İhtiyar Çilingir. Мемдух Шевкет Эсендал
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал страница 4

Название: İhtiyar Çilingir

Автор: Мемдух Шевкет Эсендал

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-81-4

isbn:

СКАЧАТЬ sandığımızdan daha çok seviyorlar, saklıyorlar.

      Bunlar korkulacak şeylerdir.

      Papa Kosta’ya bunları söylediğim zaman, gözlerini ateşin alevlerine dikerek düşünüyor ve başını sallıyor.

      Bizim bir tarlaya attığımız tohumlar, bu adamların çizmeleri altında ezilecek, çürüyecektir.

      Bazı onları, evin önünden geçerken görürüm. Bir defa da beni seyreden genç zabiti gördüm. O kadar ağır, o kadar kuvvetlidirler ki benim için korkmamak mümkün değil. Papa Kosta’yı yolda gördükleri zaman gülerek selamlarlar. Hâlbuki onun kim olduğunu benim kadar biliyorlar…

      İşte bütün bu şeyler, bu düşünceler benim kanatlarımı kırıyor, gözlerimi karartıyor, beni korkutuyor Velikacığım. Bir gün gele, bu adamlar bizi çiğneyecekler sanıyorum. Benim elimden sen tutacaksın.

      Güzel gözlerinden öperim. Mektubunu, öksüz bir çocuğun anasını bekler gibi beklediğimi unutma!

1911

      BOMBA 11

      Gün kavuştu, ortalığa gecenin karanlığı dökülmeye başladı. Ağaçların taze yaprakları akşamın serinliğini emiyormuş gibi duruyor yerleri bir sessizlik, akşamlara mahsus bir durgunluk kaplıyordu.

      O zamana kadar ormanın kuytu, ıssız bir yerinde, taze yaprak açan ağaçların altında yatan iki insan uyandı.

      Tabiatın bu kadar güzel bir zamanında bütün dünyaya hayat veren, otları canlandıran, kuşlara yuvalarını kurduran, böcekleri deliklerinden çıkaran bir mevsimde ormanın bu kadar güzel bir köşesinde sesleri, kokusu, havası; her şeyi, her şeyi bu kadar güzel olan bu yerde uyanan bu iki insanın yüzünde, kurulmuş bir cinayetin, bir hayatın karanlık izleri vardı. Bu kadar sessiz, bu kadar güzel olan bu yerde yalnız bu iki adam; bu iki dağınık, iki sefil, iki zavallı adam kara bir leke gibiydiler. Gözlerini sildiler. Biri rahipti; dağınık, birbirine karışmış uzun yağlı saçlarını parmaklarıyla taradı, kalpağının altında topladı. Etrafı dinledi. Ne ile uğraşırsa uğraşsın, ne olursa olsun, bu kadar hoş, serin bir akşam insanı uyandırır. Ona kendini dinletir. O da bir dakika böyle bilmeyerek sakit12 kaldı.

      Her lakırtı konuşulmuş, yapılacak şeyler sıralanmış, yalnız onları yapmak, yaptırmak kalmıştı. Onun için birbirine bir şey söylemeye lüzum görmüyorlar, konuşmuyorlardı. Ortalık yavaş yavaş kararıyor, sesler daha ziyade azalıyor, bir dakika evvel yaprakların arasında ötüşen kuşlar susuyor, gece oluyordu. Yalnız ta uzakta, birbirine cevap veriyor gibi bağıran kurbağaların, böceklerin sesleri; uyuyan bütün bu ormanın büyük, derin solukları gibi inip çıkarak durgun havaya yayılıyordu.

      İki arkadaş yavaş yavaş kalktılar. Biri uzandı, taze bir dal kopardı. İki ellerini ceketinin cebine sokarak yola düzüldüler.

      Birinin omuzunda büyükçe, ağırca bir heybe vardı. Onlar bu heybeyi bu ormandan aldılar. Bunun içinde bir sarayı, bir an içinde baykuşlara yuva yapacak bir kuvvet vardı.

      Bu adamlar, bir yere ölüm yağdırmaya gidiyorlar. Bu adamların durdukları, bu heybenin bırakıldığı bir yerde ölümün korkunç yüzü görülecek; birçok bacalar dumansız, birçok çocuk babasız, birçok zavallı kadın kocasız kalacaktı.

      Onlar, yarın arkalarında bırakacakları mezarlardan korkmayarak güzel dağ menekşelerinin hafif kokularıyla dolu olan sessiz ormanı bırakıp köye doğru gittiler.

      Yuvan Nikolof, fakir bir köylüdür. Ancak senede otuz dönüm tarla ekebiliyor. Fakat birkaç sene var ki köyde herkes onun hatırını sayıyordu.

      Bazı günlerce ortadan kayboluyor, bazı geceler köydeki bütün gençler onun odasında toplanıyor, günden güne onun sesi yükseliyor, köyün daskalı her gün onu arıyor, köye her gelen yabancı Nikolof’un evini soruyordu.

      Karısı bu hâlden hoşnut değildi. Korkuyordu. Köye bir candarma uğrasa onun gönlüne bir şüphe düşüyor ve ötede beride bazı defa “Çocuklarım öksüz kalacak!” diye söyleniyordu. Fakat kocası onu dinlemezdi. Gece olunca erkenden el ayak çekilir, sokaklar tenhalaşır, Nikolof karısına “Bu gece köpeği bağla!” derdi. O zaman kadın, misafirlerin geleceğini anlardı. Bazı gece gürültülü sesler duyar, uyanır; evinin içinde birçok erkekler görür, korkarak odasının bir köşesinde onların gitmelerini beklerdi.

      Bu gece yine Nikolof köpekleri bağlatmıştı. Karı koca sofralarını kurdular.

      Beklediler.

      Ortalık iyice karardıktan sonra çit kapısının açıldığı duyuldu. Köpek bağlı olduğu yerden sıçradı.

      Rahip’le arkadaşı kapıdan girdiler. Nikolof’un dudaklarında derin bir tebessüm beliriyordu. Misafirler heybeyi koyacak emin bir yer aradılar.

      Nikolof eğilerek onu aldı ve yavaşça dolabın bir kenarına koydu.

      Hepsi birden sofranın etrafında toplandılar, Rahip kollarını sıvayarak ekmeğini kopardı. Kadın göğsü üzerinde üç haç çıkararak kaşığını un çorbasına uzattı. Rahip’in arkadaşı genç, kısa boylu, iri kafalı, sert kırmızı saçlı ve kuvvetli bir adamdı. Hiçbirinin yüzüne bakmayarak yemeğini yiyordu. Rahip, yavaş yavaş Nikolof’la konuşuyor ve bilhassa zengin bir adamın parasından bahsediyorlardı.

      Kadın sesini çıkarmıyor ve bir şey işitmiyor gibi görünüyordu. Fakat bütün kuvvetiyle bu sözleri dinliyordu. Bir aralık, Nikolof fazlaca şarap içmeye başladı. Rahip, onun ziyade sarhoş olduğunu istemiyor gibi görünüyordu. Kırmızı saçlı arkadaşı ise hiç sesini çıkarmayarak iri lokmalarını avurduna dolduruyor ve ara sıra kadının yüzüne bakıyordu.

      Ocağın külleri üstünde duran tenceredeki fasulyeyi bitirdiler. Sonra Nikolof arkadaşlarını içerideki odaya götürdü, burada yavaş sesle konuşmaya başladılar. Gece gittikçe ilerliyordu. Kadın bir aralık onları dinlemek istedi fakat bir şey işitemedi. Orada ocağın başında çocuklarını uyuttu. Kendisi de oraya uzandı, uyudu. Uyandığı zaman onlar, üçü de gitmişlerdi.

      Nikolof, arkadaşlarından evvel kapıdan çıkarak köpeğini okşamış, etrafı dinlemiş, sonra arkadaşlarını beraber alarak evden çıkmışlardı. Heybe, Nikolof’un omuzundaydı. Hızlı yürüyorlar ve birbirine hiçbir lakırtı söylemiyorlardı.

      Gök siyah fakat parlaktı. Yıldızlar açılıp kapanarak karanlığa hafif bir ışık serpiyorlardı. Uzakta, anlaşılmayan sesler duyuluyor, yaz böcekleri ötüyor, dereden iki bülbülün birbiriyle karışan ince, parlak sesleri işitiliyordu.

      Yarın sabah güneş doğduğu vakit, dünyanın bir köşesinde yıkılmış bir yer görecek, birkaç taze mezarın topraklarına bakacak, dökülecek gözyaşlarını yaldızlayacaktı. Kim bilir gecenin bu zamanında, ne kadar biçare adamlar vardır ki yarın başları üstüne düşecek ölüm gölgesinden gafil olarak uykularını uyurdu.

      Bilmem dünyanın hangi bucağında oturan bir politikacı, bir zarif adam (!) üstü başı süslü, serin bir yerde СКАЧАТЬ



<p>11</p>

Bu hikâye Çığır gazetesinin 1913 tarihli 54. sayısında yayımlanmıştır.

<p>12</p>

Sakit: Susmuş, sessiz.