Название: Yosun Kokusu
Автор: Sabir Şahtahtı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-68-3
isbn:
–Musiki Allah’ın dilidir, diye bir söz duydun mu? Eğer böyleyse benim için beş tane dahi insan var.
Sesinin titremesini gizlemek için yavaşca öksürerek boğazını temizledi. Sonra sağ elinin parmaklarını katlayarak saymaya başladı:
–Johann Sebastian Bach, Ludwig van Beethoven, Wolfgang Amadeus Mozart, Sergey Rahmaninov, Frederic Chopin. Bu ünlü kişiler Allah’a çok yakın insanlardır. Onlar farklı zamanlarda yaşasalar da buna inan. Hatta bunlar Allah’a yakınlıklarını korumak için aralarında gizli bir çatışma bile olmuştur. Her birisi diğerlerinden öne çıkmak için müzik dünyasının ayrılmaz bir parçası olmuşlardır.
Ben artık ağlamak istemiyordum. Efsane’nin yeteneğine hayran kaldığım gibi onun düşüncelerine de hayran olmuştum. O sağ elini havada tutuyordu. Günlerdir okşadığım bu elin güzelliğini yeni fark ediyordum. Elimi uzatarak bu eli yeniden tutmak istedim. Ancak bu, önceki günlerin ihtirası değildi. Aynı Kabil’de sobadan sıçrayan mısırları tutmak için elini uzatan Sara’nın yuvarlak eline ilk defa dokunduğumda hissettiğim hevesle şimdi de Efsane’nin elini okşuyordum. Elimde olmadan tavana baktım. Lambadan süzülen ışık, onun elinin gölgesini tavana nakşetmişti sanki. Tavandaki gölgeler sanki piyanonun tuşları gibiydi. Bana müziği sevdiren bu zarif parmaklar şimdi de gözlerimi okşuyordu. Efsane’ye olan aşkımı, ondan nasıl etkilendiğimi söyleyemem ama o, ruhumun gıda kaynağı olmuştu.
Moskova’da gıda maddesi almak için girilen kuyruklardan nefret ediyordum. Özellikle bu sırada beklerken yapılan konuşmaları, basit siyasi tartışmaları duymaktan hiç hoşlanmıyordum. Bütün Sovyet vatandaşları gibi yabancı uyruklu öğrencilere de aylık olarak belli bir miktarda et, şeker ve yağ veriyorlardı. Yabancı öğrencilerin gıda paketi halkın aldığı kadar olsa da fazla fazla yetiyordu. Çünkü, pahalı olsa da restoranlarda ve büfelerde yemek yiyorduk.
Biz gıda paketlerimizi gastronom adındaki ticaret merkezlerinden alabiliyorduk. Bize yakın iki tane gastronom vardı: Birisi yurda üç kilometre uzaklıkta, diğeri ise daha yakın mesafedeydi. Ben daha yakın olan dükkanı tercih ediyordum. Bir defasında dükkanın önünde sırada beklerken yaşlı ve sakat bir kadın bir sakat arabasını elleriyle iterek dükkana girdi. Arabada iki ayağı dizinden kesilmiş ve bir kolu olmayan, orta yaşlı bir adam oturuyordu. Ceketinin yakası madalyalarla doluydu. Kadın arabayı dükkanın bir köşesine koyarak tezgahtarın yanına gelerek, elindeki erzak kuponlarını uzattı. Tam o anda arabadaki adam hafifçe dengesini bozunca düşmesin diye hızla yanına giderek arabasını düzelttim. Kadın öfkeyle yanıma gelerek bana baktı. “Ne yapıyorsun?” der gibiydi. Tam cevap verecekken başladı Brejnev’e22 ve Yazov’a23 küfürler etmeye. Küfürlerin dozu gittikçe arttı ve sonunda:
–Bunağın kendisi geberdi, bak beni ne hale soktu. Benim oğlumun Afganistan’da ne işi vardı? Şerefsiz Sokolov’a24 defalarca oğlumu geri getirin diye, telgraf çektim. Yazov’da onun gibi birisi… Bana bakan birisi gerekirken, bu yarım canımla oğluma ben baıyorum. Aldığım emekli maaşı yemeğimize zor yetiyor. Geroy25 her gün votka istiyor. Karısı da bunu terk etti. Oğlum olabilir ama ayaklarını ve kolunu benim için yitirmedi. Ben neden bu acıyı çekiyorum ki?
Kadın söylendikçe sinirleniyordu. Yavaşça sıradaki yerime dönmek için harekete geçince, kadın omzumdan tutarak beni kendisine doğru çekti. “Sen Afgan’mısın?” dedi. Bu sözleri suratıma inen bir tokat gibi olmuştu. Yüzüm alev alev yanıyordu. Şimdi Brejnev’i bırakmış bana küfrediyordu.
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Aniden arabada oturan sakat genç emridici bir sesle:
–Ma26 onun ne günahı var? O bir Komünist olmasaydı buraya okumak için gelmezdi, dedi.
Tam o anda Cahit’in sakin ve insanı etkileyen bakışları gözlerimin önüne geldi. Bedenlerinin yarısını savaş meydanlarında kaybeden bu insanların sessiz bakışlarını görünce karışık duygular sarıyordu beynimi. Bu iki kişiyi karşılaştırınca geroy daha şanslıydı: Bir arabası vardı. Cahit’in bir arabası
da yoktu bastonla sürünerek yürüyordu. İkisinin de kötü talihleri ortak olduğu gibi onları yaşama bağlayan şeyler de ortaktı: Cahit, esrarla, Geroy da votka ile ayakta duruyordu. İkisinin de son ümitleri uyuşturucu ürünleriydi.
Kadın ise hala küfürlere devam ediyordu. Şimdi sıra partiye27 gelmişti. Sanki konuşmaktan, heyacandan yorulmuştu. Dudakları kıpırdıyor ama sesi gittikce azalıyordu. Tezgahtarlar da onu tanıdığı için, her zaman alış–veriş yaptığım genç kadın elini dudağına götürerek bana sus işareti yaptı. Onlardan daha birisi de bana susmam için işaret yaptı. Sanki beni tanıyanlar halime acıyorlardı. Susmayıp da ne yapacaktım ki?
Kadın sinirle önümde durmuş bir şeyler diyordu. Ben ancak gülümseyebildim. Bu onu daha da sinirlendirdi:
–Dişi kedi gibi dişlerini gösterip, neden gülüyorsun?
Yüzümü kapıya doğru dönmekten başka çare bulamadım. Efsane benim gülümsememden çok hoşlanıyordu. Bana “U tebya zameçatelnaya ulubka28,” derdi. Demek ki parlak dişler herkeste aynı duyguyu uyandırmıyordu. Dükkanda duyduklarım, gördüklerim ve yaşadıklarım beni Cehennemin kapısına kadar kovaladı.
O tarihten sonra o kadını görmemek için, daha uzaktaki dükkandan alış veriş yapmaya başladım. Son defa Moskova’yı terk edince oradaki dükkana gitmiştim. Gördüğüm, karşılaştığım manzara kalbimi paramparça etmişti…
İlk defa SSCB’nin diğer bölgelerinden olan Kırım’ı ziyaret ettik. Bundan bir hafta sonra Doğu Avrupa ülkelerine gezi ve inceleme için götürdüler. Aralık 1989’da on kişilik bir grupla bir haftalığına Romanya’ya gittik. Gezinin amacı Romanya’daki siyasi yapılanmayı öğrenmek ve oradaki iki ayrı üniversite ile ilişki kurmaktı. Üniversitelerde jeoloji laboratuvarlarındaki çalışma koşullarını araştıracaktık. Uzmanlık alanımızla birlikte sosyal bilimlerde bir tür uygulamalı ders olacaktı. Geriye dönünce gezi izlenimlerimizi yazılı olarak tarih ve felsefe bölümlerine de gönderecektik.
Gezinin ikinci günü ortalık karıştı. Her yerde gösteri vardı. İlk günlerde yerel basından ne olup bittiğini öğrenemesek de, diğer Avrupa ülkelerinin TV ve radyo haberlerinden neler olduğunu öğreniyorduk. Moskova’ya döndükten sonra da bu konuyla ilgili çok sayıda haber vardı. Veremya TV haberlerini izlerken gördüğüm dört kişiyi daha önce Bükreş’te kaldığımız otelde kahvaltıda görmüştüm. Onlar kahvaltıdayken tesadüfen ellerindeki pasaportları dikkatimi çekti. Pasaportun rengi ve üstündeki şekiller Romanya’ya ait değildi. Demek ki mitinglerde ön planda olan bu dört kişi Romanya’ya başka bir yerden, bana göre özel bir görev için gelmişlerdi.
Romanya’da yıllardır devam eden rahatsızlıklar, Aralık 1989’da zirve yapmıştı. Rahatsızlık Romanya’nın Transilvanya bölgesinde daha güçlüydü. Halkın büyük bir bölümünün kendisini destekleyeceğini düşünen Çavuşesku, СКАЧАТЬ
22
Brejnev: SSCB’nin 1964-1982 yılları arasındaki lideri.
23
Yazov: SSCB’nin 1987-1991 yılları arasındaki savunma bakanı
24
Sokolov: SSCB2nin 1984-1987 yılları arasındaki savunma bakanı.
25
Geroy: Kahraman
26
Ma:Ana
27
Komünist Partisi.
28
“Senin çok güzel bir gülüşün var,” anlamında.