Genç kız vapurun kamarasına çekildiği vakit, tatlı hülyaları arasında kendisine ebedî bir aşk vadeden o gözlerin artık bütün hayatına hâkim ve mutlak olduğunu görüyordu.
Feridun konağa döndüğü zaman pek mahzundu. Bir aydan beri Leyla’nın yattığı, oturduğu odaya koştu. Bu odanın havası bir genç kız ruhunu taşıyor ve onun saçlarından, elbiselerinden ve bütün mevcudiyetinden çıkan temiz bir kokuyu taşıyordu. Fakat her köşede yokluğunu gösteren bir hüzün, ayrılığın bütün acılığını hissettiren bir boşluk vardı.
Genç adam bu bulutsuz aşkının ilk ayrılık saatlerini burada geçirdi. Üzüntülü bir hasretin başladığını bildiren bu odada onun hayali ile yaşadı.
Aradan bir hafta geçtiği hâlde Feridun tahammülsüz bir hisle yalıya gitmek istiyordu. Artık ondan uzak kaldığı günden beri ruhunda bir kasvet, gönlünde bir hüzün vardı. Nereye gitse, nereye baksa her şey kendisini sıkıyor, hiçbir şeyle meşgul olamamak azabı ile pek üzülüyordu. Nihayet meseleyi annesine açmaya ve onu amcasından istemeye karar vermişti. Leylasız yaşamanın artık mümkün olamayacak bir dereceye gelmiş olduğuna katiyen hükmetmiş, aşkın bütün şiddeti ile manevi mevcudiyetini eline aldığını, mağlup ve esir olarak boyun eğmekten başka çare kalmamış olduğunu anlamıştı.
Haftanın son gününü pek heyecanlı olarak geçirdi. Saadetine bir engel tasavvur etmediği hâlde, gizli bir hissin ruhunu sıkıntıya sokmakta olduğunu anlıyordu. Lakayıt bulunmaya çalıştı. Bu kadar mesut bulunduğu bu zamanlarda böyle birtakım sebepsiz endişelerle fikrini yorduğu için canı sıkılıyordu. Lakin bu gece her şey hatta yatak bile onu sıkıyordu. Uyuyamayacağını anladığı için kalktı, pencereyi açtı. Şafak, tatlı bir ümit gibi pembe gülüşü ile kâinata neşe saçıyordu. Semanın bu ışıklı rengini Leyla’nın pembe yüzüne benzeten Feridun, onun da böyle zengin ve hiç doyulmayan bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. Şimdi hayatının bir aylık evresi birer birer gözünün önünden geçmeye başlamıştı. Onu ilk gördüğü günü hatırlıyordu. Hiç beklemediği, hiç ümit etmediği hâlde talih kendisine birdenbire gülüvermişti. Evvelce amcasının manevi bir evladı olduğunu bildiği hâlde bir kere olsun onunla meşgul olmaya lüzum görmedikten başka mevcudiyetine bile ehemmiyet vermemişti. Vapurda onunla ilk defa karşı karşıya geldiği günü hiç unutamıyordu. Gözleri bir anda öyle bir perişanlığa uğramıştı ki nereye bakacağından şaşkın, birkaç saniye sersem ve âdeta aptal gibi olmuştu. Karşısında masum bir ağırbaşlılıkla, derin ve nafiz bakışlarıyla, narin endamıyla duran bu fevkalade güzelliğin önünde söyleyeceği sözü bile unutmuştu. Amcası, “Kızım Leyla.” derken o az kalsın:
“Ne söylüyorsunuz, bu sizin kızınız?.. Fakat bu eşsiz varlığı nereden buldunuz? Onu buraya niçin getirdiniz?” diye haykıracaktı. Derin bir baş dönmesi ile sendeleyip bütün kuvvet ve iktidarının eridiğini ve ilk defa bir kadın karşısında zayıf ve bitap kaldığını görmüştü.
Artık güneş doğuyor, kuşlar bir neşeyle ötüyor. Sanki bütün mevcudat bu kıymettar aşkının saadetini tebrik etmek istiyordu. Kalbi ümitlerle dolu olduğu hâlde geceki vehimlerin bir kâbus olduğunu düşünüyor, hayat olanca neşesi ile kendisine gülüyordu.
İtinalı bir dikkatle giyindi. Aynada uzun uzun kendini seyretti. Dudaklarında muzaffer bir tebessüm vardı. Koyu lacivert kostümleri hakikaten kendisine pek yaraşmış, uykusuzluğun yorgunluğu bakışlarına baygın ve hazin bir güzellik vermişti. Sofada annesine rast geldi, hanımefendi biraz hayretle sordu:
“Nereye? Bu vakit!”
“Yalıya, anneciğim…”
“Yalıya mı?”
“Evet, erken vapuruna yetişmek istiyorum. Bir emriniz var mı?”
Süreyya Hanım, onun arkasından hayret ve endişe ile bakıyordu. Hatırından geçen bir düşüncenin ızdırabı ile kaşlarını çattı, ağır ağır odasına yürüdü.
Feridun yalıya yaklaşırken şiddetli heyecanlarla sarsılıyordu. Kendisini karşılayan yengesi idi. Orta kattaki büyük salona girdiler. Buranın döşemeleri Suriye’nin en ağır ve en zarif kumaşlarından seçilmiş ve yüksek zevke uygun bir tarzda düzeltilmişti.
Kalbinin çarpması, genç adamın sözlerini kesecek kadar şiddetli idi. Hem yengesi ile yalnız bulunmak ona bir nevi ağırlık veriyordu. Söz söylerken gözlerini süzmesi, sonra garip edalar ile gülüşleri onu fevkalade sıkıyordu. Henüz Leyla’yı görmemişti. Sormaya da cesaret edemeyerek, bekleyişin azabını bu an kadar duyduğunu hiç hatırlamıyordu. O sırada Pakize Hanım pencerenin panjurunu açmakla meşguldü. Feridun’u yanına çağırdı ve:
“Bakınız.” dedi.
Feridun gözlerini bahçeye çevirdi. Rahmi Bey büyük bir fıstık ağacının altına serilen bir halı üzerine uzanmıştı. Yanında da kanepeye yaslanmış bir genç vardı. Feridun yengesine doğru döndü.
“Amcam yalnız değil.” dedi. Kadın şuh bir eda ile güldü ve:
“Biraderim…” diye cevap verdi. Sonra ahenkli bir sesle dışarı doğru uzanarak:
“Cemal!” diye seslendi. Genç adam döndü. “Beye söyle de bize baksın. Yanımda bir misafir var.”
Rahmi Bey başını kaldırdı. Yeğenini pencerede görünce sevinçle bağırdı.
“Vay! Sen misin Feridun? Ne kadar memnun olduğumu bilemezsin, buraya gel de bir bahçe sefası yapalım.” diyordu.
Feridun, amcasının bu daveti üzerine bahçeye doğru yürürken birdenbire durdu. Zira Leyla çiçeklerin arasındaki ince bir yoldan kendisine doğru geliyordu. Kollarının arasında sarı ve pembe güllerden oluşan büyük bir buket vardı, yanakları kızarmış, tül örtüsü altında saçları dağılmış olduğu hâlde güleç ve mesut bir yüz ile yaklaşıyordu. O, hafif bir titreyiş ile elini uzattı. Feridun bu eli sıkarken artık takatinin bittiğini hissederek hayatının bütün emellerini bu güzel ellerin altında görüyordu.
Leyla, çiçekleri göğsüne bastırmış, rüzgârla dalgalanan başörtüsünü düzeltmeye çabalıyor, yüzüne dökülen perişan saçlarını toplamaya uğraşıyordu. Feridun onu bu hâlde, doymayan bir bakışla seyrederken, o:
“Bütün hafta sizi bekledik.” diyordu. Hanımefendi ile teşrifinizi ümit ettik. Burası baharda pek güzel oluyor, her gün ninemle bahçede oturuyoruz. Fakat vaktimi daha çok piyanoya hasrettim. Bu hafta daha iyi çalmak için çalıştım. Bugün isterseniz biraz da alaturka çalabilirim.”
Feridun bu masumane sözler karşısında ne söyleyeceğini şaşırmış, bahtiyarlığın nihayetine varmıştı.
“Bilmem bu lütfunuza ne suretle teşekkür edeyim?” diyordu. “Bilseniz ruhum bunu ne kadar özlemişti. Bütün hafta bugünün ümidi saadetiyle yaşadım.”
Her ikisi de СКАЧАТЬ