeyecektim. Kısacası, sizi bulamazdım.
– Siz beni kayıp mı etmiştiniz?
Bu sual Rüstem’i çaresiz bir vaziyete soktu. Ne diyeceğini bilemedi. Kız bu köyün içinde doğdu ve onsekiz yıllık ömrünü burada geçirdi. Rüstem bu vakte kadar Gülara ile karşılamayı arzulamış mıydı? Hayır. Ne onu düşünmüş ne de bir başkasını hayal etmişti. Evlilik onun hiç aklından geçmemişti. Selahattin ağanın sert kanatları altında büyümüş olan Rüstem aşkı hiç düşünmemişti. “Dağa git! Odun getir! Atları çayıra sür!” Birbiri ardına hergün olup duran bu işlerden aşkı düşünmeye hiç vakti kalmamıştı. Nereden bilecekti bu zarif duyguları? Duyguları sessizce uyuyordu. Fakat her şeyin bir vakti var. Genç kız ona kırmızı karanfilleri verince önce onda tatlı bir heyecan uyandı. Kalbinde susup duran sevgi gözlerini açınca da Gülara’yı gördü.
Kız pınarın altından güğümü çekti ve üzerine yapışan ıslak kumu yıkamaya başladı.
– Yok. Ben sizi yeni fark ettim, diyebildi Rüstem.
Bu sözleri işitmek Gülara’nın çok hoşuna gitmişti, ama biraz da kayıtsızca gelmişti, utandı. Utandığı için başka lafa geçti.
– Erkek kardeşim size çok kızıyor, diye ortaya laf attı Gülara, Ne yaptınız ona ?
– Bir şey de… şaka yaptım. Atı geride kalmasın diye onun atına iki kez kamçı vurdum. Bunun için darılmak olur mu?
– Atı tökezlemiş, yığılıp kalıyormuş
– Bunu fark etmedim, dedi Rüstem.
Genç kız sustu, kardeşiyle ilgili laf açtığına pişman oldu.
– Gülara, dedi Rüstem, ne konaşacağını kendisi de unuttu. Siz ormana kızılcık toplamaya gidiyor musunuz?
– Niçin soruyorsunuz?
– Ben yarın dağa gideceğim. Belki siz de katılırsınız. Veyis, siz ben üçümüz.
– Fena olmazdı. Lâkin annemi ikna etmek güç
– Neden?
– Dağda kaçaklar çok diyorlar.
– Korkuyor musunuz? Hepsi köyümüzün gençleri. Eğer onlarla karşılaşacak olursak sadece yiyecek isterler.
– Siz onları hiç gördünüz mü, Rüstem?
– Gördüm. Babamla dağa giderken evden ekmek götürüyoruz. Eğer onları görmezsek, Selim dayının kulübesinin yanındaki kayın ağacının dibine bırakıyoruz, sonra kendileri gelip alıyorlar.
– Her gün cepheye adam gönderiyorlar, dedi kız düşünceli, düşünceli. – Yalnızca gençleri değil… Belki yarın birgün babamı da alırlar diye korkuyorum. Diyorlar ki, Ekrem Bey, köyümüzden kırk adam göndermeye söz vermiş. Rus çarının gözüne girmek ister. Allah, bu dangalağın belâsını versin!
– Cepheye kırk adam daha gitse, onun tarlalarında tütünü kim toplayacak? Kim kurutacak? Sabahları onun çayırlarını biçmek için köyün yarısından fazlası yollara düşüyor. Mevsimlik işler için yüzlerce Ukraynalı geliyor. Cenge kimleri yollayacak?
– Ondan memnun olmayanları…
– O bir tek Kâzım Bey’den memnun. O da tütün toplamaz
Bu arada kaya ardından bir atın ayak sesleri ve birilerinin konuşması işitildi. Gülara aceleyle ayağa kalktı ve güğümü alıp uçuruma asılı sokaktan aceleyle eve döndü.
II
Savaş devam etmekteydi. Köyün gençleri cepheye gittiler, ahali için yaşamak ölümden beter oldu. İhtiyaçlar, Dülger СКАЧАТЬ