Leyla’nın yüzü tatlı kızıllık içinde kaldı. Uzun kirpiklerini önüne doğru çevirdi. Sesinde ruhundan akseden bir titreyiş vardı:
“Evet.” dedi. “Uzun bir ayrılıktan sonraki kavuşmanın verdiği saadet elbet pek şerefli olur, efendim.”
Bakışlarını Rahmi Bey’e doğru kaldırarak:
“Zannedersem kendileri de aynı hisle mütehassistirler.” diye ilave etti.
Feridun, Leyla’nın bu gafletine tatlı ve manidar bir tebessümle karşılık vermişti. Bu aralık Rahmi Bey salonun bir tarafına çekilmiş olan bu iki vücuda doğru bakarak:
“Leyla.” dedi. “Bize biraz piyano çalmaz mısın?”
Hanımefendi onlara doğru dönmüştü. Feridun yalvaran bir tavırla ayağa kalktı:
“Yorgun olduğunuz hâlde lütfunuzu temenniye müsaade buyurursunuz zannederim.”
Leyla yavaşça:
“Estağfurullah!” diye cevap vererek endamının bütün incelikleriyle piyanoya doğru yürüdü. Taburenin üzerine oturduktan sonra Feridun’a hitaben:
“Kusurumu itiraf edeyim.” dedi. “Alafrangada maharetim biraz noksandır. Herhâlde af buyurulacağıma eminim…”
Leyla’nın beyaz ve ince parmakları fil dişi klavyeler üzerinde dolaşmaya başladı.
Kendi kendine söylenir gibi:
“Ne çalayım acaba?” diyordu.
Feridun notaları karıştırırken:
“Faust.” dedi. Sonra ilave etti:
“Toska bilmem, hangisi arzu buyurulur?”
“Zannedersem Toska ruha daha yüksek hisler verir.”
“O hâlde lütfediniz…”
Leyla, hassas kalbinin bütün rikkati ile çalmaya başladı. Feridun heyecandan sarhoş gibiydi. Hanımefendi bu dakikada pek ciddi görünüyordu. Başını çevirmiş, sakin ve dalgın bir nazarla bakıyordu. Rahmi Bey’de iftihar eden bir baba tavrı vardı. Pakize Hanım ise lakayıt ve asabi görünüyordu. Leyla’nın her yerde kendisine üstün geldiğinden dolayı garip bir ruh hâli içinde acı duyuyordu. Rahmi Bey tatlı ve manidar bir tebessüm ve yavaş bir sesle hanımefendiye:
“Leyla’yı nasıl buldunuz?” diye sordu. Süreyya Hanım döndü, dudaklarında pek gizli bir istihza görünüyordu.
“Çok güzel. İnkâr edilemez.”
Rahmi Bey tekrar etti:
“Yalnız o kadar mı?”
Hanımefendi bu sefer aşikâr denecek bir istihza ile güldü:
“Daha ne bekliyordunuz, efendim?” dedi.
Pakize Hanım söze atıldı:
“Beyefendi kendisi gibi herkesin de onu pek yüksek görmesini arzu eder de…”
Feridun’un annesi, Pakize Hanım’ın sözünü keserek:
“Mamafih fedakârlığınız görülüyor, iyi bir terbiye vermeye çalışmışsınız. Fakat…” dedi. Sonra sözünün alt tarafını unutmuş gibi sustu. Bu bahsi derinleştirmek istemiyordu. Kayınbiraderinin hatırı için bu kadar beğenmek kâfi idi. Yoksa onun için Leyla bir besleme, bir ahiretlikten başka bir şey değildi ve olamazdı. Oğlunun bile bu gece mütemadiyen onunla meşgul oluşu gurur ve asaletine dokunmuş, gayriihtiyari kaşları çatılmıştı.
Bugünlerde pek büyük tasavvurları, sonsuz emelleri vardı. Artık Feridun’u evlendirmeyi kararlaştırmıştı. Ölmeden bunu görmek ve minimini torunlarını sevmek istiyordu. İstediği kızı da bulmuştu. Asil ve pek zengin bir ailenin bir tek kızı idi. Bunu kendi asaletine ve mevkisinin şerefine pek yaraştırıyor, ona gelinim demekle iftihar edebileceğini düşünüyordu.
Feridun annesinin bu fikrinden haberi olmadığı için tamamen Leyla ile meşgul görünüyor, dünyayı unutmuş gibi coşkun bir hâlde bulunuyordu. Genç kız piyanonun önünden kalktığı zaman hanımefendi nezaketen bir teşekkür etmek lütfunu esirgememişti.
Zavallı Leyla bu yarı iltifattan dolayı utanırken, karşıdan olanca hırs ve nefreti ile üzerine yıldırımlar saçan Pakize Hanım’ın o müthiş bakışlarını görememişti.
İki saat sonra herkes odasına çekilmiş, konağın içerisi derin bir sessizlik içindeydi. Leyla, yorgun olduğu hâlde bu gece hiç uyumak istemiyordu. Pencerenin önüne oturmuş, başını eline dayamış; gözleri karanlığın ve sessizliğin derinliklerine dalıp gitmişti. Birtakım karışık hislerin tesiri altında ne düşündüğünü bilemiyordu. Yalnız karanlığın kuytularına gizlenen bir şimşek, iki müthiş göz kendisine bakıyormuş gibi geliyordu. Bu gözlerde bütün hayatını tehdit eden, bütün emellerini söndürmek isteyen bir canavar vahşeti vardı. Bunların ezici bakışları altında titreyen genç kız, birdenbire fırlayarak bu korkunç düşüncelerden kurtulmak için eliyle gözlerini ovuşturdu. Orayı burayı dolaştıktan sonra nihayet aynanın karşısında durdu. Odanın içini ufak bir kandilin sönük, titrek ışığı aydınlatıyordu. Bu yarı aydınlık içinde hayal gibi görünen vücuduna, endamına baktı. Bu hâlde pek güzel olduğunu gördüğü için dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti. Şimdi hayalinde munis, sevimli bir yüz vardı. Şefkat ve merhametten ziyade aşk ifade eden bir bakış kendisine: “Korkma, korkma!” demek istiyordu.
Bütün ruhu ılık bir hava içinde ısındı. Aşkın beyaz kanatları omuzlarını okşuyordu.
Genç kız yatağına doğru yürüdü. Ta topuklarına kadar inen altın saçları bütün vücudunu sarmıştı. Şimdi her taraf derin ve esrarlı bir sükût içinde uyuyordu.
Bu gece, Feridun da uyuyamamıştı. Şimdiye kadar gecelerin bu kadar hülyalı, bu kadar ruhu okşayan esrar ile dolu olduğunu hiç bilmiyor, gecelerin bu derece munis, bu kadar ketum bir sırdaş olacağını hiç tahayyül etmiyordu.
Oh!.. Şimdi bu sükûnet, bu yalnızlık kendisine ne kadar hoş gelmişti. Pek lezzetsiz bulduğu hayatında birdenbire husule gelen bu değişiklik onu şimdiye kadar hiç görmediği aşk ve saadet güneşinin doğduğu sıcak bir iklime doğru götürüyor, buranın sıcak ve kendinden geçiren havası ile hayatının bütün kudretlerinin genişlediğini görüyordu.
Süreyya Hanım’ın konağındaki misafirlikleri esnasında Rahmi Bey, (…)’deki yalısının tamir ve döşenmesi ile meşgul oldu. Beyrut’tan döneli bir ay olmuştu. Feridun ile Leyla bir aydan beri hemen her gün beraber bulunuyorlar, bu kıymetli ve mukaddes aşklarını henüz kalplerinde saklıyorlardı. Bazen piyano çalarlar, bazen kitap okurlar, bazen de bahçede gezerler. Mesut kuşlar gibi aşklarının kanatları ile uçmak isterlerdi. Feridun, sevdiğine sahip olamamak azabından azade olarak yaşıyordu. Leyla’nın da kendisini çılgın bir aşkla sevdiğine, annesinin ise mesut olmaları için her türlü kolaylığı göstereceğinden emindi. Lakin aceleci olmaktan СКАЧАТЬ