Hayatını ve çocukluğunu yeniden bulmuşa benziyordu. İçine büyük bir nur ve iyi duygular girmiş gibiydi. Fakat içi böyle olsa da, bedeni hastaydı. Gönlü canlanmak istiyordu, ama vücudundaki ateş ve başındaki sancı yeniden artmıştı. Artık üçü de sessiz, çıt çıkarmadan duruyordu. Dışarıdaki koyun kuzunun gürültüsü de uzaklaştıkça sönmeye başlamıştı. Evin içi gibi dışarısı da bugün alışılagelmişin dışında çok sessizdi.
O anda Abay ve annesinin kulağına farklı, yabancı, soğuk bir ses geldi. Dışarıdaki birisi:
– Oy vay, kardeşim! Vay vay buğram, diye figan ederek geliyordu. Bu halk içindeki erkeklerin yakınlarından bir kişi ölünce uzaktan adını haykırarak at koşturmak şeklinde bir âdetleri vardı. O zaman bu biçimde “vay vay kardeşim” diyerek at kamçılarlardı. Yaşlı nine bu sesi işitmemişti. Sesi duyan evdeki iki kişinin yüreklerine korku düştü.
Uljan’ın gönlüne düşen korku ile aklına gelen ilk düşünce; “bu obadan biri mi öldü, yoksa Kunanbay mı öldü?” şeklinde oldu. Korkuyla kulağını dışarıya doğru çevirdi.
Ürkmüş olduğundan anlayamıyordu. Burnundan solutularak koşturulan at sesi de yoktu. Bu, yakın yerdeki bir yayanın sesi idi. Abay annesinden önce anladı. Sesini özellikle kalınlaştırıp büyükleştirerek bağırmakla birlikte bu bir çocuk sesiydi. Hatta tam da haşarı Ospan’ın sesiydi.
O, kırdaki oyundan dönerken “kötü âdettir”, “şudur”, “budur” diyenlere aldırış etmemiş, kaygısız ve tasasızca yalandan ağıt yakmayı sürdürerek:
– Oy vay, kardeşim Kodar! Vay vay, Kodar, diye diye kendi butunu şaplaklayıp at gibi koşturarak gelmişti. Kodar’ın ölümünü bütün oba gibi o da işitmişti. Bugün akşama doğru bulak başındaki bir çoraklıkta toplanan arkadaşlarıyla birlikte böyle ad haykırarak uzun süre oynamıştı: Çoraklığın ortasına çukur kazmışlar, kuru bir kemiği meyyit gibi taşıyarak getirip gömmüşler, üzerini mezar gibi kabartmışlar, her tarafını andız dallarıyla çevirmişler ve “ad haykırarak” uzun uzun bağrışmışlardı.
Uljan, Abay’ın hastalığına üzüldüğü yetmez gibi kendisini deminki haylazlığıyla çok kötü korkutan Ospan’ın bu yaptığına çok öfkelendi. Gün boyu batakta gezen, ayağı bacağı hem kirlenen hem de nasırlaşmış olan Ospan eve girince:
– Hey! Beri gelsene oğlum! Beri gelsene, diyerek hiç belli etmeden ve kızmadan yanına çağırdı. Kızıp azarlayarak söylese Ospan her zaman yaptığı gibi söve söve kaçacak ve kimseye yakalanmayacaktı. Ospan ayaklarını pat pat vurarak annesine doğru koştu, tam evin ortasında yanan ateşin yanından Abay’ın döşeğine değin sıçradı ve Uljan’ın dizine çarparak önünde durdu.
Annesi onu aniden sol kolundan yakaladı:
– Sen deminki ad koyduğun şeyi nereden çıkardın? Bunun kötü âdet olduğunu söylememiş miydim? Evde ağabeyin hasta yatarken, ha! İt peşinde gezen deli! Bu yaptığın ne, derken hırpalayarak yüzükoyun yatırdığı Ospan’ın kaba etini şaplakladı ha şaplakladı.
Ospan, babası vurunca ağlamasa da annesi vurunca hepten sulu göz oluyordu. Babası ağlamasına aldırmıyordu. Ama bu kendini koruma ağlayışı annesine karşı bazen etkili oluyordu. Şimdi de bağırmaya başlamıştı. Bütün gücüyle çığırıyor, gürültü çıkarıyordu.
Annesinin elinden kurtulunca zıplayarak sol taraftaki yüksek tahta karyolanın üstüne atladı ve yüzüstü yatarak ağladı. Fakat bu defa ne kadar ağlasa da annesinin onu avutacak hâli yoktu. Bunu biliyordu. O yüzden, gözünde yaş olmasa da arada sırada yalancıktan bağırıp duruyordu. Kendisi de ağlamaktan usanmaya başlamıştı. Nihayet bir kez daha dalgacı ve haşarı mizacına bürünüp ağlarmış gibi yatarak seyrek de olsa kısaca:
– Oy vay, kardeşim, diyordu. Bir iki defa hafifçe dönerek gözünün ucuyla annesinin tarafına bakıyor, kimse hareket etmiyorsa bir defa daha bağırıyor, bağırışının ardından bir kez daha o belayı söylüyor ve deliliğini sürdürüyordu. Bir defasında “oy vay, kardeşim Abay” diyerek inledi. Abay, başı ağrısa da gayri ihtiyari gülüverdi.
Ospan annesinin büyük ve şişman vücudunun yerinden kımıldamaya başladığını fark etti. Ayağa kalmak üzereydi. Yine bir tehlike olacağını anladı ve annesi kalkıncaya kadar zıplayıp döşekten indi:
– Oy vay, kardeşim Abay! Abay! Abay, diye bağırarak kapıya doğru fırladı. Annesi kalkıp hamle yapmak istedi, kalkamadı:
– Hey, kim var orda? Yakalayın! Yakalayıp getirin şu deliyi, diye dışarıya doğru seslendi. Ospan kapı önünde kasılarak yürüdü, kenardaki evlere doğru hoplaya zıplaya sıvışıp gitti. Orada annesinin buyruğunu işiterek bunu yakalayıp getirmek için hemen harekete geçen büyük ağabeyi Takejan’ı gördü…
Abay bu şekilde bir hayli uzun süre hasta kalmıştı. İlk günlerde biri “uçuklamış”, biri “nöbet geçiriyor”, başka biri “karahummaya yakalanmış” diyerek çeşitli tahminlerde bulunsa da tam olarak açıklayabilen olmamış, özellikle tedavi için bir şey yapılmamıştı.
Sadece hastalandığı ilk günün ertesinde ninesi buyruk verince yaşlı bir kadın günbatımında Abay’ı dışarı çıkarmış, yeni kesilmiş koyun akciğeriyle çıplak vücuduna vurmuş, yüzüne su sıçratarak okuyup üflemiş, “git felaket, git! Göç oğlumdan, göç” demiş, batmakta olan kıpkızıl güneşe baktırarak bir türlü tedavi uygulamıştı. Ona göre de Abay korkup uçuklamıştı…
Abay, kendine geldiği bu akşamüstünde eklemleri çözüle çözüle ve başı dönerek zorla çıkmıştı evin önüne. Gözleri bulandığından mı, nedir? Şimdiki dünyanın kızılı, eskiden görmediği şekilde bir başka görünüyordu gözlerine. Hayal mi, düş mü? Her nasılsa, bir başka âlemin farklı bir sureti gibiydi çevre.
Oba, iki gün geçtikten sonra Kölkaynar’dan Şınğıs’a doğru göçtü…
Bir süreden beri boyların büyükleri ve sürü sahipleri “yaylanın besleyiciliği iyi mi ki? Otları yetişti mi ki” diyerek gelen geçenden soruşturuyordu. Bağrı ve bayırları yeşermekle birlikte Şınğıs’ın belleri çabuk ısınmaz ve erken yeşermezdi. Bütün Tobıktı’nın suyu bol, yaylası geniş, otlağı uzun, büyük mekânları Şınğıs’ın öte yakasındaydı. Oralara ulaşmak için geçilmesi gereken beller ise üzerine çok kar yağan yüksek rakımlardaydı.
Kunanbay obası göçmeye başlayınca çevredeki başka pek çok oba da hemen peşinden göçmeye başladı. Aşağılardaki Jidebay, Musakul, Şüyginsu gibi bol gür otlu kışlık yerleşkelerde oturanlar da akarcasına göçüyordu. Her halk kendi yakınındaki Akbaytal, Köldenen, Jigitek, Şatkalan, Bökenşi gibi geçitlere yöneldi. Şınğıs dağının kimi geçitlerinin adı o çevreyi sahiplenen boy adıyla anılırdı. “Jigitek”, “Bökenşi” denenler, böyle geçitlerdi.
СКАЧАТЬ