Название: Beyaz Kelebekler
Автор: Rahimcan Otarbayev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-52-7
isbn:
İşte o andan sonra dağları dolaşarak kayaların üzerinde yürümüştü. Düşmana karşı nice mücadele meydanlarında bulunmuştu.
“İt oğlu itlere bak ya! Eskiden asker ata binemezmiş. Bir askere bir atlı Kazak’ı verirlermiş. İki kişi ata binermiş. Asker tüfek tutar, Kazak arkadan askeri tutarmış. Tabii ki et yiyen Kazak’la denk olunur mu?” diye konuşurdu genç Ömırbay. “At koştururken bağırıp çağırın! Düşmanın nefesi kesilsin!” derdi.
Sovyetle savaşan Osman Batır, eninde sonunda Çinlilerin eliyle kurban oldu. Osman şehit düşünce Çinliler lidersiz kalan Kazak askerlerini Kulja ilçesindeki hapse attılar. Eskiden fareye dönüp bakmayan askerler, açlıktan fareyi bile bulamaz oldular. İşte Ömırbay, Tamuğun ateşinden zar zor kurtulabildi.
Yıllar geçti. Ömırbay’ın ikinci oğlu dünyaya gelmişti…
Herkes kendi gölgesinden korkarak baskılara alışmaya başladığı sırada, Sovyet Birliği yumuşamış, Çin-Sovyet sınırı açılmıştı. “Vatanlarını özleyenler için geri dönüş!” haberi ulaşmıştı. Millet paniklemişti. Herşey belirsizdi. Her kafadan bir ses çıkıyordu: “Müjde, sınır bir sene boyunca kapanmayacakmış… Hayır, bir ay açık kalacakmış… Sovyet askerleri kadın ile erkeği ayrı kabul edeceklermiş…. Çin’in bitine kadar herşeyi sayarız demişler….”
Ömırbay, eşi Asemay ile iki oğlunu Altay’da oturan kayınvalidelerin evine gönderdi. Kayınvalideler de sınırı geçeceklermiş. Kızla damadı bekliyorlarmış. Ömırbay ise Boztepe’nin eteğinde kalan annesi ile babasının mezarını ziyaret ederek sınıra gelecekti. Kayınvalidesi ile eşi Asemay sınıra gelene kadar büyük oğlu bir gün öncesinden sırayı bekleyecekti.
Sovyet Birliği’nin hangi şehrinde veya ilçesinde yerleşeceklerini sınırda haber vereceklermiş. Eğer akrabalar listeye dahil olmazsa, gözyaşına bakmadan herkesi her tarafa tespih taneleri gibi dağatacaklarmış. En çok da bu haber yürekleri hoplatıyordu.
Ömırbay sınıra vardığında sınır kapısı kapanmış, kendisi kalabalığı yararak son anda geçmiş, ailesi öte yanda kalmıştı.
Ömırbay düşüncelerinde boğuluyordu. Kalktı, sigara yaktı. Yatakta uzanan sarışın eşi kıpırdamadan uyuyordu. İçini yakan acı dumanı nefes vererek çıkarttı. Küllüğe el uzattığı anda Çin’den gelen küçük teybi fark etti. Yine uzandı. Yorganına büründü. Biraz sonra teybin düğmelerine elini uzatıp basınca o eski yıllara karışan Asemay’ın sesini duydu. Gelin olarak evine gelen Asemay’ın sesi ne güzeldi!
Perde arkasından utana utana çıkar, esmer yüzüne yakışan o güzel saçlarını eliyle tarar, anne ve babasına çay ikram ederdi. Gülümsediği zaman iki şirin gamzesi belirirdi. İşte o güzeller güzeli Asemay’ın sesi eskisi gibi değildi.
“Önünüzde eğilerek selam verdim! Bu, Allah’ın emriyle nikâhladığınız Asemay,” diye konuştuğunda Ömırbay titremeye başladı. Havasızdı. Yüreği ağzına geldi. Kaseti döndüren teyp yine çalışıyordu. “Bizi unutmadınız değil mi? Hiç olmazsa, sözümü duyasınız diye mektup yazdım. Ne yapalım, kader işte. Bizler Altay’dan yetişene kadar sınır kapısını açılmayacak şekilde kapatmışlar. Siz ise kalabalıkla birlikte geçmişsiniz. Hissetmiştim aslında, sınıra yaklaşana kadar rahat değildim zaten…”
Kendisini o an kaybetmişti. Gözünde o eski acı hatıralar canlandı. Sınır kapısının önünde yaşananlar gözünün önünden geçiyordu…
Dün kalabalıkla geçti dedikleri kayınvalidesi ile eşini ve iki evladını bulamadığı için takati bittiği anda:
“Ömırbay hayatta ise hemen gelsin,” demiş Çin sınırındaki asker komutanı.
Acı haberi duyan herkes üzülmüştü.
“Böyle olacağını biliyordum zaten.”
“Ne diyorsun sen? Belki ailesini bulmuştur.”
“Asemay ile iki evladına bakarak kapıyı açmazlar.”
“Sus! Osman Batır’la birlikte hükümete baş kaldıran adamı Sovyet Birliği’ne sokmayız, demişler.”
“Aldatıp bir şekilde Kulja’nın hapsine sokalım, demişler.”
“Sen ne diyorsun, elini ayağını bağlayın, dilini koparın, demişler.”
“Reddet kardeşim! Çocuk belindedir, eşin yolundadır.”
“Vatanımıza geldik” dediğimizde, yolumuzu hep sarhoş adamlar kesti. Nereye geldik?” diye kadın erkek herkes konuştu.
Bunlar olurken Ömırbay’ı Rus askeri götürmüştü…
Asemay’ın teypteki konuşması devam ediyordu.
“Gecikmeden Sovyet’teki bir güzelle evlenmişsiniz diye duyduk. Yakıştıysa problem yok. Fakir eşiniz ise hep eski hatıralarla yaşayıp ihtiyarladı. Sabaha doğru rüya gördüm. Saçlarım beyazlaşmış meğerse. Yanınıza eşinizi alarak bizlerden uzaklaştınız. Sonra dans ediyordunuz. Dansı bilirsiniz… Karajorğa! Sonra uyandım… Yahu şu ahmak kafaya bak, birini anlatırken öbürünü unutmuşum. Size kürk gönderdim. Sağlığınıza dikkat ediniz, Bey’im…”
Yüreğine hançer gibi saplanan o güzeller güzelinin sözünü kesmek istediyse de teybin düğmesine basamadı.
Meğer Asemay’ın haberi varmış. Evet, Ömırbay sınırı geçtikten sonra bir kızı olan dul bir kadına evlendi. Dul olan Bazargül’ün evi barkı vardı da ondan. Kendisinden 13 yaş küçüktü. Çocuk doğuramadı. Bazargül köydeki mağazada çalışıyordu. Kendisi ise postadaydı.
“İçimdeki ızdırap bitmiş değil, Bey’im. ‘N’olur kapıyı açınız! Kocama bırakın beni!’ diye yalvardım. Nikah ahdimizi içtik ama kâğıtla ne işimiz var? Sınırdaki asker, ‹Tamam, kağıdınız yoksa, en azından eşiniz gelsin, bu benim eşimdir.’ desin. O zaman açarız.’ demişti…”
Titrek elleriye yine sigara yaktı. Ağzından çıkan duman, adeta bir serap gibi belirdi…
Evet, bir Rus askeri götürmüştü Ömırbay’ı. Konuşmaları çok kısa geçti. Fakat Rus yalnız değildi. Bir Çinli askerle birlikteydi.
“Eşiniz olduğu doğru mudur?” dedi Çinli asker.
“Hayır, ne eşi? Osman Batır’ı görmedim bile.” demişti Ömırbay.
“Pekala, evlatlarınız var mı?”
“Kimseyi tanımıyorum. Hükümete karşı baş kaldırmadım.” dedi.
“Yalnız mısınız?”
“Evet.”
“Bey’im…” diye devam etti Asemay. ‘Evet, arkada Asemay ve iki oğlum kaldı.’ deseydiniz СКАЧАТЬ