Kışın, ilkbaharda ve güzün birbirinden uzakta yaşayan obalar bu seferler boyunca yerleşme durumlarıyla nispeten birbirine kavuşuyor, karman çorman karışarak yerleşiyordu. İnsanları, malları, çadırları da buluşuyor, bir obadan diğerini ayırmak zorlaşıyordu.
Bu şekildeki göçüş başkaları için kolay olsa da koyuncu, kuzucu, yılkıcılar için çok büyük bir huzursuzluk kaynağı ve asalaklık günleri olurdu. Birisinin yılkısına yabani atlar, başıboş avareler karışır. Birisinin koyununu başka bir obanın kuzusu emer, koyunlar koyunlara karışır, birbirine musallat olur giderdi. Böylesi telaşlı anlarda “ayakbastı”, “göz kıstı” diye, nice uysal kişinin toklusu ve devesi ele avuca sığmaz obaların yemi olurdu.
Kendisininkini yemekten imtina eden, gece boyunca başkasından gelen “karışma” ve “girmelerin” altını üstüne getiren, evirip çevirerek çiğli pişmişli yuvarlayıp yutan mal düşkünü kötü niyetli kodamanlar ve nice belanın başını çeken yöneticiler de olurdu.
Bu seferler sırasında pek çok halkın ivedi göçüyle birlikte deminki gibi yığılarak yerleşmesine sebep olan başka bir şey daha vardı: İlk günlerde dışarıda kurt çok olurdu. Issız olduğu için bu bölgelerdeki dağ bellerinde yavrulayan kurtlar halk gelinceye kadar sıçan ve dağ sıçanı avlayarak yaşar, her yer mal ile kaplandıktan sonra ise huzur vermeden kasırga gibi vururlardı. Pek çok oba gece boyunca hayvan barınaklarını at üstünde gözetir, obaların kenarına fasılasız alevlenen ateşler yakar, bağırış çığırış ile sabahı sabaha eklerlerdi. Bütün bunlar yaylaya göç seferini, her şey yerli yerindeykenki ve başka dönemlerdeki diğer yaşayış tarzlarının hepsinden farklı kılardı. Gündüzleri bütün halk at üstünde olurdu. Erkekler ise mızrağını, sopasını veya ay baltasını göç boyunca ellerinde taşırdı. Abay, kitle hâlinde seyahat edilen genel göç seferinin bu görüntüsünü yağmalama saldırısına benzetirdi…
Her yıl olduğu gibi bu baharda da tekrarlanan göçler Abay’a ilk defa alabildiğine huzur bozucu bir meşakkat olmuştu. Onu sarıp sarmalayarak mağlup etmiş olan bir hastalığı yoktu. Fakat sağlıklı da değildi. Yürümek isteyince gözü kararıyor, başı dönüyor, olduğu yere düşüyordu. Ancak, onun hastalığına bakıp ta göçmemek uygun olmazdı.
Uljan’ın evine üç dört günde bir uğrayan Kunanbay çoğunlukla Uljan’ın güzel kuması Ayğız’ın evinde kalırdı. Arada sırada da baybişesi Künke’nin yanında kalırdı. Onun obası ayrıydı. Kunanbay, bu defa Künke’nin göçüyle birlikte seyahat ediyordu.
Oğlunun hastalığını hastalandığı ilk gün bir defa sorup sual etmiş, sonra unutmuş gibiydi.
Abay at binemedi. Annesi “yük devrilir, deve yıkılırsa ölür” diyerek yük taşıyan deveye de bindirmedi. Yaşlı nine ile Uljan’ın elinde yalnızca bir araba vardı. Esasında her bir boyunun ve her bir obasının her mevsimdeki yerleşim yeri yıllarca değişmeyen bu halk, yazın yaylaya, kışın kışlağa göçmek dışında başka bir yere gidip gelme ihtiyacı duymadığından araba kullanmazdı. “Tobıktı soyu içine gelen ilk araba, Kunanbay’ın yaşlı annesi Zere’nin bu mavi arabasıydı” denilse de yanlış olmazdı. Kunanbay Ağa Sultan seçildiği seyahatinde Karkaralı’dan özel olarak almış:
– Göçerken buna bin, diyerek annesine vermişti.
Bu yaşında dağlık yerde at binmek Uljan için de zordu. Yaşı ilerlemiş, vücudu ağırlaşmıştı.
Uljan Abay’ın hâlini düşününce kendi rahatını bırakmış, arabaya, ninesinin yanına Abay’ı bindirmişti. Kendisi uysal bir doru kısrağa binerek devamlı bu arabanın yakınında gidiyordu…
Yaylada Kunanbay obasının çoğunlukla yerleştiği alanlardan biri Botakan ocağı idi. Kölkaynar’dan buraya gelip yetişinceye kadar yaklaşık yirmi gün geçmişti. Bu yirmi gün içinde yol boyunca eğreti hasta hâlinden kurtulamayan Abay, ancak yeni yeni düzelmeye başlamış gibiydi. Kendi kendine ayağa kalkıp yürümeye, çıkıp dolanmaya da uygun duruma gelmişti.
Artık gönlünün de kendine gelmesi, eski çocukluk neşesini ve oyun meşgalesini bulması gerekliydi. Fakat hayret! Bu yıl, özellikle son günler içinde Abay çocukluğun ilginç meşgalelerinden ve meraklarından uzaklaşmış, soğumuştu. Çocukluğundan bütünüyle uzaklaşmış gibiydi. Hastalıktan yeni yeni kurtulmasından mı, yoksa son dönemlerde gönlünü ezerek geçmiş olan ağır sezgilerden ve derin azaplardan dolayı mıydı? Yahut hepten çocukluğun bitmesinden, büyüklüğe doğru gitmesinden miydi? Açıklıkta yokuşa tırmanırcasına çaresiz bir durgunluğa düşmüş gibiydi…
Bu yıl Abay on üç yaşını tamamlamıştı. Vücudu da biraz gelişmiş, boyu büyümüş, kolu bacağı uzamıştı. Eskiden burnu kümük gibiydi, bu yıl o da biraz uzamıştı. Siması ve genel görünüşü çocuktan ziyade iriceydi, delikanlılık hâline meyletmişti. Fakat daha hâlâ bu görünüşte büyüklük görüntüsü yoktu. Bütünüyle ergen değildi. Zayıflayıp uzayarak kof bir biçimde gerilmiş gibiydi. Bu görünüşü ile güneş görmeden büyüyen, solgun ve upuzun bir bitkiyi andırıyordu.
Önceden esmerdi, yüzünde biraz da allık vardı. Şimdilerde şehirden dönmüşlükten mi, yoksa hastalanmışlıktan mı, bilinmez bir şekilde beyazımsılaşmıştı. Seyrek kahverengi saçlarının arasından yer yer kafa derisi de görünüyordu. Bu da hastalanmışlıkla gün yüzü görmemişliğin bir işaretiydi…
Abay’ın bu şekildeki mutat mizacı da kendine bir başka türlü, kendince yaraşmıştı.
O, at binip gidebilecek duruma geldiği hâlde evden pek çıkmıyordu. Başka çocuklardan farklı bir uğraş, ayrı bir dost bulmuştu. Bu dost öncelikle ninesiydi. Ondan vakit kalırsa annesiydi.
Abay bunu, ancak bu yıl farkına vararak değerlendirebilmişti. Onun ninesi, bir başka ustalıkta hatip idi. İlginç konuşuyordu. Sözlerinin her yerini hoş kılıyor, meraklandırarak anlatıyordu. Evvela hastalanmaya başladığındaki günlerden bir gün akşam uyuyamadan yatarken ninesinden bir şeyler anlatmasını istemişti. O zaman ninesi, biraz düşündükten sonra:
– E-e… Gün belli etmeden geçermiş. Eskiden kim geçmiş, demiş ve azıcık şiirleştirerek konuşmaya başlamıştı. Abay bunu öğrenmişti. Bir dahaki sefere sohbetini rica ettiğinde ninesinin dizini usulca ittirerek:
– E-e… СКАЧАТЬ
23
Urankay: Sırıkların uçlarını tepede birleştirip bağlayarak kurulan çadır türü.
24
Abılayşa: Ağaç direklerle kurulan küçük Kazak çadırı. İçerisinde, kiyiz ev kubbesinin tepesinde bulunan ve “şanırak” adı verilen yuvarlak kısım ile katlanabilir kafes şeklindeki “kerege” adlı desteğin bulunmadığı çadır türü.
25
Jappa: Bir ağaca veya yükseltiye dayanan sırıkların üstüne keçe örtülerek kurulan çadır türü, çardak.
26
İytarka: Göçerken iki keregenin çatılması ile kurulan geçici çadır türü.