Название: Dirilen İskelet
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-92-1
isbn:
Feyzi: “Sade kemikten çatılmış bu üç yaratık karşımızda gülüp ağlamadılar mı?”
Sadi: “Evet.”
Feyzi: “Ya bu üç kurukafanın gösterdikleri mucizeyi kesinlikle inkâr edeceksin ya da tasdik. ‘Evet, işittim. İskelettiler, güldüler, ama ölü gülmez.’ gibi saçma bir lakırtıyı kabul etmem.”
Sadi: “Dahası var.”
Feyzi: “Nedir?”
Sadi: “Gördün ya, iskeletlerin bürünmüş oldukları kefenler yepyeni ve sakız gibi beyazdı.”
Feyzi: “Evet.”
Sadi: “Peki, bir ölü etleri tamamıyla çürüyüp dökülünceye kadar mezarda yatar da kefeni o çürümeden hiç etkilenmeden böyle deliksiz, lekesiz, bembeyaz nasıl kalır?”
Feyzi: “Sen yargılamalarını hep akla, mantığa, fenne, tabiata uydurarak yürütmek istiyorsun. Hiç tabiatüstü olaylara yanaşmıyorsun. Azizim, olağanüstü bir hâl karşısındayız.”
Sadi: “Benim fikrimce tabiatüstü diye bir şey olamaz. İnsanlar akıl erdiremedikleri şeylere böyle derler. Onlar tabiat kanunu dışında meydana geliyor sandıkları garipliklere bu adı verirler. Hâlbuki tabiat kanunu dışında hiçbir şey olmaz, meydana gelmez.”
Feyzi: “Tabiat kanunu dışında hiçbir şey olamayacağına bu kadar kesinlikle emin olduktan sonra o üç kurukafanın önünden titreyerek bizimle beraber, nah kuyruk, niye kaçtın? Mademki tabiatça ölünün diriye saldırması imkânsızmış, niçin yanlarına giderek bunun yanlış bir görüşten başka bir şey olmadığını ispata yanaşmadın?”
Sadi: “Ölünün mezardan çıkması, dile gelmesi tamamıyla tabiat kanunlarına aykırıdır. Fakat mademki bu imkânsız şey karşımızda olağan şekle girdi, mutlak bunda bir şeytanlık var. Onlar bize korkutucu gözüktüler. Böyle şeytanca bir bilinmezliğin üzerine gitmekte büyük bir tehlike olabilir. Bununla beraber fikrime uyarak bana cesaret veren birkaç kişi daha olsaydı belki üzerlerine yürümekten de çekinmezdim.”
İshak Ağa, Tayfur’un konağından şu haberi getirdi:
“Beyler gece yarısı bisikletlerle gitmişler. Ortalık ağarırken bir kira arabası ile eve dönmüşler. Fakat aman ya Rabbi, ne hâlde bir dönüş!.. Birinin bacağı kırılmış, ötekinin kolu… Konağa doktorlar, çıkıkçılar girip çıkıyorlar. Birçok hatırlı kişiler geçmiş olsuna geliyorlar. Beyler büyük bir uğursuzluğa uğramışlar. Fakat işin içyüzü her ne kadar gizli tutuluyorsa da ihtiyar meyzin gerçeği ezan gibi mahallenin kulağına okumuş. Abdestsiz ellerle mezarda kemikleri karıştırılan bütün ölüler bu tecavüzden korunmalarını rica etmek üzere Bukağılı Dede Hazretleri’ne başvurmuşlar. Hazret de mana âleminde meyzine görünerek sandukaya bağlı bukağıyı çözmesini emretmiş. Meyzin aldığı emri derhâl yerine getirdikten sonra mescitte açıkça ‘Dedenin zincirlerini çözdüm. Bu gece çıkacak olayı bekleyiniz. Tayfur’la Doktor Ferhat konağa sağ dönmeyeceklerdir.’ demiş. Bu haber verişten sonra iki gencin konağa kırık dökük lakin hayatta olarak geri dönüşlerini öğrenince meyzin Bukağılı’nın evliyaca sabrına şaşmış. Bu geceki felaketin ilk manevi bir haber veriş olduğunu ve bu kâfirce atılganlığın tekrarlanması hâlinde cezanın son şiddete varacağını anlatmış…
Hep bu lakırtılara seksen şişirme, türlü tuhaflıklar karışarak olay ortada çalkalanıyormuş…”
Sadi: “Bakınız, üç iskeletten sonra meseleye bir de evliya girdi. Rüyada meyzine görünmüş. Bukağımı çöz demiş. Meyzin baba her şekilde rüya görebilir. Fakat dikkat etmişsinizdir ya, dede hazretlerinin bukağısı sandukanın parmaklığına bağlanmıştır. Hazretin mezardaki kutsal ayağı serbesttir. Manevi uçuşlarına bu zincir parçası engel olamaz. Demir halkalarla bir evliyanın değil, herhangi bir ölünün ruhu dahi hapsedilemez. Bu apaçık bir gerçekken kürek mahkûmu gibi dedenin sandukasını zincire vurmaktan batıni yahut zahirî ne mana çıkarılır? O evliya ki, gerektikçe ahirete ait mahfazasını terk etmek istediği vakit meyzin gibi bir dirinin yardımına muhtaç kalıyor. Bu aciz, onun evliyalık şanına nasıl yaraştırılır? Meyzin efendiden sormalı. Dedeyi tekrar zincire vurdu mu? Yoksa salma mı bıraktı? Bu önemli hususu anlamak, çarpılmaya hak kazanmış mahalle günahkârlarının selametleri bakımından mutlaka lazımdır.”
Tartışma böyle uzamakta iken Nihat Bey kart dö vizitinin üzerine “Dün geceki sırlarla dolu maceranızın tuhaf bir surette seyircisi olduk. Meraktan ölüyoruz. Ziyaretimizin kabulüne imkân varsa rahatsız etmeye hazırız.” cümlelerini yazdıktan sonra ev sahibi olarak bu yazdıklarını iki arkadaşına gösterdi:
“Ne dersiniz? Bu kartı Tayfur’a göndereceğim. Kabul edilirsek belki merakımızın halline yarayacak bazı şeyler öğrenmiş oluruz.”
Nihat’ın bu fikri uygun görüldü. Kart gönderildi.
9
Biraz sonra, “Buyursunlar.” karşılığı geldi. Üç arkadaş eski usul mimarlığımızın son örneklerinden bu tekke tarzındaki evin yağhane direkleri üzerine tutturulmuş geniş avlusuna girdiler. Genç bir uşağın kılavuzluğu ile uzun merdivenlerden çıktılar. Geniş sofalardan geçtiler. Konağın birçok bölümü tekrar şık camlıklarla bölünmüş, fazla pencereler kapatılmış, tavanlar değiştirilmiş, boyalar, ıstampalar, kâğıtlarla duvarlar tazelendirilmiş. Her taraf genç esvabı giymiş kocakarılar gibi yeni usulde döşenmiş.
Misafirler hastaların yattığı mabeyin odasına alındı. Tayfur’la Ferhat karşı karşıya iki ceviz karyolaya uzanmışlardı. Vücutlarında çarpılma, yüzlerinde büyük bir ızdırap eseri yoktu. Fakat henüz betleri benizleri yerine gelmemiş ve gözlerinden derin bir şaşkınlıkla karışık korku durgunluğu hâlâ silinmemişti. Hâlâ dimağları geniş odanın loş havasında sırıtan üç iskeletle uğraşır gibiydi.
Ferhat’ın sargılı kolu görünüyor, Tayfur’un kazaya uğramış bacağı yorganın altında duruyor, fazla olarak alnı da gazlı bezlerle sarılı bulunuyordu.
Misafirler hastaların yüzlerini görmeye elverişli üç koltukluya yerleştikten sonra Nihat geniş bir memnunluk gülümsemesiyle:
“Sizi çok iyi gördüm. Felaket mi diyeyim? Uğursuzluk mu? Uğraştığınız garip macera hakkında o kadar konuştular, o kadar büyütülmüş, şişirilmiş söylentiler dolaştı ki, sizi lakırtı edemeyecek bir hâlde bulacağımızı sandık.”
Tayfur yorgun, ezik bir gülümseme ile karşılık vererek:
“Bilirsiniz, mahallenin eskiden beri bize karşı bir kötü niyeti vardır. Tamamen çarpılmadığımız için birçokları üzgün… Eyüp ölüleri bizi işte bu kadar çarpabildiler. Bilmem öfkelerini yenemeyerek bu gece oradan buraya kadar gelmeye üşenmeyip de kırgınlıklarını tamamlarlarsa o da kısmetimize…”
Sadi: “Beyefendi, mahallenin tutucularını, fenne, tekniğe inanmayan bazı kişilerini o kadar kızdırıyorsunuz ki, delisinden evliyasına kadar hepsi fena hâlde size karşı… Ve en son size karşı çıkan büyük varlıktan haberiniz СКАЧАТЬ