Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir - Анонимный автор страница 6

Название: Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn:

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Nizam, müzik eşliğinde giderken Hayyam, yüreğinin ferahladığını hissetti. Nizam’ı, Sabbah’ın geleceğinden haberdar etmekle iyi yapmıştı. Zaten duyacağı bu ziyareti eğer bildirmeseydi esas tehlike o zaman belirecekti. Can düşmanıyla gizlice buluşan bir hain olarak algılanacaktı, Nizam’ın nazarında. Sabbah’ın ihtirasının tedavi edilebileceği fikri de kudretli vezirin öfke şimşeklerini yatıştırmış olmalıydı.

      IV

      Ah Yaratan, dünyayı yeniden yarataydı,

      Yaratılırken beni de yanında tutaydı,

      Derdim “-Ya benim adımı sil şu defterden,

      Ya da, benim dileğimce yarat dünyayı!..”

      Hayyam, kendi tasarısı olan cennet sahnesinde; sâzendelere, rakkâselere şadırvanın, kameriyelerin arkasında duruma göre gizlenecekleri yerleri, neşe içinde ayarlıyordu. İsfahan’ın ünlü köşklerinden, dillere destan geniş bahçelerinden ödünç alıp getirdiği tavus kuşu, keklik gibi cennet sahnesine yakışır mahlukları, uygun yerlere iliştiriyordu. ‘Tavus kuşları çiçek tarlalarının arasında rahatça gezinebilirdi ama sükuneti bozup dikkat dağıtacak kadar zinde ve hızlı kekliklerin ancak palazları, yani yavruları yani kalemkaşlarına gezinme izni verilebilirdi!’ Etrafın kirlenmesini istemiyordu. Çünkü bu sahn-ı cennet gecesi uzun olacaktı. Hayyam’ın talimatları yağmur gibi bu minval üzere yağarken, sâzendeler başı Pervin, Hayyam’dan aldığı keseyi açarak dağıtınca, neşeli kahkahalar büsbütün arttı.

      Hayyam, bir fırsatını bulup, biraz önce kaba davrandığı Sıla Hatun’un gönlünü almak için yanına geldi. Bir bahaneyle etrafında dolaştı. Beklediğinin aksine Sılahan darılmış gibi durmuyordu.

      “Misafirimin dikkatini dağıtmak istedim!” dedi Hay-yam.

      “Başvezirdi gelen değil mi?”

      “Nereden anladın?”

      Sılahan’ın kömür gözlerinde parlayan mecalsiz şimşekler, ‘Sen beni ne sandın?’ diyor gibiydiler. Utanıp sıkılarak usulca fısıldadı.

      “Beni haksız yere paylaman ele verdi seni.”

      Hayyam’ın gönlündeki yıldızları yele verdi bu eda, bu naz.

      “Boş ver siyaset ehlini.” dedi. “Bunlar aç kaplandan daha yırtıcıdır!” Bu bülbüller niye böyle içli içli şakır sana hikayet eyleyeyim.”

      Sılahan’ın geniş yanakları, masala acıkmış bir çocuk yüzü gibi aydınlandı. Tünekten tüneğe zıplayan bir bülbülün kafesine sokuldular.

      “Bülbüller!” dedi Hayyam.

      “Sabah erkenden bağa gelirler. Üzüm ya da erik gibi birkaç meyveyi gagalarıyla yaralarlar. Akşam geldiklerinde, aynı meyvelerde yaralar kararmış, genişlemiş, özleri hafiften alkole dönüşmeye başlamıştır. Bu özü gagalarıyla didikleyip katre katre yudumlarlar. Bu da onların parmak kadar canlarının sermest olup şakımalarına yeter. Şarabı, bülbülleri izleyerek bulmuş olmalı Cem. Belki de birlikte buldular Dianisos’la! Üzümün özü, şaraba dönüşür, bizim özümüz ruha. Şarap o yüzden ruha yakındır. Şarabın kıvamı üzümün macerasına bağlıdır, ruhun usaresi de hayat tecrübemize…”

      Sılahan’ın korku bilmediği gibi küskünlük de bilmeyen kömür gözleri esmer bir aydınlıkla harelendi. Bunca güzel körpe rakkasenin, onca işin arasında kadife gibi yumuşak bir sesle kendisine böyle ince, büyülü sözler sarf eden Hayyam’a yalın bir sevgiyle baktı.

      “Sen anlatınca her şey ne kadar güzelleşiyor!” dedi. Kafesteki bülbüle ince parmaklarıyla yarısı kararmış bir üzüm tanesini uzatarak. Bakışları kenetlenmek üzere ısrarla birbirini aradı. Yüz yüze geldiler. Sılahan’ın kömür gözleri Hayyam’ın şair gönlünün karanlığına sonsuza dek simsiyah ışıklar düşürecek başka kanunlara sahip bir çift büyülü yıldız gibi parladı.

      “Gönlümü zaten almıştın. Sanki seninle doldum ve sana taştım!” dedi Sılahan.

      Sabbah’ın tahtırevanı ufukta göründüğünde Hayyam son hazırlıklarını yapıyordu.

      Sabbah, ihtiraslı sert yüzü ve sivri sakalıyla tahtırevanın penceresinden sarkmış gelirken, öndeki hamalları azarlıyor aynı boyda olmadıklarından dolayı tahtırevanın sağa yattığından yakınıyordu!

      Hayyam konuğunu heyecanla karşıladı. İltifatlar etti. Baş köşeye oturttu. Satranç kurdular. İlk oyunu Sabbah kazandı. İkinci oyuna başladılar. İkisi de şimşek gibi hızlı hamlelerle sonuç arıyorlardı. Bu halleriyle satranç oyununu da ciddiye almadıklarını, dahası ötesinde olduklarını gösteriyorlardı.

      Sabbah, oyun aralarında taşları dizerken Nizam’a söyleniyor, Hayyam her defasında geçiştirmeye, susturmaya çalışıyordu. Nizam gitmişti fakat gölgesi yerli yerinde duruyor gibiydi. Hayyam’ın içinden, biraz önce orada Nizam’ın oturduğunu, Sabbah’a söyleyivermek geliyordu.

      “Nizam velinimetim.” dedi Hayyam.

      “Selçukileri bilemem ama Nizam pek cömert!”

      “Beş bin yıl hata yapmayacak bir takvim için sana ödenen çok mudur?” dedi Hasan Sabbah.

      Hayyam mahçup boynunu büktü.

      “Pek o kadar da doğru değil!” dedi. “Belki iki bin, üç bin yıl sonra birkaç saatlik bir sapma, düzeltme gerektirebilir.”

      “O zamana kadar dünya kalır mı?” dedi Hasan Sabbah.

      “Her yıl kâhinler birkaç kıyamet alametinden söz edip dururlar.”

      “Dünya belki kalır da bizim kalmayacağımız neredeyse kesin!” diye derin bir iç çekti Ömer Hayyam! “Buna da şükür!” dedi.

      “Ay gibi bir sevgiliyle, yıl gibi geceler yaşadım. Bundan sonra da şiş yapacak bir koyun budu, bir somun ekmek olursa sevgilimle bana. İstemem fazlasını!”

      “Gaflet uykusundan uyan artık Hayyam!” dedi, Sabbah öfkeyle! Tenhalarda gezerek düşündüğü için hep kavrukmuş hissi veren yüzündeki hatlar büsbütün keskinleşti. Sivri sakalı, çenesinin ucunda kurbanına eğilmiş merhametsiz bir aybalta gibi işliyordu.

      “Nizam’a bu kadar güvenme!” dedi.

      “Nizam bir yandan sana hediye testiler gönderir, diğer yandan ‘ayyaş’ diye, adını çıkartır, rezil olmanı ister. Ortalıkta gezen her şarap rübaisini senin hesabına yazar.”

      “Siyasi bir rakip değilim ki ben. Siyaset sohbetini boş ver. Gönlümüzü oyalayacak o kadar çok şey var ki cihanda. Üç bilinmeyenli denklemler mesela! Yedi ülkeyi yönetmek kadar haz verip oyalar insanı!”

      Sabbah’ın dili deha yayıyla gerilmiş bir mancınık olmuş, ağır eleştirilerle yüklü sözcüklerini ateş ve zehirden mamul gülleler gibi savuruyordu. Hayyam ürperdi. Sab-bah gibi adamlarla konuşmak tehlikeliydi. Ne yapar yaparlar insanın СКАЧАТЬ