Çiğdemleri Solan Bozkır. Avşar İmdat
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çiğdemleri Solan Bozkır - Avşar İmdat страница 4

Название: Çiğdemleri Solan Bozkır

Автор: Avşar İmdat

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-32-7

isbn:

СКАЧАТЬ hiddetle kalktı ve zenci futbolcunun üzerine yürüdü. Âdem elindeki çomağı göstererek atıldı yine:

      “Haciii! Al şunu da o, Gara’yı bi yanın yanın yürüt ne var. Vur! Ekmeani taşırım delioğlan! Atmış beş milyon arkandayık. Korkma Haci! Vur!”

      Kalabalıktan biri de Âdem’ e laf atıyordu.

      “Eyle deme lan Adeeem! Ona da yazık. Gâvurun dakımında ekmek parası için oynuyo…”

      Âdem, kahveciye seslendi:

      “Adnan, gurban oluyum bu Fenerlilerin işi ne burada.”

      Âdem kırk yıllık Galatasaraylıydı artık ekmek de sarı kırmızı…

      İlk yarı bitti, ikinci yarı başladı. Değişen bir şey yoktu. Dakikalar ilerliyor, maç bir türlü Âdem’in istediği gibi gitmiyordu. Galatasaraylı futbolcuların üstüne ölü toprağı serpilmişti sanki. Kalabalıktan küfürler yükseliyor, iç geçirmeler çoğalıyordu. Maçın son dakikalarıydı. Âdem’in gözlerindeki ışıltılar yerini yavaş yavaş hüzne bırakıyordu. Galatasaray bir gol bile atamamıştı. Âdem’in elindeki çomak mahzun, Güççük Bekteş’in zurnası sessizdi.

      Birden dalgalandı kalabalık. Nefesler tutuldu bir an. Sunucu ses tonunu yükseltti.

      “Nefffis bir hareket! Geçti rakibini Hagi! Bir çalım daha! Sağ tarafta Hakan boş! Soluna Emre de geldi! Kaleyi karşısına aldı Hagi! Sevdiği yerler! Topu sol tarafına çekti! İyi vurur oralardan…”

      Nefesler tutulmuştu, maçı izleyen gençler, farkında olmadan ayağa fırlamış, sandalyeler devrilmiş, çaylar dökülmüş, bardaklar kırılmıştı.

      Âdem çevik bir hareketle davulu boynuna aldı, çomağı havaya kaldırdı. Güççük Bekteş de zurnanın emziğini ıslatmış, avurdunu doldurmuş, zurna ağzında bekliyordu.

      Sunucu bağırıyordu:

      “İyi vurur Hagi!

      “Hagiii!”

      “Şuuuut!”

      Zaman kaleye doğru giden futbol topu ile ilerliyordu sanki. Top süzülerek kaleye doğru gidiyordu… Büyük bir gürültü koptu.

      “Goooooooooo…”

      Davul zurna çoştu…

      Ahlar, vahlar takip etti sonra bu gürültüyü. Âdem, davula daha iki çomak döşemişti ki, gençler, üzüntü içinde yerlerine oturdular.

      Sunucu da ah çekerek devam ediyordu:

      “Top direkten döndü, sayın seyirciler. Şanssız bir an, işte tekrar izliyoruz…”

      Kameralar Hagi’yi yakın pozisyonda tekrar gösterirken, 90 dakika bekleyip de bir lira bile bahşiş toplayamayan ve umudunu yitiren Âdem Hagi’ye bağırdı:

      “Evin yıkılsın Haciiiiiii! Ekmeeminen oynadın!”

      Maç bitti, dışarıdaki soğuk hava Âdem’in yüzünü yalayıp geçti. Kahve birden boşaldı. Gençler küfürler savurarak üçer beşer mahallelere dağıldı. Âdem, Güççük Bekteş’ e döndü:

      “Olsun, heç olmazsa sıcak bir sandelle gördük, iki bardak çay içtik oğlum.” dedi.

      Âdem önde Güççük Bekteş arkada, pazaryerinden kıvrılıp, soğuk gecenin içinde kayboldular…

      MUHTEREM

      Emir Kalkan’a

      İki katlı, uzunca bir bina idi ortaokul. Upuzun bir koridor, koridorun iki yanında, kapıları koridorun içine doğru açılan derslikler… Ön tarafında koca bir levha: “Kaman Ortaokulu.” Köylü, kasabalı, zengin, fakir… Hepimiz burada okurduk. Biz, köylerden gelen çocuklar bir ev tutardık. Tek odalı, yıkık dökük kerpiç evler. Yemeklerimizi kendimiz pişirir, bulaşıkları kendimiz yıkar ve kendimiz okurduk.

      Köyden ilk ayrıldığımızda bir gariplik çökerdi üstümüze. Bazı geceler sessizce ağlar, analarımızın gelmesini beklerdik.

      Haftada bir, çarşamba sabahları gelirdi analarımız. Koyunlarında bir haftalık hasret, dillerinde kurban, gada, ölüyüm…

      Birbirine ne çok benzerdi analarımız. Başlarında boncuklu yazma, sırtlarında allı fistan, kolsuz yelek, bacaklarında pazen don… Ayaklarında, garipliği, mahzunluğu bir mühür gibi tabanlarına vuran kara lastikler olurdu. Kara lastik! Kışın dondurur suya giderken. Yazın yakar, kavurur arpa biçerken. Hepsinin yüzünde, aynı kalemden çıkmış bir yazgı. Yokluk, yoksulluk, sefalet… Alınlarında, yüzyıllardır biriken çizgi çizgi efkâr; kat kat hüzün. Yavrularına yiyecek taşıyan bir serçe gibi, korkulu, tedirgin, ürkek hepsi de. Güneş doğmadan tozlu yollara düşüp traktörün vagonunda sarsılmış bedenleri ve uykulu, mahmur gözleriyle tan yeri ağarırken inerlerdi Hanın Önü’ne.

      Köyden satmak için getirdiklerini telaşla traktörlerden indirir, yan yana dizelerdi. Bir batman süt, iki helke yoğurt, iki topak tere yağ, beş on yumurta…

      Bizim için getirdiklerini başka bir köşeye yığarlardı. İki çuval tezek, beş koşum bulgur, bir helke yoğurt, birkaç büküm yufka ekmek…

      Getirdiklerini birkaç seferde yoğurt pazarına taşırlardı. Ar sayıp sağa sola bakamazlar, başları önde giderlerdi çarşıda yürürken. Şaşırsalar yol sormaya cesaretleri yoktu. Vakti, saati güneşe bakarak hesap ederler, sattıklarının hesabını kitabını hiç bilmezlerdi. Alıcılar ne verirse…

      Her çarşamba bir öncekinin tekrarıydı. Sabahleyin köyden gelen ne varsa birkaç saat içinde satılırdı. Ablalarımıza işlengi ipliği, patiska, kanaviçe; bize kalem, defter, kitap…

      Ceket, gömlek, ayakkabı… bunlar pahalıydı. Yılda bir kez, sıra gelirse, harman zamanı…

      İlçede, ortaokulda okuyan tüm köy çocukları, analarımızın geleceğini bilir, çarşamba sabahları erkenden Hanın Önü’ne dizilirdik. Emişme vakti, anasını bulamayan kuzular gibi sağa sola koştururduk.

      “Teyze, anam geldi mi?”

      “Bibi anamı gördün mü?” diye varırdık yanlarına. Kimi, koynuna soktuğu ve daha soğumadan yavrusuna yetiştirdiği “döndermeli” dürümü çıkarır, kimi “Yumurtlamıyor gıran giresiceler,” diye tavuklara kızarak köydeki kardeşlerimizin boğazından kestiği haşlanmış yumurtayı uzatırdı. Ağzımızdaki tat değişiverirdi birden. Bir ana sıcaklığı sarardı bizi, üşütmezdi ayaz çarşamba sabahları…

      Önce köyden gelen bir haftalık erzakı çekerdik kaldığımız köhne kerpiç evlere. Tezek, yufka, yoğurt, bulgur… Erzakı eve taşıdıktan sonra yoğurt pazarına gider analarımızın duluğuna dikilirdik. Babalarımıza isteklerimizi kolayca söyleyemez analarımızın dalına binerdik. Pazarın o kalabalık, uğultulu ortamında analarımıza anlatırdık tüm dertlerimizi. Köyde çektikleri yetmezmiş gibi sırtlarına yeni şelekler yüklerdik. Bizdik ortaokulda okuyan; СКАЧАТЬ