Susmuştu.
“Halmalo, sana tüm bunları söylüyorum, kelimeleri anlayamıyorsun ama algıların keskin. Meseleleri de kendin anlamlandırabilirsin. O kayığı idare ettiğini gördüğümden beri sana güvenim tam. Geometri hakkında hiçbir bilgin olmadan yaptığın deniz manevraları muhteşemdi. Bir kayığa yön verebilen bir ayaklanmaya da kılavuzluk edebilir. Denizi idare ediş biçimine bakılırsa talimatlarımı da aynı şekilde iyi uygulayacağından eminim. Tekrarlıyorum: Benim ağzımdan çıkan her şeyi, her kelimeyi hatırlayabildiğin kadarıyla şeflere anlat. Onlara, kavradığın her şeyi doğru aktaracağına eminim. Ormanda bir savaşı, meydan savaşına tercih ederim. Yüz bin köylüyü Mavi askerler ve Carnot’un toplarına maruz bırakmaya hiç niyetim yok. Bir ay içinde ormanda gizlenmiş beş yüz keskin nişancının olmasını bekliyorum. Cumhuriyet ordusu benim avım. Kaçak avlanma da bir savaş yöntemidir. Çalılıklar da benim stratejim! Muhtemelen bunu da anlayamazsın ama önemi yok. Neyse, sana dediğimi iyi belle: Acımak yok! Her tarafta tuzak var! Normal Vendean Savaşı’ndan çok Chouannerie gibi olacak bu savaş. İngilizlerin bizim tarafımızda olduğunu da söyle. İki ateş arasında cumhuriyeti yakalayalım. Avrupa bize yardım ediyor. Devrimi durduralım. Krallar, bir taht savaşı veriyor, biz de halkımız ve bölgemiz için savaş vereceğiz. Bunların hepsini söyleyeceksin. Anladın mı beni?”
“Evet. Her yeri ateşe vermek, her şeyi kılıçtan geçirmek lazım.”
“İşte bu ve sonra…”
“Acımak yok.”
“Hiç kimseye.”
“Her yere gideceğim.”
“Ve her zaman tetikte ol. Çünkü bu bölgelerde çok kolay bir şekilde ölebilirsin.”
“Ölümden korkmuyorum. İlk adımını atan kişi son kez ayakkabılarını giymiş olabilir.”
“Sen cesur bir adamsın.”
“Peki ya bana sizin adınız sorulursa?”
“Henüz bilinmesi gerekmiyor. Bunu bilmediğini söyleyeceksin ve doğrusu da bu zaten.”
“Sizi tekrar nerede göreceğim?”
“Gittiğim yerde.”
“Nerede olduğunuzu nasıl bileceğim?”
“Herkes bunu bilecek. Sekiz gün geçmeden beni duyacaksın. İbretlik şeyler yapacağım; Kral’ın ve dinin intikamını alacağım. Şunu gayet iyi bileceksin ki, herkesin konuştuğu adam ben olacağım.”
“Anlıyorum.”
“Hiçbir şeyi unutma.”
“Bundan emin olabilirsiniz.”
“Şimdi git Tanrı yardımcın olsun! Hadi!”
“Bana verdiğiniz bütün emirleri yerine getireceğim. Gideceğim, konuşacağım, itaat edeceğim ve emredeceğim.”
“Güzel.”
“Ve eğer başarırsam…”
“Seni bir Saint-Louis şövalyesi yapacağım.”
“Tıpkı kardeşimi yaptığınız gibi. Eğer başaramazsam da beni kurşuna dizdirirsiniz.”
“Kardeşine yaptığım gibi.”
“Peki, Monsenyör.”
Yaşlı adam başını eğdi. Kasvetli düşüncelere dalmış gibiydi. Gözlerini yerden kaldırdığında artık yalnızdı. Halmalo, ufukta kaybolan siyah bir lekeden ibaretti.
Güneş daha yeni batmıştı; deniz martıları ve başlıklı martılar okyanustan yurtlarına doğru göç ediyorlardı. Hava, geceden beri devam eden o meşhur kasvet ile doluydu. Ağaç kurbağaları vırakladı, yalıçapkını havuzlardan ıslık çalarak uçtu, martılar ve kargalar her zaman yaptıkları gibi akşam gürültülerini sürdürdü, sahil kuşları birbirlerine seslendi. Gel gör ki ortalıkta bir insan sesi duyulmuyordu. Mutlak bir yalnızlıktı bu. Ne koyda bir yelken görünüyordu ne de tarlalarda bir köylü; göz alabildiğince kasvetli bir genişlik uzanıyordu boydan boya. Kumdaki uzun deve dikenleri titredi. Soluk alacalı gökyüzü tüm kıyıya kurşuni bir ışık saçıyordu ve uzaktan görünen karanlık düzlükteki göletler, yere düz serilmiş kalay tabakalarına benziyordu. Denizden usulca bir rüzgâr esiyordu.
DÖRDÜNCÜ KİTAP
TELLMARCH
I
KUM TEPESİNİN ÜSTÜNDE
Yaşlı adam Halmalo gözden kaybolana kadar bekledi. Sonra denizci kabanına sıkıca sarılarak yavaş yürümeye başladı. Düşüncelere dalmıştı. Huisnes’in yönündeydi. Halmalo ise Beauvoir tarafına doğru gitmişti.
Saint-Michel Dağı muazzam bir üçgen gibi yükseliyordu. Arkasında ise katedral tacı, biri yuvarlak diğeri kare olmak üzere iki büyük doğu kulesiyle zırha benzeyen kale görkemli bir şekilde duruyordu. Köyün ve kilisenin yükünü sırtlamış ve dağın yükünü hafifletmişti sanki. Cheops piramidi çölde nasıl bir sınır işaretiyse Saint Michel Dağı da deniz için bir işarettir.
Saint-Michel Dağı’ndaki kumlar çok çabuk hareket eder ve bir anda kum tepeleri oluşuverir. O sıralar Huisnes ve Ardevon arasında çok yüksek bir kum tepesi vardı, şimdilerde çoktan yok olmuştur. Ekinoksal fırtına ile hizalanan bu kum tepesi oldukça eskiydi ve zirvesinde bir kilometre taşı vardı. Bu taş on ikinci yüzyılda, Canterburyli Saint Thomas’ın suikastçılarına karşı Avranches’te düzenlenen konseyin anısına dikilmişti. En tepesine çıkan birisi çepeçevre tüm yöreyi görebilir ve gideceği pusulayı belirleyebilirdi.
Yaşlı adam adımlarını bu kum tepesine yöneltti ve yukarı tırmandı.
Zirveye ulaştığında, yön gösteren dört taştan birinin üzerine oturdu. Anıta yaslanarak ayağının dibinde coğrafi bir harita gibi uzanan araziyi incelemeye başladı. Bir zamanlar aşina olduğu bu yörede bir rota arıyor gibiydi. Alaca karanlıkla örtülü bu geniş manzarada, ufkun soluk gökyüzüne karşı karanlık çizgisinden başka hiçbir şey açıkça görülmüyordu.
On СКАЧАТЬ