Название: Yosun Kokusu
Автор: Sabir Şahtahtı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-68-3
isbn:
SSCB’nin çökertilmesi ile ilgili olarak ABD’nin AB’nin taktikleri başarılı olmuş, Doğu Avrupa’daki ilk değişiklik Romanya’dan başlamıştı. Ancak ben bu gösterilerin Romen halkının kararı ile meydana geldiğine inanmıyordum. Devlet ve halk ne kadar güçlü olsa da bazen büyük güçlerin planlarını bozmaya güçleri yetişmiyor.
Gobaçov’un başlattığı yeniden yapılandırma Sovyetlerde sessizce uygulanıyordu. Sovyetlerdeki bu değişiklikleri izledikçe beni bir şey düşündürüyordu: Bu değişiklikler Afganistan’a nasıl yanısıyacaktı. Sovyetlerin on yıl Afganistan’da bulunması, ülkeyi siyasi olarak öylesine bölmüştü ki bunun ortadan kalkması sadece bir mucize olabilirdi: Çünkü ülke siyasi ve manevi olarak kutuplaşmıştı. Kardeş kardeşe, akraba akrabaya, aileler birbirine düşman olmuştu ve herkes silahlıydı. Konuya ne kadar iyimser bakmaya çalışsam da yine aynı noktaya dönüyordum: Afganistan’da su yerine kan akacaktı.
Siyasi tarih dersinde Gorbaçov’un bu girişimlerinin meyvesini yakında alacağımız yönünde bizi inandırmaya çalışıyorlardı. Onlara göre Sovyet hakları özgür ve adaletli seçimlerin tadını alınca her şey daha güzel olacaktı. Ben bunlara pek inanmıyordum. Bir gün bir fırsatını bulup Andrey Andreyeviç’i okulun yemekhanesinde yakaladım. Yemeğimizi bitirdikten sonra konuyu Gorbaçov’a getirdim.
Andreyeviç kızgınlıkla: “Gorbaçov bir casustur. Bu gidişle ona Nobel ödülü bile verirler!” dedi. Şaşırmıştım. Bütün Nobel ödülü alanlar casus muydu? Bu düşünceyi duymak benim için önemli bir yenilikti. Başladım hocaya sorular sormaya. Önce kaçamak cevaplar veren Andreyeviç sorularımdan bıkınca geniş bir şekilde bilgi vermek zorunda kaldı:
–Rus İmparatorluğu tarihin her devrinde karşılaştığı zorlukları askeri güç yoluyla halletti. Lenin bile, Bolşevik Devriminden sonra ekonomik ve siyasi durumdan rahatsız olan halka “Ben hiçbir şeyi değiştirmedim: Sadece beyazı kırmızı ile boyadım!” demişti. Gorbaçov’un casus olduğundan hiç şüphem yoktur. Bunu Rus Devleti’nin arka plandaki yöneticileri de biliyorlar. Şimdi derin devleti yöneten Generallerin, Mareşallerin önünde devletin sınırlarının korunması var. Şimdi Sovetlerin ayrı–ayrı bölgelerinde milli ve dini çatışmalar yaratacaklar ki, halkların kafası bu savaşlarla karışsın. Zaten Sovyetler Birliği’ni de bu yolla kurdular. İmparatorluk nasıl kurulursa aynı şekilde de dağılır. Şimdi derin devleti yönetenler zaman kazanmaya çalışıyorlar ki, neyi nasıl edeceklerine karar versinler. SSCB nükleer gücü olan bir devlettir. Eğer ABD ve diğer AB ülkeleri Sovyetler dağıldıktan sonra nükleer başlıkların kontrol edilebileceğinden emin olsalar, Sovyetleri parça parça edeceklerdir.
Romanya’da yaşadığımız olayın şokundan tam kurtulmadan beni Rektör Yardımcısı yanına çağırttı. Ne olduğunu merak ederek hemen Rektör Yardımcısının olduğu binaya gittim. Büyük bir bölümünü ilk defa gördüğüm elliye yakın Afganlı öğrenci koridorda toplanmıştı. Sonra hepimizi küçük bir toplantı salonuna aldılar. Bu salon öğrencilik hayatımda gördüğüm en ışıklı ve zevkle döşenmiş bir salon olsa da içimi bir sıkıntı basmıştı. Sanki kötü bir haber vereceklerdi. Bize, eğitimimizi Moskova, Belerus ve Ukrayna’da devam edemeyeceğimizi söylediler. Herhangi bir sebep söylemeseler de bunun güvenlik nedeniyle alınmış bir karar olduğu açıkça belliydi.
Tiyatro salonunu andıran sahnede Rektör Yardımcısının yanında oturan birisinin siması bana hiç yabancı değildi. Ancak hafızamı zorlasam da bu adamın kim olduğunu hatırlayamadım. Hem de onların oturduğu yerden bir haylı aralıydım. Moskova’ya ilk geldiğim günlerde bütün yabancı öğrenciler gibi ben de her selam verene KGB29 ajanı gözüyle bakıyordum. Şimdi bizimle görüşecek adamın da aynı olduğunu düşünerek, zihnimde adamın kimliğini sorgulamaktan kendimi alamadım. Sonra tek tek öğrenciler adamın yanına gitmeye başladılar. Yanına gelen öğrenciye bazı sorular soruyor, sonra önündeki deftere bazı notlar alıyordu. Sıra bana geldiğinde aynı şahıs gözüne siyah bir gözlük taktı. Bana da şimdi ne olduğunu hatırlamadığım bir iki soru sordu ama dikkatim adamın sesini değiştirdiğine yönelmişti. Kendisini zorlayarak burnundan konuşuyordu. Sonra yüzüme bakmadan “Gidebilirsin!” dedi.
Teşekkür için elimi kalbimin üstüne koyup başımla selam verirken sağ bileğindeki yara izini görünce irkildim. Ayaklarım beni orada hissettiğim tehlikeden uzaklaştırdı. Onu tanıdığımı hissetmemesi gerekiyordu. Ayaklarım birbirine dolaşarak sahneden aşağıya indim. Arkamdan bana bakıp bakmadığını anlamaya çalıştım ama korkudan geriye dönüp bakamıyordum. Eski yerimden biraz daha uzaktaki bir koltuğa oturdum. Bu adam İranlı Molla Haşim’di. Uzun yıllar bana Farsça öğreten beyaz saçlı ve sakallı Molla Haşim…
Molla Haşim şimdi çok farklı giyinmişti. Saçları da kiremit renginde ve yana taralıydı. Demek ki Kabil’de özellikle saçını ve sakalını beyaza boyamıştı. Anlaşılan, şimdi saçları kendi rengindeydi, çünkü Sovyetlerde erkekler saçlarını boyamazlardı. KGB ajanlarının değişik kılıklara girdiğini biliyordum. Bu olaydan sonra her şeyden şüphe etmeye başladım. Aklıma Esfane geldi: Benimle tanışması, beraberliğimiz, yaşadıklarımız gözümün önünden tek tek geçti. Şimdi o da benim gözümde şüpheliydi…
Gerçekten de Moskova ve diğer Slav ülkeleri artık bizim için çok tehlikeliydi. Bunu ilk günden beri hissediyordum. Hele gastronomdaki kadının yüzüme söylediği sözler yüzünden biliyordum ki her an nahoş bir olay yaşanabilir.
Ayaklarını, ellerini, gözlerini veya bedeninin bir bölümünü Afganistan’ın dağlarında bırakan çok sayıda insan vardı. Bunların ailesi veya komşularından Afganlılara sempati ile bakmalarını beklemek saflık olurdu. Çünkü kimin Necibullah, kimin Nur Muhammed Terakki, kimin Hafizulla Emin taraftarı olduğunu kimse bilemezdi, üstelik bu Moskova’daki vücudunun parçalarını kaybetmiş insanları ilgilendirmezdi. Onlar için sadece bir Afganlıydık. Bana eğitimimi tamamlamam için üç şehir teklif ettiler: Bakü, Semerkant, Duşenbe…
Ağa’m Sovyetlere karşı çarpışıp esir düşen mücahid askerlerden birkaçını rüşvetle kurtarmıştı. Onlardan birisi Azerbaycanlıydı. Bana göre herkes Ağa’mın bu yaptığını biliyor ve ona minnet duyuyordu. Bu nedenle beni hürmetle karşılayacaklarını düşünüyordum. Azerbaycan’daki herkesin kendi derdi olduğunu bilmiyordum.
Romanya’da meydana gelen olayları gördükten sonra Moskova’daki hayatım bana çok güvenli geliyordu. Buradaki eğlenceli ve rahat hayattan ayrılmak istemiyordum. Ancak KGB’den öyle korkmuştum ki bir an önce Efsane’den bile uzaklaşmak istiyordum. Belki bugün erkendi ama yarın çok geç olabilirdi. Sara’nın sineme çektiğin dağın zirvesine çıkmış, orada çaresiz kalmıştım. O zirveden geleceğime bakarken başım dumanlanıyordu. Güzel hiç bir şey görünmüyordu. Ne oradan aşağıya inebiliyordum ne de oradaki sıcağa, soğuğa dayanabiliyordum. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de asıl adını bilmediğim Molla Haşim’i gördükten sonra Esfane’nin de hayatıma sokulmuş bir casus olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle ondan uzak durmak istiyordum!
Andrey Andreyiç’le vedalaşıp sessizce Moskova’yı terk edecektim. Telefonla onu aradığımda sanki bunu bekliyordu. Beni evine yemeğe davet etti. Elimde iki aylık erzak kuponum kalmıştı. Onları alarak gastronoma doğru yürüdüm. Oradan alacağım erzağı hocanın evine götürecektim. Gastronoma vardığımda СКАЧАТЬ
29
KGB: Sovyet gizli servisi.