Название: Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn:
isbn:
“Değil mi ki uğruluk etmiş? Okusa ne çıkar? Vezir olsa fark eylemez! Zaten bu mollalar değil mi ki, yüz bulsalar İran’da, Turan’da şarabı bile yasak eylerler,” dedi.
Hayyam’ın tepesi attı. Yüzbaşıyı tersledi.
“Şarabın icat olduğu İran torpağında şarabı yasak eylemek kimin haddine düşer?” dedi. “Sen benimle eğleniyorsun yüzbaşı! Bize kavga ve fitne gerekmez! İsa’dan bin yıl, Muhammed’den beş yüz yıl sonra böyle bedeviyet, böyle yabanilik kimin haddine düşer?”
Orta boylu, ablak yüzlü, yiğit çehreli yüzbaşı Hayyam’a baktı. Hayyam, bu dik bakışlardan ürktü. “Konuklar” konusunu değiştirmek için yüzbaşıya hürmetlice yer gösterirken, yiğit çehreli bu yoksul subaya onun üslubunca, meşrebince hitap etmekte tez davrandı.
“Yüzbaşı izzet idelüm, yiyip içelüm,” dedi.
“Yalıngız Hayyam’ın konukları kimdir dime! Yiğit, medet eylegil! Satranç kuralım. Kuyudan kavun çıkartalım. Şeker, tarçın, limon ezelim. Hele bir otur soluklan!”
Hayyam, bir yandan da, evin baş köşesini gösteriyordu. Yüzbaşı durakladı. Eğer ısrar ederse Hayyam’a kötü bir haller olacaktı.
Sılahan, Hayyam’a kaş göz edip “Melikşah” diye fısıldadı.
Yüzbaşı’dan yılgın olan Hayyam, öfkesini Sılahan’a boşalttı.
“Her nabekar bizi Melikşah-ı Selçukî ile korkutur…” dedi. “Evdeşi olacak o at suratlı Terken Hatun, bırakır mı Melik’i böyle viranelere?”
Sılahan, evdeşi Melikşah’ı dişi sineklerden bile kıskanır, bu nedenle onunla ava gittiği bile olurdu. Bu durum İsfahan’ın kibar çevrelerinde eğlence konusuydu. Yüzbaşı sarsılıp durakladı. Kaşlarını çattı.
“Hayyam Ata! Bes!” dedi. “Sultanımızın biricik gözde hatununa söz söyletmezüz. Şahımızın hem evdeşidir, hemi de yoldaşıdır!”
“Biz de söyletmezüz yoldaştır beli! Ata biner, ok çeker, lakin aslan yavrusunun başını çevirtmez ya bir yana!”
Sonra soluklanıp gülümsedi.
“Gerçi duysa canımıza okur, o da ayrı!”
Böyle derken yüzbaşıya bakıyor, tepkisini ölçüyordu.
Yüzbaşı derin bir soluk aldı.
“Hayyam Ata latife edersin bilirim,” dedi.
“Yeryüzü Melikşah’tan sorulursa gökyüzü de senden sorulur. Sen de yıldızların beyisin! Ay ve güneş ne zaman tutulacak bilirsin. Dedem Korkut gibi ad verirsin cümle yıldızlara!”
Hayyam başını iki yana sallayıp mırıldandı. Sılahan’ın adet üzere kuruverdiği ikram sehpasından bal şerbeti sürahisini aldı. Cam kadehlere şerbet döküp sundu.
“Biz yıldızların izlerini süreriz o kadar.” dedi, hüzünle. Bir rübai söyledi.
“Yoksa, feleğe dön dersem muradımca döner mi? Çoban Yıldızı’na sön dersem söner mi? Madem ki döndüremiyoruz, söndüremiyoruz!… Daha parlak hale getiriyoruz biz de.”
Yüzbaşı, beş yüz yıllık bağ kütüklerinin bulunduğu Keşân Bağları’nın, iri nazlı güllerinin kokusu sinmiş bal şerbetini yudumladı.
“Ehil olanın katında zehir olsa içerim ben,” dedi.
Hayyam, konudan konuya tez geçmek için aceleyle satranç kurdu.
Satranç, ancak dengiyle oynanınca keyif verirdi. Turan’da ve İran’da Hayyam’ın dengi Nizam ya da Sabbah olabilirdi. Hayyam, satranca ayrılacak zamanı ziyan kabul eder, satranç oynamak yerine satranç bulmacaları yapıverir, bunları hizmetini gören İsfahan sahaflarına bahşiş niyetine hediye eder, onları ziyadesiyle sevindirirdi. Satranç bulmacaları Semerkant, Kaşgar, İskenderiye, Gırnata gibi medeni şehirleri diyar diyar gezer, kendisini dört gözle bekleyen meraklılarına kavuşurdu.
Satranç sahnesinin iki yanında, yüksek tepelerden savaş alanını izleyen iki eski zaman hükümdarı gibiydiler. Atları, filleri, savaş meydanındaymış gibi deviriyorlardı. Yüzbaşı dişliydi, özel bir üslup geliştirmişti. Hayyam, onu güçlükle yenebildi, fakat takdir etmekten de kendini alamadı. Bu zorlanmasını hırsızdan dolayı kafasının karışık olmasına yordu.
Yenilmeye doymayan yüzbaşının üçüncü oyunun yarısında umutları tükenmeye başladı.
“Hayyam Ata! Beri bak!” dedi.
“Satrançta ustasın. Ama bil ki, ben de er meydanında ustayım. Sen beni çevgan oynarken gör. Atın üzerinden değneği topa vururken bir bak!” diye caka sattı.
Hayyam yüzünü ekşitti.
“Çevgan, top, av, silah, at! Ne boş işler bunlar! Biraz hesap, hendese bilmeli insan bu devirde.”
“Herkes hendese bilirse, binlerce mühendis çizdikleriyle nasıl geçim yapar Hayyam Ata?”
“Sen de haklısın!” dedi Hayyam. “Fakat evinin avlusuna bir fıskiyeli havuz yapacak kadar da hendese ve hesap bilmeli insan! Gökteki yıldızlardan birkaç yüzünün adını ve konumlarını bilecek kadar da astronomi öğrenmeli. Koskoca devlet büyüklerinin ava gitmesi bana tuhaf geliyor!”
Yüzbaşı yutkundu.
“Ava gitmesek atlarımız semirir, çeriler göbek bağlar. Ava gideriz çünkü yiğidin hası avda seçilir. Hem yoksul ahali av etini sever ve yolumuzu gözler.”
Hayyam dahi av etini, kuş etini, hatta Kuzgun Denizi’nin, Samur Nehri açıklarından gelen ak balık etini bile pek severdi. Nizam başta olmak üzere vezirler, nazırlar, danişmend unvanlı genç yardımcılardan Melikşah’ın ünlü sürek avlarına katılanlar, avdan hediyeler getirirlerdi. Hayyam, değişik besinlerle daha zinde ve daha üretken hissederdi kendini.
Yüzbaşıya av konusunda haksızlık ettiğini düşündü.
“Hadi av neyse!” dedi. “Koskoca şahlar, sultanlar elinde değnekle ata binip topun peşinde seyirtiyor! Olacak iş mi bu? Onbaşılara, yüzbaşılara sözüm yok iki gözüm!”
“Şahlar da sırım gibi gerektir askerin önünde. Romen Diyojen gibi at arabasına binse o şah, askerin katında maskara olur Hayyam Ata!”
“Bakarım da sultana toz kondurmuyorsun. Melikşah bunları duysa binbaşı oldun demektir.”
Yüzbaşı eğildi. Gözlerini belerterek ihtiyatla sordu.
“Bu Melikşah’la Terken Hatun, karganın kocamışını bilirler, kişinin gönlündekini anlarlar, derler. Sen korkmaz mısın?”
Neşeli СКАЧАТЬ