Название: Beyaz Kelebekler
Автор: Rahimcan Otarbayev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-52-7
isbn:
“Görsem tanırım…” diye fısıldadı.
“İşte Beyaz Evdeki olay bilirsin ya, hani bir oruspu kadınla… İsmi neydi ya? M-mo… Ma…”
“Marziye,” diye Kapar yorganından kafasını çıkarttı.
“Marziye de nereden çıktı? Koyşıbay’ın karısını mı düşünüyorsun?”
Kapar gözlerini kapatıp kafasını yorgana sakladı.
“Monşak mı, Boncuk mu?”
“Ne ise bir delik boncuğun birisi işte. Kurban olayım, koltuk dayandırır mı? Clinton beyefendi işte o kadınla ilişki kurmuş… Onun karısıysa, ‘Bir eve iki kadın sığmaz, sana kötü günler yaşatacağım’ demiş!”
Sohbetin konusu çakallardan uzaklaşınca gönlü rahatlayan avcı, uzandığından utandı ve kendini biraz topladı.
“Ne büyük skandal olmuş desene!”
“Yaaa… O kadın, ‘Beni ya ikinci karı yaparsın, ya da sana ayırdığım zamanım için ödeme yap’ diyerek…”
“E sonra?”
“Clinton karısından utanarak iki arada bir derede kaldı. Sonra o kadın ‘Benim onuruma dokundu, çektiğim az değil, şu kadar para ödemelisin’ diye mahkemeye şikayet etti.”
“Korkunç!”
“Asıl korkunç sonunda. Bu kavgaya millet şahit oldu. Sesler yükseldi. Erkeklerin taraftarları, ‘Aferin, Clinton! Ne oldu sanki? Az bile’ diye destek verdiler. Kadınlar ise, ‘Erkek yaparsa, bunu yapar zaten. Hepiniz dişinin peşini bırakmazsınız. Erkeklere ders olsun diye bu Başkanı içeriye atmak lazım!’ diye inat ettiler. E abiciğim kadınlara ne dersin?”
“Pekala yargıladılar mı?”
“ ‘Kurban olayım, benim sevgili vatandaşlarım! Şu beladan beni kurtarın lütfen!’ diye milletin önünde mağdur görünerek yine destek topladı. Sonra paraları o kadına vererek paçasını zor kurtardı.”
“Kanun işliyormuş meğer.”
“İşlemeseydi, devlet olmazdı. Düşün şimdi, halkının önünde oruspuluk etti nerdeyse, ölecekti. Peki çakalları öldürenleri ne yapsınlar? Şu kadının adı neydi ya? Dilimin ucunda…”
Lambanın yağı mı bitti belli değil, ışık sönecek gibi oldu. Yorganın içinde uzanan Kapar’ın düşünceleri dünyanın dört bir yanında geziniyordu. Uyuyor muydu, derin düşüncelere mi daldı, belli değildi.
“Buldum!” diyen acı acı yükselen ses kulağının pasını çözdü.
“Neyi lan?”
“Mo-ni-ka!”
“Git buradan it oğlu it!”
O gece rüya gördü. Saddam Hüseyin’le birlikte Koşalak’ın beyaz kumlarında at koşturuyorlarmış…
Ertesi gün alnındaki iz iyice derinlemiş, ağzını zor açıyordu. Vücudu o kadar uyuşmuş ki, yavaş hareket etti. Duvarda asılı olan tüfeğine bakmak istemedi. Jetes sabahın köründe evi terk etmiş. Her ne kadar karları eriten mart ayı gelmiş ise de, dışarısı soğuktu.
Ahırdaki birkaç davara ot vermek için dirgeni eline aldı. Hatice: “Ahırı saman otlardan ve pisliklerden iyice temizledim,” demişti. Doğruymuş meğer. Gerçekten de tertemizdi. Hayvanlarına ot verdikten sonra nedense evine girmek istemedi, dışarıda oyalandı.
Şeytan gibi damdan düşen şu adama bak! Düşünce dünyasını alt üst etti. Bilmediği belası yok adamın. Yıllar önce “Gorbaçov yaşasın!”, “Perestroyka yaşasın!” diye at koşturup her tarafı zehir zemberek etmişti. Hayvanlarını otlatan millet sanki “Yaşamasın!” der gibi he bire bağırıp sloganlar atmıştı. Gorbaçov gidince Jetes’in eski söylemleri de aniden değişti: “Böyle olacağından haberim vardı. Karga pislik bırakmış gibi kafasındaki benini de sevmedim. Eşi Rayısa ise bizim kızdır, Tatardır. O da kocasına hükmetti. Damadımız ise korkaktı. İki arada bir derede kaldı…” diyerek rüzgâr gibi yön değiştirerek esmişti.
Dünkü anlattıkları neydi ya…
“Küreselleşeceğiz, sınırları yıkacağız, hepimiz kucak kucak sarılacağız…” dedi. Hay Allah, bu it oğlu itin kucağına kim ihtiyaç duyar?.. Her ne kadar falanı “beyaz” desen, o da bir yol bulur eksik yanını bahis eder. “Alkol kullanması iyi değildi, çok utanç verici…” diyerek Eltsin’i de koltuğundan düşürmüştü ya? Cebindeki kâğıdı bırakmadan çakalları savundu it oğlu it, demek bir bela gelecek…
Danaya saldıran çakalı vurmak istediğinde ise çakal, kurt yada tilki gibi kaçmadı. Hiç hareket etmeden inadına duruyordu ki, kendisiyle “Ne yapabilirsin ki?” diye dalga geçer gibiydi. Sadece kedi gibi “miyav” yaptı. Kapar ise, kendi kendine “Ne demişler ‘Yolcu yoluna gerek!’ diyebilmiş. Arkanda Amerika gibi dayanak devletin varsa, mermiyi kim umursayacak ki?”
O gün ne olursa olsun bir çakalı vurdu. Derisini yüzdü. Etini çöpe atmak istemedi. Köpeğin tabağına attı. Kutjol ismindeki köpeği ise, burnunu ateş koruna dokundurmuş gibi ürperdi. Evden uzaklaşarak kaçtı. Birkaç gün gelmedi. Köpek de olsa, çok değerli hayvan, kötü koku alınca yada birşeyi hissedince, evini bile terk etti.
Demire gerilen iki çakal derisini atın eyerine bağlayarak Kanişken’e götürdü. Orada kurt derisine altı bin tenge verirler, çakala ise o miktarın yarısı. O da az değildi. Yine küçük bir deriyi kokan kulübenin içine girip uzattı. Daha birkaç gün önce deriyi kapmak için elalem buna saldırıyordu. Kulübe içindeki adam: “At bunu abiciğim!” dedi kendisine arka dönerek. Büyük bir felaketin olacağını hissetti o anda…
Allah’ın kulu, belâyı kendisi bulur. Derileri atmadan evine getirdi ve iyice işletti.
Öğleden sonra çay demledi. Birkaç kâse çay içti. İçinde kaldı bu çakal olayı. Dışarıya atamıyordu. Sonra, “Allah’tan kork, vazgeçtim!” diyerek mırıldandı ve yüzünü sıvazlayarak ayaklarını uzattı. Uzanınca gözüne yine tüfeği ilşti. Tam o esnada, “Allah belanı versin! Nerdeyse düşmanımla baş başa kalacaktım. Hatun da gelmedi!” diye yerinden fırladı. Güneş ufuğa doğru kaymış. Ahırda koyun kuzu meleştiler. Peline doyan kuzular susadılar. Kargalar uçuştular. Evin çatısına çıktı. Simsiyah yağ sürülmüş gibi baca vardı. Dumansız baca da garipmiş. Uzanan yola doğru baktı. Uzaktan birşeyin hareket ettiğini gördü. Hatice olmalı evine acele eden. Deriyi paltonun yakasına diktirmişti kadıncağız… Kanişken’de kim sahip çıkar ki? Yazması olan kağıda dayanır. Bebeklerine kadar televizyonun önünde uzanarak yatarlar. Onlara hava atmıştır herhalde… Düşmanları, koyunlar gibi melemiştir.
Ölmek istese can ciğerinden tatlı, gömülmek istese toprak taştan daha katı… Of çekerek etrafını izledi. İki çakalın kafası çatı üzerindeydi. Titremeye başladı. Soğuk ter döktü. Kafası zonkluyordu, çocukluk döneminden kalan radyonun СКАЧАТЬ