Название: Hayyam'ın Konukları Matematik ve Şiir
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn:
isbn:
Nizam, Hayyam’ın kendisini aç gözlü biri gibi algılamasına alınmıştı.
“Şahsi değildir muradım!” dedi. “Dünyaya barış getirmektir. Endülüs’ten Mısır’a, Ceneviz’den Çin’e… Yoksa dört yüz yılda parlamış medeniyetimiz, bedeviyetin hücumlarıyla yerle bir olabilir! Medeniyet yayılmazsa, bedeviyet yayılır ve fanus gibi medeniyeti örter ve boğar. Medeniyet dediğin bir camdan köşktür ki güç kurulur, tez dağılır. Yere geçer bu şehirler, bu abideler!”
“Sizin muradınız hepimizin arzusudur!” dedi Hayyam. “Lakin bu ilaç ihtiraslarına gem vuramamış bedbahtlar için!”
Nizam’ın çipil gözlerinde sarı bir ışık parladı. Hayyam’ın ağzını aramak vakti geldi diye düşündü.
“Sabbah gidisine içir o zaman!”
“Aynen efendim! Hasan Sabbah tilkisine içireceğim!” Sabbah büyük bir yaratılış. Ne çare ki Selçuklu’daki yüksek makamlar layıkıyla dolu. Farkında değil! Şu dünyada bütün alacağı bomboş bir nefes, farkında değil!”
Nizam, derin bir nefes aldı. Demek aldığı istihbarat doğruydu. Sabbah’ın ziyaretini gizlemediğine göre Hay-yam, Sabbah’ın safında değildi. Ayartılamamıştı. Hâlâ kendi yanındaydı. Derisini yüzdürmek için kendini zor tuttuğu Sabbah’tan safça söz açan Hayyam’a gülümsedi.
“Şarap içmez, şerbeti nadiren içer, çokça su içer!” dedi.
“Fark eylemez!” dedi Hayyam. Yeşil sıvıyı gül suyu şişelerine boşaltırken.
“Mangal ateşinde, tütsülerde, mumlarda, şuruplarda hep aynı mai olacak!”
“Âlâ, âlâ!” dedi Nizam. Bu ifadede ziyaretin bu gece olacağını öğrenmenin keyfi vardı. Açıkça sormak, aşikâr etmek yakışmazdı. Hayyam, hiç gizlemeden belli ediyordu zaten. Yapılacak tek şey, Sabbah’ın adı geçtikçe artan öfkesine gem vurup, duygularını gizlemekti.
“Balık suda ama gözü dışarıda!” diye söylendi. “Geldiğinde katip olmaya razıydı. Vezir yapsan başvezir, şah yapsan peygamber olmak ister. Sınır yok yahu!”
“İhtiras, en büyük acıdır efendim. Gemi azıya almış bir kaplanın sırtında olmaktır. Benim ilacım, işte bu acıyı dindiriyor!”
“Seni de ayartır o! Uzak dur Hasan Sabbah gidisinden!”
Hayyam’ın ateşli mizacı; kalender, rindane halinin bütün perdelerini yırtarak görünür oldu. Kendi meşrebince kükredi.
“Sabbah’dan uzak dur! Zemahşeri’den uzak dur! Bunlar yaşadığımız medeni devre uygun değil ey dünyanın gördüğü en büyük vezir! Büyüklerimiz bağışlayıcı olmasaydı memlekette mevlana kalmazdı. Dehalar, allameler, bilgeler çılgın olur.”
“Doğru söze ne denir?” dedi Nizam. Hayyam’ın bu keskin cevabı hoşuna gitmişti. Sabbah’ın bir çılgın olduğunu, suçu olsa bile tahammül göstermek zorunda olduğunu haykırıyordu. Akıl ve zekâdan yana olduğu için Sabbah’la merhabası olduğu anlaşılıyordu.
Sabbah’ı öldürtmediğine pişman bir halde sıkıntılı günler geçiren Nizam’ı rahatlatan işte bu andı. Belki de Sabbah’ın kellesini kurtaran, bütün çılgınları savunan işte bu sözlerdi. Nizam, zihnini kemirip duran, Sabbah’ı öldürtmek fikrinin bu sözlerle bir anda buhar olduğunu hissetti. Zorlu bir azaptan kurtulmuş gibi, çok derin bir nefes aldı. Yüreğindeki kin, tortulu bir şefkate dönüşmüştü. Hayyam’a minnetle baktı. Artık sakin görünmüyor, gerçekten sakin konuşuyordu.
“Rahmetli hocam Nişaburî” dedi. Nizam “Söz alırdı talebelerinden. ‘Hanginizin hâli vakti yerindeyse yek diğerine destek olacaksınız.’ diye. Nitekim yardımlaştık da arkadaşlarla. Lakin bu Hasan Sabbah ‘Medresede sözleştik.’ demiş. “Be hey gafil! Akranım mısın sen benim?”
Nizam, yerden göğe kadar haklıydı. Aynı rahlede eğitim görmüşlerdi fakat yirmi yıl arayla. Yine de farklı nesillerden talebeler, bir araya geldiklerinde, hocaları Nişaburî’nin huylarından, üslubundan söz açarlar, danışmanlarını, yardımcılarını yad ederlerdi. Nizam, içinde yeniden birikmeye başlayan öfkede boğulmamak için doğrulup ayağa kalktı.
“Senin gibi iyi huylu ve kalender görünüyordu geldiğinde, kedi gibiydi. Böyle olacağını bilsem Hasan’ı kapıma yaklaştırmazdım.”
“Biraz ihtiras olacak. Devletin başına getirdiğiniz kişiler benim gibi hırstan azade olursa o da olmaz!”
“Doğrusun! Lakin kesemizden okuttuğumuz, makam verdiğimiz insanlar kaplan gibi ürkütücü bir hırsa bürünüyorlar. Hasan’a el uzattım, kolumu hatta boynumu koparmak istedi. Sen de ne yakın ne de uzak duruyorsun benden!”
Hayyam’dan “Ben size daha yakınım.” cevabını almak istiyordu. Hayyam beklediği cevabı başka kelimelerle verdi.
“Benim için her yer Şiraz bahçeleri, her yapı Keşân köşkleridir.” dedi. Kesenin en şişkinini Melikşah yollar. Hizmetimi ak sakallı İsfahan Sübaşısı görür. Cihanın yüce veziri gönderir hediyelerin en âlâsını. Söyleyin bana ey vezirlerin şahı! Şu hakir Hayyam bendenizin sürdüğü saltanatı, acaba halife Harun Reşit sürdü mü?”
Sarayda hep ciddi olan Nizamülmülk kahkahalarla güldü. Hayyam gibi bir allameden, bir mevlanadan, bir cihan bilgininden ‘cihanın yüce veziri” iltifatını almak ne hoş, ne keyifliydi!…
Vezarete gelen hediyelerden hazineye uygun olmayanları, özellikle nadide yiyecek ve içecekleri dağıtırken Hayyam’ı birinci sıraya koyacaktı artık.
“Lafı mı olur canım!” dedi.
“Sabbah’ı da dünya nimetlerine boğardım, ama o kimsenin iktidarını beğenmiyor.”
“Hayallerini değiştireceğim onun. Tartışmacı, huysuz kişiliğini azıcık yontacağım.”
Hayyam’ın yürekli halinden umutlanır gibi olan Nizam’ın yüzünde alacalı bir gülümseyiş parladı.
“Gerçekten de hayallerini değiştirebilecek misin? Yoksa Hekim Razî gibi musiki marifetiyle mi tedavi edeceksin Sabbah’ı? Dumanı bile çarpıyor insanı. İşe yarayacak belki de!”
“İhtimal siyasi ihtirasından eser kalmayacak. Ölmeden önce ölecek, doğduktan sonra bir daha doğacak! Bu ilaçla ona öyle bir iş edeceğim ki!”
Nizam başını salladı.
“Bu formül tutarsa ileride ateşli mizaçlı olan herkes bu ilaçla avuçta tutulabilir.”
Yaklaşan nal sesleri ile birlikte bir at kişnemesi duyuldu. Nizam toparlandı.
“Bu gelen Hasan Sabbah gidisi olmasın!”
“Hayır!” dedi Hayyam “Bu gelen Tamgaç Han’ın süt kardeşi Selvihan СКАЧАТЬ