“Ne oluyor nineciğim? Konaktaki bu hazırlık nedir?..” diye sordu.
Mahinur Kalfa kaşlarını çatarak başını sallaya sallaya: “Ne olacak, ne olacak?.. Beyefendi bu yaştan sonra evleniyor, genç hanım alıyor, bütün hazırlık onun için.” cevabını verdi.
Leyla, gayriihtiyari hayretle haykırmıştı. Evleniyor, bu ne demekti! Düşüncesi birdenbire bu kelimeyi kavrayamamıştı. Çünkü şimdiye kadar bunu bir kere olsun aklına getirememiş, kendisinden başka kimsenin ona yakın olma ihtimalini düşünmemiş, hayatta onu sırf kendisinin olarak tanımış. Ve sevilmek hissinin bütün tabii ihtiyaçlarıyla hakiki bir baba kucağı sandığı bu kolların arasına sığınmış, burasını ebediyen kendisinin olacak zannetmişti. Leyla, bugünlere kadar Rahmi Bey’i kendi öz babası olarak tanıyordu.
Genç kız bir şey söylemeden kalfanın yanından uzaklaşarak odasına çekildi. Kalbini garip bir keder kaplamıştı. Sakin ve mesut geçen günleri artık tarihe karışıyordu. İlk defa olarak kalbinde sızlayan bir acı duydu. Fakat henüz kederin, acının ne olduğunu tatmamış olan Leyla bu hissin hakiki manasını anlayamamıştı. Gözleri denizin ufuksuz boşluğuna daldı. Uzun kirpikleri üzerinde hayatın ilk keder yaşı parlıyordu.
Bir sabah uyandığı zaman konakta her günden farklı bir telaş, bir hazırlık olduğunu gördü. Büyük kalfa bilhassa kendini çağırıp gelin hanımın geleceğini bildirdiği zaman Leyla hiçbir hayret göstermeden odasına döndü. Zaten bunu beklemiyor muydu?
Saçlarını taradı, sonra çehresine pek yaraşan yeşil elbisesini giydi. Gençliğinin gözleri kamaştıran güzelliği içinde aşağı inerken merdiven başında babasına tesadüf etmişti. O, telaşlı telaşlı bir şeyler söylüyor, ötekine berikine emirler veriyordu. Leyla’yı görünce güldü: “Bugün ne güzel bir hanım olmuşsun!” dedi. Genç kız, dudaklarında mahzun bir gülüşle, bir tebessümle önüne bakıyordu. Rahmi Bey:
“Ne o! Küçük hanım bugün dargın gibi duruyorsun? Hani sen her vakit babanı öperdin, değil mi! Seni yaramaz seni!..” diyerek saçlarını okşadı. Bu esnada herkes aşağıya doğru koştu. “Gelin geliyor!” sesi, konağın içinde birdenbire bir telaş hasıl etmişti.
On dakika sonra bütün gözler merdivene dönmüştü. Beyaz elbiseler içinde uzun boyu, orantılı endamıyla narin bir vücut, beyaz bir tül ile örtülmüştü. Güzel bir sima göründü. Leyla olanca dikkatiyle bakıyordu, bu kadın düşündüğü gibi değil bilakis pek güzel ve pek sevimli görünüyordu. Zavallı çocuğun müessir bir hülya ile sıkılan kalbi, şimdi biraz müsterih olmuştu. Herkes çekildikten sonra gelinin bulunduğu odaya girdi. Bir yer bularak karşısına oturdu. Salonun bir köşesinde bir vakar ve kibirle oturan bu gelin hanım, iri siyah gözleriyle kendisini derin derin süzüyordu. Genç kız bu bakışların altında o kadar utandı, o kadar sıkıldı ki bir dakikada bütün vücudu sıcak bir ter içinde kaldı! Bir aralık orada bulunan kadınlardan biri kendisini göstererek yanındakine gizlice:
“Bu kız Rahmi Bey’in kendi kızı mı?” Öteki: “Hayır, evlatlığı.” diye cevap vermişti.
Leyla bu sözleri tamamıyla işitiyordu. Lakin: “Evlatlığı!” Bu ne demekti? Bunu anlayamıyordu. Oturduğu yerden birdenbire kalktı. İçin için ağlıyordu. Zavallı kızcağız bugün hiç görmediği, hiç bilmediği, hiç bahsedilmeyen annesi için o kadar şiddetli hasret, öyle önüne geçilmez bir arzu duyuyordu ki… Annelerinin yanına sokulup oturan çocuklara baktıkça gözleri yaşla doluyordu. Ah!.. Ah ne olurdu, onun da bir annesi olsa! Kendisini her felakete, her tehlikeye karşı şefkatli kucağında saklasaydı!..
O gün akşama kadar mahzun ve müteessir dolaştı. Fikrini daima bir kelime tırmalıyordu. “Evlatlık!..” Bu ne demekti?.. Dünyada onun babasından başka kimi vardı?.. Bunu ninesine sormaya karar vermişti. Her şeyi ondan öğrenecekti.
Gece konağın içi tenhalaştıktan sonra, Leyla odasına çıkarak soyundu. Mevcudiyetinde bir terk edilmişlik hissi vardı. Sanki bu gece dünyada yapayalnız kalmış gibi kederli idi. Bir müddet sonra Rahmi Bey kendisini çağırtmıştı. Odaya girerken gayriihtiyari titriyordu. Birkaç adım atarak oturdu. Rahmi Bey:
“Leyla, yanıma gel, buraya otur.” dedi. Genç kız başını kaldırdığı zaman, kanepesine yaslanmış olan gelinin küçümsemeye benzer bir nazar ile kendisine baktığını görmüştü. Rahmi Bey genç kadına hitaben:
“Gördünüz mü?” diyordu. Leyla pek sevimli, pek nazlı bir kız değil mi? Tabiatındaki uysallıktan memnun olup kendisini seveceksiniz zannederim.
Kadın lakayıt ve biraz müstehzi bir eda ile:
“Şüphesiz.” diye cevap veriyordu.
Leyla yarım saat sonra kendisini dışarı attı. Bunalmış gibi idi. Kalfanın yanına gitmeye ve bu gece onunla yalnız kalmaya pek ihtiyacı olduğundan, onu odasında yalnız bulduğu zaman pek sevindi. Koştu, kolları arasına kendini attı. Başını göğsüne dayadı. Ah… Bu gece bir anne kucağı, bir anne kokusu isteyen ruhu pek ezalı hisler altında eziliyordu.
Mahinur Kalfa onu seviyor, okşuyordu. Fakat bu Leyla’nın ruhunun ihtiyacını doyurmaya kâfi gelmiyordu.
“Nine.” dedi. “Bu gece o kadar çok ağlamak istiyorum ki…”
“Niçin yavrum, buna sebep ne?”
Leyla kalbi yırtılıyormuş gibi içini çekti: “Bilsen, bilsen!..” dedi. “Bana bugün evlatlık dediler. Söyleyiniz nine, ben hakikaten evlatlık mıyım?”
Kalfa bu sual karşısında birdenbire şaşırdı:
“O nasıl lakırtı?” diye söylendi.
“Bilmem, ben de işte size soruyorum.”
“Yanlış.”
“Hayır, yanlış değil, yalnız belirsiz.”
“Bunlar ne münasebetsiz sözler canım! Bu akşam nereden uydurup söylüyorsun?”
“Nine… Vallahi ben uydurmuyorum, öyle söylediler.”
“Kim söyledi canım?”
“Misafirlerden iki hanım…”
“Halt etmişler.”
“Yok yok, nine artık ben çocuk değilim. Bunları söylerken hakikati gizlemeye uğraştığınızı görüyorum. Gözlerinizde öyle derin manalar var ki bana hayatımın acı taraflarını anlatıyor. Lakin ben mukadderatına teslim olmuş bir kızım. Söyleyeceğiniz hakikat ne kadar acı olursa olsun korkmayınız, ben tahammül edeceğim.”
İşin ciddi bir renk aldığını gören kalfa tesirli bir sesle:
“Rica СКАЧАТЬ