– O, korkak, korkak, diyerek alay etti…
Boynunda çivili tasması olan kara ağızlı, alacalı kancık Abay’a bir başka güzel göründü. Jiyrenşe’ye:
– Adı ne, diye sordu.
– Jelkuyın20.
– Adı da güzelmiş.
– Sadece adı değil efendim, kendisi de öyle! Tavşanı, tam kasırga gibi eserek alır, dedi.
Bu söz, Jelkuyın hakkında kendi obasındaki büyük bir avcının söylediği söz idi. Jiyrenşe bu sözü devamlı söylerdi.
Bu söz ile birlikte Jelkuyın’ın yattığı yerde yalanıp duran sükûnetli hâli Abay’ın büyük ilgisini çekti:
– Tavşana mı çıkıyorsun, diye sordu.
– Evet, tavşana çıkıyorum. Haydi, sen de gel. Atın var mı?
– …
Abay’ın kula beşlisi eyerleninceye kadar kımız içtiler, sonra batı tarafındaki Kızılşokı denen ufak adıra21 doğru orta hızda at koşturarak çekip gittiler.
Bunlar Kızılşokı’ya girerken hızla önden gitmiş olan Jelkuyın bir tavşanı bezdirircesine kovalamaya başlamıştı bile. Jelkuyın uzaktan kendisini görüp kaçmaya başlayan tavşana kolay yetişememiş, iki üç bayır geçtikten sonra mecalsiz kalan tavşanı zoraki yakalamıştı. Bundan başka da tavşan görmemişlerdi. İkisi tavşan ararken Kızılşokı’nın Şınğıs tarafına bakan en uçtaki tümseğine kadar gelmişlerdi.
Buraya geldiklerinde Şınğıs’ın Karaşokı tarafından gelmekte olan bir atlı ile karşılaştılar. O, Maybasar’ın ulaklarından Cumağul idi.
Cumağul Jiyrenşe’ye bakarak:
– Siz burayı bırakın da Karaşokı’ya varın. Bugün orada, bir infaz yapılacak Kodar’a. Halk toplanıyor, dedi.
Jiyrenşe atının üstünde ayağa kalkar gibi dikilip öne doğru sertçe abanarak:
– E, ne oldu? Kodar ile gelini nerde, diye sordu.
– Kamısbay’ın da içlerinde olduğu beş yiğit tutmuş onları, daha demin götürüyorlardı. Toplantı Jeksen obasında olmalı, dedi ve atını kamçıladı. Cumağul, telaşla uzaklaşıp gitti. Jiyrenşe bunu işittikten sonra:
– Gidelim, görelim! Haydi! Haydi, yürü, demiş ve düşünmesine fırsat vermeden heveslendirip peşine takarak götürmüştü…
Gördükleri az önceki…
Abay şimdi yüz geri etmiş, ormanlı nehri arkasında bırakmış, yel gibi at sürerek kendi obasına dönüyordu. İçi buz kesmiş, nabzı hızlanmış, can damarları zonkluyordu. Öfkeden dehşete düşmüş gibiydi. Kimden, neden ürküyordu? Özellikle babasının… Babasının mizacından, babasının elindeki kandan dehşete kapılıyordu. Kendi babası… Katı, öfkeli babası…
Abay, arkasından yetişmeye çalışan Jiyrenşe’nin sözlerine karşılık vermedi. Nehir boyunca uzanan yamaçlı dağdan da uzaklaşmadı. Tek kişilik patikada ikisi yan yana at süremiyordu. Öne düşen Abay, dörtnala gidiyordu. Mecali kalmayan Jelkuyın ise ikisinin de önündeydi. Yolun elverişsizliği konuşmalarına izin vermese bile Jiyrenşe Abay’ın ardından ayrılmadan peşinden geliyor, durmadan bir şeyler söylüyordu.
O, deminki Jeksen obasında bir iki kişiyle konuşmuş, bir şeyler işitmişti. Bunları anlatıyordu. Hasta bir insan gibi öfkeden titreyen ve yüreği sert bir şekilde çarpan Abay Jiyrenşe’nin bütün sözlerini anlamasa da bir iki yerini açık seçik kavramıştı.
Esasında, bugünkü toplantıda, iki söz ağızdan ağıza yayılmış gibiydi. İkisi de “Kodar’ın sözleri” diye söylenmişti. Birisi evrilip çevrilen bir söz idi de diğeri tam onun sözüydü. Bunlardan ilki Kodar’ı suçlayan söz idi. Bugünkü katı cezanın delili, dayanağı…
Bu, öldürenlerin tekrar tekrar söylediği: “Allah bunu bana yaptı ya, ben de Allah’a yaptım” demesiydi.
İkincisi daha az konuşulmuştu. Fakat bu söz topluluğa doğrudan söylenmişti: Kodar, “ben itsem, siz de itsiniz! Susarsınız da, bayıla bayıla yersiniz” demişti.
Abay’ı çok duygulandıran söz buydu. Bu söz, az önceki kadınların gizli gizli gözyaşı döküşlerini de hatırlattı. Jiyrenşe’nin önünde dörtnala giderken hüngür hüngür ağlayıverdi.
Jiyrenşe, arkasından gelse de Abay’ın ağladığını anlayarak:
– Hey, hey! Haylaz Tekebay! Sen ne yapıyorsun, dedi ve daha da hızlanarak yanına gelmek istedi. Abay, Jiyrenşe’nin doru sakarının başının kendi atının üzengisine yaklaştığını yaş dolu gözleriyle gördü ve kula beşlisini ökçeleyerek daha da hızlandı.
Bu anda ikisi de dağ yamacından kurtulmuş, yazıya çıkmıştı. Abay, kula beşlisinin başını Kölkaynar tarafına burdu, kamçıyı vurdu.
Jiyrenşe’ye gözyaşını göstermek istemedi. O da ardından bastırdı. Fakat Abay’a yetişemedi. Abay, ok atımı mesafesinde uzaklaşırken kendi kendini iyice serbest bıraktı, iç çeke çeke ağlayarak gitti…
Uzun yıllardan beri ağlamış değildi. İçi yana yana hiç durmadan ağladı. Yulaflı ve çayırlı yeşil kırlar, uçarcasına giden beşlinin iki tarafından süzülen taşkın sular gibi göz alabildiğine akıyor, arkasına doğru rüzgâr gibi kayıyordu. Çınlayarak esen coşkulu yel, Abay’ın gözünden akıp iki kulağını ıslatarak geçen kat kat katreleri deminki yulaflar ile çayırlara savuruyordu.
Abay bundan önceki dönemlerinde ne böyle bir duygu yaşamış, ne hissetmiş ve ne de bilmiş değildi. Şimdi bakıyordu da, gözyaşında, insanı bütün varlığıyla kendine doğru çeken farklı ve sıcak bir kuvvet vardı. Büyük uçurumun en yüksek yerine çıktığında bir an obaya doğru düşmek istermiş gibi kendine çeken anlaşılmaz bir güç. Pek çok sezgi, bu çağdaki karman çorman çocuk yüreğinde kasırga olup eser gibiydi.
Bunda, canının alabildiğince acıdığı zulüm altında ölenlere duyduğu merhametlilik de vardı. Öldürenlere öfke ve beddua da vardı. Bununla birlikte, özellikle, birbiriyle çarpışan duyguları; “baba” deyip hakkında kötülük düşünemediği, ancak yine de bu “babadan” dehşete kapılarak korkması da vardı.
Bütün iç dünyasını sarsan, çocuk ruhunu yerle bir eden, şüpheyle titreten bir sezgiydi bu.
Ağlayıp için için yanmasının sebebini; bir an, “medresenin, dinin, halifelerin ‘suçluların günahına bulanırsın’ şeklinde öğretmesi dolayısıyla, СКАЧАТЬ
20
Jelkuyın: Kasırga.
21
Adır: Dağdan küçük, tepeden büyük yükseltiler.