Kim olabilirdi ki?
Çelik gibi adam ürperdi.
Kendisi için çalıyor olamazdı. Geldiğinden kimsenin haberi yoktu. Temsilcilerin öğrenmiş olması imkânsızdı çünkü karaya yeni ayak basmıştı. Hem korvetin mürettebatla beraber battığından da emindi. Adını da Boisberthelot ve Vieuville dışında bilen yoktu zaten.
Çanlar acımasız oyununa devam ediyordu. Yaşlı adam mekanik bir şekilde hareketleri sayıyordu. Kendini güvende hissetmek ve dehşete kapılmak arasındaki ince çizgide, oradan oraya dolanıyordu düşünceleri. Hem bu tehlike çanlarının birçok sebebi olabilirdi. En sonunda kendine şunları tekrarladı, “Uzatmamak lazım. Kimse benim buraya geldiğimi bilmiyor, adımı bilen de yok.”
Birkaç dakikadır başının üstünde ve arkasında bir ses duyuyordu. Bu daha çok titreyen bir yaprağın hışırtısı gibiydi. İlk başlarda önemsememişti ama bu ses ısrarla devam edince arkasını dönüp kolaçan etti. Bu gerçekten de bir yapraktı ama kâğıt yaprağı. Rüzgâr, başının üzerindeki kilometre taşına yapıştırılan büyük bir afişi sökmeye uğraşıyordu. Afiş duvara yapıştıralı çok zaman geçmiş olamazdı çünkü henüz kurumamıştı. Bu yüzden rüzgârın kurbanı olmuş ve bir kenarı duvardan sökülmüştü.
Yaşlı adam bunu fark etmemişti çünkü kum tepesine diğer taraftan tırmanmıştı.
Oturduğu taşın üzerine çıktı ve afişin sökülmüş köşesini eliyle tuttu. Gökyüzü durgundu. Haziran aylarında alaca karanlık oldukça uzun sürerdi. Kum tepesinin etekleri karanlığa gömülse de tepesi hâlâ aydınlıktı. Gözü afişte büyük harflerle yazılan kısma takıldı ve yazılanları okumak için yeteri kadar ışık vardı. Okuduğu şey şuydu:
BİR VE BÖLÜNMEZ FRANSIZ CUMHURİYETİ
Biz, halkın temsilcisi ve Cherbourg kıyısındaki ordunun komutanı Prieur de la Marne olarak şunu bildiriyoruz:
Kendisine Breton prensi diyen, Lantenac’ın Markisi ve Fontenay Vikontu, Granville sahilinde gizlice karaya çıkan adam kanun kaçağı ilan edilmiştir. Başına bir ödül konulmuştur. Onu ölü ya da diri yakalayan, altmış bin frank alacaktır. Bu meblağ kâğıt para olarak değil altın olarak ödenecektir. Cherbourg sahil güvenlik ordusundan bir tabur, eski Lantenac Markisi’nin yakalanması için derhâl gönderilecektir. Mahalle sakinlerine gerekli yardımı vermeleri emredilmiştir.
Bu ismin altında, küçük harflerle yazılmış başka bir imza daha vardı ama azalan ışık nedeniyle tam olarak seçilemiyordu. Yaşlı adam şapkasını gözlerinin üzerine kadar indirdi. Kabanını da çenesine kadar çekerek aceleyle kum tepesinden aşağı indi. Duruma bakılırsa bu ışıl ışıl zirvede oyalanmak güvenli sayılmazdı.
Belki de orada zaten çok uzun süre durmuştu. Her yer kararmışken, kum tepesinin zirvesi görünür durumda kalan tek noktaydı.
İnmeye devam ediyordu. Kendini karanlıkta bulduğunda hızını yavaşlattı. İzini sürdüğü çiftlik yoluna girmişti. Belli ki bu yönde güvende olduğuna inanıyordu. Ortalık ıpıssızdı, yoldan geçen kimsecikler yoktu. Bir çalı yığınının arkasında durarak kabanını çıkardı. Tüylü tarafı içeriye gelecek şekilde yeleğini ters yüz etti. Kabanını bir ip yardımıyla bağlayıp sırtlandı ve yolculuğuna devam etti.
Parlak bir mehtap vardı.
İki yolun çatallandığı bir yol ağzına ulaştı. Taştan eski bir haç kaidesi üzerinde beyaz bir kare görünüyordu. Şüphesiz bu, son okuduğu afiş gibi bir afişti. Oraya yaklaşırken bir ses duydu.
“Nereye gidiyorsunuz?”
Dönüp baktığında, kendisi gibi bir adam gördü. Uzun boylu, ak saçlı ve kendisinin yaşlarındaydı. Üzerindeki giysileri de onunkiler gibi eskimişti. Neredeyse aynaya bakıyor sanacaktı.
Adam uzun bir asaya yaslanmış olarak duruyordu.
“Size nereye gittiğinizi soruyorum.” diye tekrarladı.
Kibirli bir soğukkanlılıkla “İlk önce bana nerede olduğumu söyleyin.” dedi yaşlı adam.
Diğer adam cevap verdi:
“Tanis senyörlüğündesiniz. Ben buraların dilencisiyim ve siz de lortsunuz.”
“Ben mi?”
“Evet, siz. Monsenyör Lantenac Markisi.”
IV
CAIMAND
Lantenac Markisi, artık ismi açığa çıkmıştı, usulca cevapladı:
“Evet. Beni ele verebilirsiniz artık.”
Adam devam etti:
“İkimiz de burada kendi yuvamızdayız. Siz kalenizde, ben ise çalılıklarda.”
“Daha fazla uzatmayalım. Ne yapacaksanız yapın. Beni yetkililere teslim edin.”
Adam konuşmayı sürdürdü:
“Herbe-en-Pail çiftliğine gidiyordunuz, öyle değil mi?”
“Evet.”
“Oraya gitmeyin.”
“Neden?”
“Çünkü Maviler orada.”
“Ne zamandır oradalar?”
“Üç gündür.”
“Çiftlik ahalisi köy ve çiftlik için direndi mi?”
“Hayır. Kapıları sonuna kadar açtılar.”
“Ah!” dedi Marki.
Adam parmağıyla ağaçların ardından uzakta görünen bir yere işaret etti. Burası çiftliğin çatısıydı.
“Çatıyı görüyor musunuz, Marki?”
“Evet.”
“Peki üstündekini?”
“Bir şeyler dalgalanıyor gibi.”
“Evet.”
“Bu bir bayrak.”
“Evet, üç renkli.” dedi adam.
Kum tepesinin zirvesinde otururken Marki’nin dikkatini çeken şey de buydu.
“Tehlike çanları çalıyor değil mi?”
“Evet.”
“Kimin için?”
“Kuşkusuz sizin için.”
“Fakat СКАЧАТЬ