Название: Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn:
isbn:
Sılahan; ayva, nar, kayısı, Hindistan cevizi, portakal gibi meyveleri uygun ağaçlara kemik tutkalıyla yapıştırırken, badem ağaçlarına yöneldi.
Hayyam, yay gibi gerildiği yerden, belirsiz bir öfkeyle çıkışıp üstüne yürüdü.
“Badem ağaçlarına dokunma! Bademlere yeni güller aşıladım daha!”
Sılahan korkusuz, melodili bir yanıt verdi. Bir annenin, haylaz çocuğuna hitabına benziyordu olgunca sesi…
“Söylemedin ki a iki gözüm! Ben ne bileyim!”
“Nereden bileceksin? Yeryüzünde bunu kim bilir? İran sanatıdır.”
Güya cehaletini ve başka özelliklerini Sıla’nın yüzüne vurmuştu. Bak ben ne kadar ‘ali kıran, baş kesenim hanemde’, demeye getirerek konuğuna da yaranma gereği duymuştu. Bir yandan da girdiği bu tuhaf ruh haline şaşmakla kalmıyor, utanıyordu.
Sıla yanıt vermedi. Bir sehpanın üzerine çıkarak yanda, salkım söğüdün yanında duran nar ağacının uygun yerlerine meyveleri yapıştırmaya, ince dalları sarmaşıklarla örtmeye başladı.
III
Dünya adlı bir kukla sahnesindeyiz; Kuklacı felek usta, kuklalar da biz. Oyuna çıkıyoruz birer ikişer; Bitince oyun, sandıktayız hepimiz.
Hayyam geriye döndüğünde, Nizam nefret dolu gözlerle Sılahan’a bakıyordu.
“Beni burada görmesin! Melikşah’ın, Terken Hatun’un sırdaşıdır dikkat et!” dedi.
Hayyam, sohbeti değiştirecek bir konu düşünerek başını salladı. Nizam’ın yüzünde alaycı ifadeler belirdi. Hayyam’a bakarak kendine göre tatlı tatlı söylendi.
“Cilveli İran dilberleri, ateşli Arap kısrakları, ağzı var dili yok onca Kıpçak cariyesi dururken bu eli kamçılı, at kokulu, kaba saba Selçuklu kadınını neylersin?”
Hayyam yutkundu.
“Ben onu değil, o beni aldı efendim” dedi. Özel hayatını didikleyen bu sohbetin bir an önce bitmesini, binlerce defa, canı gönülden temenni ederek ekledi.
“Bin tutsak kadının râm olmasına değişmem bir hür kadının gönülden gelen sevgisini…”
Nizam kısa, kuru bir kahkaha attı. Bilgiç bilgiç, dişlerinin arasından tısladı.
“Gümüş kamçısıyla girişirse görürsün o zaman hür kadını… Terken Hatun da hür!” dedi.
Karahanlı Tamgaç Han’ın nazlı kızı Terken Hatun, Harezm’den Melikşah’a gelin gelirken bin kişilik saray halkını da getirmişti. Sılahan’ın ailesi de bu kafiledendi. Sarayın eski sakinleri, kadınları yerine gelinle birlikte gelen harem halkı yerleşmişti. Terken Hatun’un eşini kıskanması, İsfahan’ın yüksek çevrelerinde eğlence konusuydu. Nizam, Hayyam’a yüklendikçe, Hayyam da yaşına hürmeten ses etmiyor bilakis üzülmüş gibi duruyordu.
“Benden söylemesi” diye tekrar başladı Nizam.
“Terken Hatun’dan beter bu kız!.. Selçukî kadınları, Arap ve Acem geleneklerine uymaz, seni paylaşamaz. Ne buldun bunda? Bunlar yılda bir kere açılırlar Nevruz gülleri gibi…”
Hayyam baktı konu uzadıkça uzuyor, Nizam’ı susturmak için kendisi konuşmaya karar verdi.
“Saray kaleminde avunmak için bezeme yaparken yazmayı, yazarken okumayı öğrenmişti. Nefes almadan hamle yapan bir pençe kıvraklığı vardı kalem tutuşunda.” dedi.
Nizam ayrı telden çalıyordu.
“İsfahan’ın yarısı ikta olarak verildi. Hala burunlarını sokmadıkları yer yok! Senden umdukları bir şey olmasa nikaha izin vermezlerdi.”
Hayyam’ın alnından terler fışkırdı. Nizam, kızı bırakmış, sülalesini yeriyordu. Cennet sahnesine baktı. Diğer tutsak kadınların şaşkın ve hantal davranışlarına karşılık Sılahan, keşif askeri kadar uyanık, dişi pars gibi sessiz ve hızlı yapıyordu işini. Tepesi attı. Bu yergileri cepheden savunma kararı aldı. Sesini yükseltti.
“Bu hatunda vefa var.” dedi. “Ak gününde, kara gününde yanında yer alır. Güzelliği ay ışığı gibi görülür fakat gösterilemez!”
Kestirip atmıştı. Nizam acılı bir gülümsemeyle baktı.
“Sen âşık olmuşsun Hayyam! Kan dökücü bir cellada âşık olmakla aynıdır böyle bir güzele meyletmek.”
Böyle anlarda en doğrusu yüreğindekini haykırmaktı. Hayyam’ın sesi buz gibiydi.
“Hürriyet içinde beni seçmesinden kıvanç duydum. Cariye almaya benzemiyor bu!”
Sonra bir dörtlük söyledi.
“Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona? Sevmek haram! Yüreğinde ateş olmayana! Bir gününü sevgisiz geçirdinse yazık! En boş geçen günün o gündür inan bana!
“Kusuruma bakma!” dedi Nizam. “Ben Türkleri savaşta, kervancılıkta severim en çok!”
“Bilirim!” dedi Hayyam kaşlarını çattı.
“Bunca zahmetli işi gören bu mübarekleri bırakalım da bunlar dilediği gibi davransınlar öyleyse. İsyan çıkardılar medreselerde okuyabilmek için. Az kan dökülmedi. Fakat bu istekleri karşılanınca kimseye bir zararları olmadı!”
“Evet, ben dahi alıştım, hoşnudum, lakin saray kalemi dahil her yere doluşuyor kadınları. Bereketi kalır mı bilmem şah devletinin?”
Nizam durakladı. Hayyam’ı boş yere örselediğinin farkına varmıştı. Sabbah konusu çözülmüştü. Melikşah’la aralarında şimdilik ciddi bir mesele olmadığı halde sırf saraya yakın olma ihtimali olduğu için bir kadına karşı Hayyam’ı soğutmaya çalışmak anlamsızdı.
“Benim de zaaflarım var, her insan gibi!” dedi. Ardından ekledi. “Ay ışığı gibi görülür fakat gösterilemez diyerek, ne de güzel tarif ettin gönül iklimini Hayyam! Takdir ettim! Sen bana bakma! Sana latife etmezsem kime edebilirim?” dedi.
Güvenlik hariç, her işte Melikşah’tan fazla kudreti olan Nizam, gerçekten de yalnızca Hayyam’ın katında ciddiyetinden sıyrılabilir, aklına eseni söylerdi.
Dostça bakıştılar.
Hayyam’ın işaretiyle sâzendeler bir Meraga havası çaldılar. Nizam, musikiyi içer gibi dinlerken СКАЧАТЬ