Название: Gödeli Mehmet
Автор: Мемдух Шевкет Эсендал
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-85-2
isbn:
Bir sabah, Besime henüz kalkmıştı, Talât’ın sesini duydu, sonra dadı odasına gelip söyledi, Talât kapının önünde ve dadının arkasında duruyordu.
Âlâ, ancak Besime ne giyecek? Talât, ilk geldiği vakit anasının eski bir feracesini bozup bir çarşaf yapmışlardı, bu çarşaf henüz yeni duruyordu ancak içine giyecek bir şey yoktu. Uzun bir müzakere yaptılar, nihayet ufak dallı beyaz entariye karar verildi, o zaman efendiden izin almak hatıra geldi. Dadı gitmeyecek, hem dizleri ağrıyor hem de efendiyi yalnız bırakmak münasip değildir, düğün olursa o zaman gelir; zaten Besime de üç-dört geceden fazla kalmamalıdır. Vâkıâ senelerden beri, efendi ile üç-beş kelime konuşmuş lakin onu da hiç yalnız bırakmamıştı. Bu ne acayip bir sadakat numunesi oluyordu. Âdeta dadı ile efendi arasında Besime’nin anasından dolayı unutulmaz bir hatıra, bir kin yatıyor gibi görünürdü. Lakin ne dadı bundan bir kelime söyler ne de efendi kimseye bahsederdi. Efendiden izin almak meselesini Talât deruhte etti ve hemen bahçeye koştu, tekrar geldi, “İzin verdi.” dedi. Talât istedikten sonra, babasının izin vereceğini Besime bilirdi. Hazırlandılar; Talât, arabayı gidip gelme tutmuş, herif beklemez diye acele ediyordu… Bir lokma bir şey bile yemeyerek yola çıkıyorlardı. Dadı, ihtiyaten vapurda bir şey lazım olursa alırsınız diye fazladan birkaç da bozukluk para verdi.
Besime’nin ilk seyahati… Babasının elini öpmeye gitti ve içinde anlaşılmaz bir sevinç ve heyecan vardı; bunun tesiriyle ilk defa bu gülmez çehreyi sevdi, ilk defa ona sokulmak arzusunu hissetti ve yüreğinden taşan bu heyecan ile o zamana kadar babasının elini öperken bu defa entarisinin eteğini öptü. Öteki, bir taş parçası gibi cansız ve manasızdı. Yalnız o da kızına derhâl izin verdi, entarisinin cebinden kırmızı kesesini çıkardı, içinde üç mecidiyeyi aradı:
“Al.” dedi. Bu birinci defa idi. İlk defa evinden çıkıp üç-dört saatlik bir yere gidecek idi. Dadı yüzünden öptü; yeni gelen ihtiyar aşçı kadın, başına örttüğü yazma yemeninin iki ucunu tepesine kaldırıp kapıya kadar geldi. Köşkün çamursuz örülmüş taş duvarı önünde bir eski tek araba duruyor, arabacısı ve beygiri uyukluyordu. Bu arabanın rengi uçmuştu, üstüne gerilmiş muşamba kopmuş, tekrar dikilmiş yamalı paçavralardandı, tekerlekleri doğru duramıyordu. Besime ve Talât, arabacıyı uyandırıp arabaya bindiler; beygir sallandı, yürümeye ve bu harabeyi bozulmuş, oyulmuş, çamurları katılaşıp kazıklanmış yolda sarsıp titreterek sürüklemeye başladı.
Etrafta sümbüli bir ilkbahar havası kokuyordu, ağaçlar çiçeklenmişlerdi. Erenköy tarafları sisli, Haydarpaşa’ya doğru evler ve büyük Karacaahmet Mezarlığı’nda serviler taze ve parlak renklerle görünüyordu. Haydarpaşa’ya iniyorlardı, ara sıra tren düdükleri duyuluyordu.
Besime dalgın, hiçbir şey düşünmüyor, içinde mutat olmayan bir inşirah hissediyor gibi görünüyor, taze çehresi hafifçe solgun, güzel gözleri sanki bir parça büyümüş gibi duruyor ve muttasıl arabacının omuzunun üstünden yola bakıyordu. Talât şen ve güler yüzlü idi, bir şeyler anlatıyordu.
Besime, onun neler söylediğini duyduğu hâlde bilmiyordu; yalnız, ara sıra bir kelime ve o kelimenin cazibesiyle sürüklenmiş birkaç kelime daha yahut bir cümle… Bir aralık Besime sanki uyandı, lakırtıları işitmeye başladı:
“Allah ömür versin beni sever, öteki efendilerim de severler ama beyefendinin hâli başka gönülsüzdür; öyle ya, konuşmasa konuşmaz, hem çok lütfunu gördüm.”
Besime, bir müddet düşündü, Talât acaba kimden bahsediyordu?.. Sonra yavaş yavaş anladı, babasından bahsediyordu, o zaman iyice dinlemeye başladı. Acaba babası Talât’a ne lütfetmiş? Hem bununla oturur konuşur imiş, vâkıâ burası doğru, babası bahçıvanlarından bazılarıyla konuşur bir de bu Talât Hanım’la. Anlaşılan bu Talât Hanım’dan hoşlanıyor, acaba daha başka ne lütuflarda bulunuyordu? Şüphesiz bugün de yeni bir lütfu tekerrür etmiş idi ki Talât onu vesile ederek bu söze başlamış olacak. Besime’de daima şiddetli bir tecessüs hissi bulunurdu lakin bunu asla izhar etmezdi, bu defa da hiçbir şey sormadı ancak sözün alt tarafından anladı ki babası ona gidip orada kaldın diye şikâyet ve sitem etmiş ve babası buna para da verirmiş, Talât itiraf ediyordu, yalnız bir şey söylemiyordu. O da İsmail Efendi’nin sözüdür ki bir gün ona bir lira verdikten sonra sarf etmiş idi:
“Benim para verdiğimi kimseye söyleme, bin türlü mana verirler.” demiş idi. Ne mana verecekler? Kim verecek? Talât, buralarını sormuştu ancak kafasında bir şimşek çakmış bulunuyordu, demek bu ihtiyarın henüz kanı soğumamış, henüz bir taze dul kadın ile arasında birtakım dedikodular düşünüyordu.
Buralarını Besime’ye söylememişti ancak o zamana kadar para alırken sıkılırdı, sonraları bunu âdeta bir hak gibi telakki etmeye başladı; vâkıâ bu lakırtı bir daha tekerrür etmemiş ve nişaneyi ateş ve muhabbet bundan ibaret kalmış ise de Talât güya, “İşte, benden hoşlanıyorsun ya; sana kendimi vermiyor isem de civarında kadınlığın dolaştığını görüyorsun, hissediyorsun ya; ben bu paraları senin mürüvvetin sayesinde değil şu güzel vücudum sayesinde kazanıyorum.” demek ister gibi görünüyordu.
Bir ufak nişane daha görse belki bunda daha ziyade ileri gidecekti, o zamanda pek çok paraya muhtaç bulunmuyordu.
Besime, babasının bu lütufkârlığını manidar buluyor ve bunun ne demek olduğunu biliyor ise de kati hüküm vermiyordu. Buna zaten lüzum da yoktu. Boyaları solmuş, tahtaları çürümüş birkaç evin arasından geçtiler, Ayrılık Çeşmesi’ne doğru saptılar ve çayırın nihayetindeki geçitten iskeleye geldiler. Uzun, tahta iskelenin bir köşesinde kadınların bekleme yeri bir ufak kulübeydi; sıra ile üç-dört hanım deniz tarafındaki pencerenin önünde oturuyorlar ve hiç konuşmuyorlar, iki genç Yahudi matmazeli ayakta konuşuyorlardı. İskelede vapur yoktu, orada oturmaya mecbur oldular. Besime, peçe altında yürümesini şaşırıyor ve sıkılıyor ancak kendini etrafındaki nazarların isabetinden muhafaza ettiği için pek memnun oluyordu hatta bekleme yerinde erkek yoktu ve bütün kadınlar peçelerini kaldırmış bulunuyorlardı, buna rağmen o peçesini açmak istemiyordu.
Talât’a gelince, o tamamen bunun aksiydi; yüzüne dik dik baktıklarını isterdi. Kendini göstermek için çarşafını gayet aşağıdan iliştiriyor, her vakit göğsü açık bir ceket giyiyordu, onun için peçesini indirdiği vakit bile bu peçe çarşafın birleştiği yer arasında beyaz bir leke gibi memelerinin arası yahut biraz daha yukarısı görünürdü. Peçesini kaldırmaya imkân buldukça alnından bir tura görünür, bir demet güzel siyah saç, peçesini indirdikçe kenarından çıkmış avare iki-üç teli bile kâr sayar, bu hâl ona biraz da müptezel bir kadın hâli verirdi.
“Peçeni kaldırsana…”
Besime yavaşça:
“Yok, rahatım.” dedi.
“Kaldır kaldır canım, burada kim var? Erkek yok ya.”
Bu bir erkek kadın meselesi değildi. Besime, odasında yalnız kaldıkça erkekleri düşünürdü ve erkeklerden hiç korkmazdı ve onda anlaşılmaz bir hırsı tehalük,СКАЧАТЬ