Yazı işleri ofisine doğru gitsem yolum çok uzayacaktı. Ayrıca ben zaten bu yazı işleri ofisine veda ettiğim düşünülüyordu. Bu yüzden de ikinci kez gitmek istediğim adresi söyledim ve şoför kaba cevabını bitirmeden önce trafik ışıklarında arabadan indim. Tahminen 20-30 metre ötede küçük bir pazar vardı. Albina’nın ninesi için ne hediye alacağım hakkındaki düşüncelerden kurtulmaya imkân bulana kadar ayaklarım beni pazarın kapısına ulaştırdı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜL
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GÜL
Gül. Kokusundan hoşlanıp dikenlerini sevmediğim bu çiçek nasıl aklıma geldiyse Albinalara bundan başka hediyeyi yakıştıramadım. Ama onu nereden bulacaktım bu vakitte? Şehrin birkaç çiçek dükkânını hatırladım. Şimdiye kadar onların hiçbirinde gül görmemiştim. İşte bu düşünceyle de hayaller beni kucaklayıp Albina’nın yanına götürmüştü. Bana, “Volga” ile yola çıkmamdan itibaren Suslov ile görüşmedeki geçen olaylara, hatta geri dönerken şoförü dikkate almadan trafik ışıklarında arabadan inmeme kadar her şeyi o görmüş gibi geliyordu. Neyi yanlış, neyi doğru yaptığımı tek tek izah ederdi bana. Şimdi biz yüz yüze sohbet ediyorduk. Evvela Suslov’un sözünü haksız yere kestiğimi yüzüme vurdu. Sonra “Neredeyse unutuyordum.” dedi ve arabada telsize dikkatle bakarak kendini görmemiş gibi yapmamam gerektiğini belirtti. Sonra yine sohbeti getirdik Suslov ile olan kısma. Konuşmamdan çok memnun kalmıştı. Sorularına akıcı bir şekilde cevap vermiştim, cümlelerim net, ifade tarzım düzgündü. Aslında bana da işte bu lazımdı. Gerçekten de ninenin doğum günü için gül aramaya değerdi.
Suslov’un kabul odasından çıkarken Japon yapımı küçük boyutta bir “JVS” video kaydedici cihaz ve beş adet ona ait kaset vermişlerdi. Yarına bu kasetlerin hepsine dikkatle bakıp ertesi gün öğleden sonra ise verdikleri adrese gidecektim. Yüküm o kadar ağır olmasa da kolumu yoruyordu. Belki de onu kaybedeceğimden veya kıracağımdan endişe ettiğim için parmaklarımı sıkıp kolumu gergin tutmaktan dolayı yoruldum. Kısacası paketi kâh elimde tutuyor kâh koltuk altıma vura vura hâlâ nine için hediyeyi nereden alacağımı düşünüyordum. Böylece çiçek satan kadının önüne geldiğimi fark ettim. Çeşitlerden ve çiçeklerin o kadar büyük ve şeffaf olmamasından sera ürünü olmadığı anlaşılıyordu. Kadın benim çiçeklere dikkatle baktığımı ancak beğenmediğimi hissedince biraz sefil, hem de malına güvendiği ölçüde sessizce “Aşağı eğilin!” deyince sanki yorgunluğumu almak için elime bahane geçmiş gibi hemen dizlerimi büküp sırayla dizilen üç kovanın önünde durdum. Kokuları birbirine karışan çiçeklerden çok kadının ümit dolu gözleri dikkatimi çekti. Onu eli boş bırakmayacağımı söyleyebilirim. Başımı tek tek kovalara uzatıp çiçekleri koklarken kadın:
– Evlat, kimin için alıyorsun, dedi.
Farkında olmadan “Nişanlım için!” deyince Albina’nın ninesinin kırışıklıkla dolu yüzünü hatırladım ve güldüm. Ben bu hoş ruh hâli ile karışan çiçek kokularını ayırmaya çalıştığım sırada satıcı, tüccar yüzsüzlüğünden uzak bir utangaçlıkla sağ taraftaki karton kutudan bir demet gül çıkardı:
– Siz bunu alın. Yaprakların renginin solgunluğuna bakmayın. Gerçek güldür. Kokusuna bakın, insanı nasıl mest ettiğini görün. Hem de gül aşıkların çiçeğidir.
Pazardan çıkarken solda alçak bir gecekondu gördüm. Eski, tahtalarının ekseriyeti çürümüş bir kapı vardı. Kapı çerçevesi ile duvar arasında avuç içi büyüklüğünde kızıl bir gül filizlenip insana “Gel, gel.” diyordu. Gülün güzelliği, sadece adına kapı denilen tahtaların eğri büğrü görünüşünü süslüyordu. Hayranlık uyandıran bu manzara içimde garip hisler uyandırdı: Gül nerede bitse orası güzelleşir, göz alıcı bir hâl alır.
NİNE VE TORUN
Biz sözün tam manasıyla nine balasıydık. Her ikimizi de ninelerimiz büyütmüştü. Her cefamızı çekip bu yaşa getirmişlerdi. Bir anne öz evladı için ne yapabilirse ninelerimiz belki de ondan yüz kat fazlasıyla beslemişlerdi bizi. Sadece göğüslerinden süt emmemiştik. Süt vermek de şüphesiz ki onların kendi elinde değildi. Bazen, ninemin bana vermek için sütü olsaydı ta ki bu yaşıma gelene kadar göğüslerinin kurumasına izin vermeyeceğini düşünürdüm. Onları biz tanıştırmıştık. Sonra da bir tesadüf neticesinde komşu olmuştuk.
“Nine ve torun” ifadesi Albina ile benim gizli, daha çok ninelerimizin kulağına fısıltıyla söylediğimiz bir parola idi. Bu ifade bizi zerre kadar rahatsız etmiyordu. Ayrıca ninelerin birbirlerinin yanlışını fark ettiklerinde görmezlikten geldiklerini anlardınız. Biri diğerini çocuk gibi, bizim tabirimizce torunu gibi azarlar, öğüt verirdi. Kısaca bazen biri bazen de diğeri azarlamaya maruz kalırdı. Bizim için azarlayan taraf nine, sessiz kalan ise torun sayılıyordu. Hiçbiri vazgeçmek istemediğinde ise ikisi de bizim gözümüzde kavgacı nine oluyordu. Bazen de evde, tek başına sokağa çıkmasına izin verilmemiş iki çocuk gibi baş başa verip saatlerce yorulmak bilmeden tatlı tatlı sohbet ettiklerini görürdün. O zaman onlar gözümüze iki torun olarak görünür ve ikisinin de bu rolü ustalıkla oynamayı becerdiklerini söylerdim.
Kapıyı Albina açtı. Evde iki nine ve ondan başka kimsenin olmadığını biliyordum. Gülleri ona mı almıştım yoksa nineye mi? Albina çiçekleri hevesli bir şekilde koklarken ben bu soruyu düşünüyordum. Ama bu konuda hiç kimse bir şey sormadığı için sustum. Hepsi ile selamlaşıp hemen sofranın başına geçtim. Albina gülleri vazoya koyup ninesinin yanına geçti:
– Osman güzel güller almış. Kokusu insanın gözlerini yaşartıyor.
Kadın fersiz gözlerini belirsiz bir noktaya dikmişti. Yerime kurulurken doğruca ona bakıyordum. İlk başta Albina’nın dediklerini ya işitmiyor ya da görmezden geliyor diye düşündüm, ama yanıldığımı hemen anladım. Kadın kırışmış derisinin altından kemikleri sayılan, yaşlı elleriyle vazoyu tutup burnuna yaklaştırdı. Çiçeklerin kokusundan hoşlanıyormuş gibi başını salladı ve zar zor işitilecek bir ses tonuyla “Albina’nın merhum babası her zaman derdi ki kızımdan gülistan gülü kokusu gelir.” dedi.
Ninenin sol elinin havada sallandığını gördüm. Albina’nın sesi işitildi:
– Osman, ninem seni çağırıyor.
Ben yavaşça “nine ve torun” deyince Albina derinden bir iç çekip uzun uzadıya “Hımmm!” dedi ve hızlı bir şekilde işaret parmağını ağzına götürdü. Ninelerimiz birlik olup ben gelene kadar onu sıkıştırmışlardı. Her zaman onların tartışma konusunu merak edip, bazen sakinleştirici bir tonla bazen de kasten kızıştırıcı sözlerle ilgilensem de şimdi kendi yükümü ancak tartabiliyordum.
Albina’nın ninesi zayıf, kısa boylu, çevik hareketli yaşı seksene yaklaşan bir kadın idi. İki dünya savaşını, Stalin baskısını, Kruşçev’in getirdiği kıtlığın her yönünü görmüş bu kadın, keskin zekâsıyla insanı kendine hayran bırakıyordu. Ben ve ninem ona Gala СКАЧАТЬ