Türk-Moğol Mitolojisi. Akedil Toyşanulı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk-Moğol Mitolojisi - Akedil Toyşanulı страница 11

Название: Türk-Moğol Mitolojisi

Автор: Akedil Toyşanulı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-78-7

isbn:

СКАЧАТЬ bileşik kelimeden türemiş olabilir. Kazaklarda eski zamanlarda, sevinildiğinde Ak tüyenin karını jarıldı. [Ak devenin karnı yarıldı.] diyerek devenin karnını yarıp kurban verme geleneği vardır (Velihanov 1961: 477). Dünya halklarının çok tanrılı mitolojisinde alp kahramanlar kurban verilip parçalandığı zaman uçsuz bucaksız kozmosun oluştuğu şeklinde tipolojik bir anlatı vardır (Meletinskiy, 1976: 202-204). Bu şekilde Türk-Moğollarda devenin parçalara ayrılmasından yani bütünün parçalara bölünmesinden on iki hayvanlı takvim oluşmuştur şeklinde bir ima, sırlı bir kinaye görülmektedir.

      Kazaklar ve Moğollarda sık rastlanılan “Devenin cinsel organı neden geriye doğrudur?”, “Sığırın böbreği neden pürüzlüdür?” şeklindeki mitler de en başta “genel ile özel”in bölünmesinden ortaya çıkmıştır. Moğollardaki metin şu şekildedir:

      “Eskiden Tanrı hayvanlara cinsel organlarını paylaştırmış. Uzun kulaklı eşek hepsinden önce haberi duyup erken varmış ve en uzun cinsel organı almış. Deve ise kibirlenip “Tanrı benim boyumun uzunluğunu onsuz da biliyor. Bana en büyük organı bırakır.” diyerek geç gitmiş. Böylece herkes kendi organını götürmüş, bir tek kır eşeğe layık kısa bir tanesi kalmış. Deve bunu görünce “Böyle bir organı alıp maskara olmaktansa bırakayım deyip öfkelenmiş, geri dönerken Tanrı ‘İster al, ister alma.’ deyip ardından fırlatmış. Organ deveye ters bakar şekilde yapışıp kalmış. Devenin organının ters olmasının sebebi bu imiş.” (Tserensodnom, 1989: 95; 21: 77).

      Bu mitte “eşek-deve”, “alçakgönüllü-kibirli”, “uzun-kısa”, “düz-ters” kavramları karşılaştırılıp eşek ile devenin organlarının özelliği tasvir edilmektedir. Şimdi “Sığırın böbreği” konusunun Moğollardaki örneğini verelim:

      “Eskiden Tanrı hayvanlara böbrek dağıtmış. O zaman tembel sığır yavaş hareket edip geç gelmiş. Böbrek de bitmiş. Önce gelenler iyilerini alıp gittikleri için Tanrı onlardan kalan kırıntıları karıştırıp sığıra vermiş. Bundan dolayı sığırın böbreği pürüzlü, kırıntılı, karakteri de değişken olmuş.” (Tserensodnom, 1989: 88).

      Kazak varyantı da aynen bu şekildedir (Mınjanulı, 1996: 132).

      Aslında Kazaklarda sığırın böbreğini yemek yasaktır. Çünkü halk “Onda helal olmayan domuzun da böbreğinden ekleme vardır.” demektedir. İşte eski dönemde totem hayvanın etinden yemek yasaklanmıştır (Propp, 1986: 155). Demek ki sığırın böbreğine belirli bir derecede kutsal kabul edilen totem hayvanın (geyik, kurt, ayı vd.) organlarının parçası da karıştırıldığı için onu yemek en başta sert bir şekilde yasaklanmış olmalı.

      Tavşan hakkındaki mitte de hayvanların birbirinden, tabiattan hiç ayrılmadığı kısacası âlemin yaratıldığı dönemi görmekteyiz. Bu konu sadece Kazaklarda bulunmaktadır:

      “Yeryüzündeki bütün hayvanların yaratılışı tamamlandıktan sonra tavşan yaratılmış. Bu sebeple on iki organını kendisinden önce yaratılan hayvanlardan istemiş. Tavşan dudağını deveden, kulağını eşekten, kuyruğunu keçiden, ayağını itten, diğerlerini de başkalarından almış. Hayvanların hepsine borçlu kalmış tavşan. Bunlar alacakları ister mi diyerek üzülüp kendi gölgesinden de korkar gizlenir kaçarmış. Hiçbir zaman hayvanlar yürek ile karaciğerlerini vermek istemedikleri için o, yüreğini sudan karaciğerini taştan almış. Korkak adamlara “tavşan yürek”, “su yürek” denilmesinin sebebi budur. Tavşan yavruladıktan sonra başka hayvanlar gibi yavrusunu beslemez. Üç gün sonra ilişkiyi keselim deyip bırakır gider. Tavşanın yavrusuna acımaması karaciğerinin taştan yaratılmasından dolayıdır. Genellikle akrabasına merhamet etmeyen insanlara “taş karaciğer” denilmesi bundan dolayıdır (Mınjanulı, 1996: 131-132).

      Saf deve kendisinin güzel organlarını başkalarına paylaştırıp vermiş; geç doğan tavşan ise tam tersine başkalarının gerekli organlarını almış, su ile taştan da parça almış. Bilmecede bu durum şu şekilde tasvir edilmektedir:

      1 Eşek kulaklı, deve dudaklı,

      İt bacaklı, geyik kuyruklu.

      2. Atı karnına kıstırıp,

      Deveyi dudağına kıstırıp,

      Eşeği kulağına kıstırıp

      Kurdu at yapıp binip,

      Haydi denildiğinde yürüyüveren (BS6, 2002: 76-77).

      Tavşanın bu şeklinden kaynaklı değişik yapıda bir hayvan oluşu ile ilişkili farklı türde açıklamalar yaygındır. Tatarlar, onun isminin söylenilmesini yasaklamakta, onu “uzun kulak, kır tekesi, çal teke, pırıyk, kırtıy, miran” şeklinde adlandırmaktadırlar. Onlarda “tavşan” hakkında “Çal tekede boynuz yok.” şeklinde bir atasözü de vardır (Mehmutov, 2001: 28). Kazak, Moğol ve Tuvalılarda baksı tavşanın ilkbaharda eriyen kara nefes vermesi, üfürmesi konusu ortaktır (Vahatov 1983: 110; Pürev 2002: 241; Monguş, 2002: 189).

      Bir başka mit grubunda hayvanların hayatı ile onların beslenme özelliklerine ilişkin etiyolojik açıklamalar yapılmakta, hayvanlar insan ile bir tutulmaktadır. Arkaik mitler genellikle toplayıcılık döneminden haber vermektedir. Örneğin; insanın niçin etobur, hayvanın niçin otobur olduğunu yani iki tür arasındaki bu farklılığın sebebini ortaya koyan mit vardır: “Geçmiş zamanda insanlar da hayvanlar gibi ot yiyorlarmış. Zamanla insanoğlunun aklı yetkinleşip hileyi öğrendikten sonra hayvanları yakalamış, onlara ait meraları sahiplenmişler. Çok ot toplayıp stok yapar hâle gelmişler. Zorluğu görüp acele eden hayvanlar yaratıcıya ricalarını bildirdiklerinde Tanrı “Artık siz otobur olun insanlar da sizleri yiyenler olsun.” diye hüküm vermiş. O zaman ilk önce koyun kabul etmiş, yaratanın elini koklamış. Keçi karşı gelmiş, bağırmış. O günden beri koyun kesilirken sessizce yatar, keçi kesildiğinde ise bağırır. Kazakların koyunun başına saygı göstermeleri ve onu pişirdikten sonra evvela burnu kesip yiyerek büyüsel bir hareket gerçekleştirmeleri, Tanrı’nın elini koklamasından ötürü kutsal olmasıyla ilgilidir. O zaman kurt “İnsan et yiyecekse ben ne yiyeceğim?” demiş. Tanrı ona “Sen kuş kirazı ye!” demiş. Kurt, “Kuş kirazı mı yiyeyim boyun mu yiyeyim?” diye tekrar edip yanılmış, oradan sıvışmış. Kurdun, kalabalık koyun sürüsüne saldırdığında onları boynundan tutup yemesi buradan kaynaklanıyormuş.”2. İşte bu mitte insanların otçul olduğu dönemin izleri vardır. Toplayıcılık ile hayvancılığın değişiminin sebepleri bu şekilde açıklanmıştır. İnsanların stok yapmaya başlamasının mülkiyetin şekillenmesine etki ettiği açıktır. Bu olayın izi de yukarıdaki mitte vardır. Aynı şekilde Kazaklarda “eskiden insanlar da hayvanlar da ot yemiş.” ifadesiyle başlayan mitler de vardır (KF 1972: 53).

      Bu mitin Kazaklar arasında bir varyantı daha bulunmaktadır. “Yaratıcı dünyayı ilk yarattığında insanı da hayvanı da otobur yaratmıştır. Daha sonra insan ot yedikçe kanaat etmemiş, meranın çoğunu zapt edip hayvanları meradan sürmüş. Aç kalan hayvanlar toplanıp yaratıcı Tanrı’ya isteklerini iletmeye karar vermişler, koyun ile keçiyi de aracı göndermişler. Koyun ile keçi Tanrı’ya “Yeryüzündeki otun hepsini insan sahiplenip bizi otlatmıyor.” şeklindeki şikâyetlerini bildirmişler. Hayvanların bu isteğini yerinde gören Tanrı aracılara “Öyle ise insanoğlu bundan sonra ot yemesin, otları sizler yiyin. Fakat insanlar da sizleri yiyecek etsinler.” demiş. Bu karara koyun razı olmuş, keçi razı olmayıp dönmüş. O zaman СКАЧАТЬ



<p>2</p>

Bu bilgi 20.04.2003 yılında 1939 yılı doğumlu O. Bіtewbayqızı’ndan derlenmiştir (A.T.).