Dirilen İskelet. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dirilen İskelet - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 12

Название: Dirilen İskelet

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-92-1

isbn:

СКАЧАТЬ Bu kuruntulu korkudan şairler, ressamlar, müzisyenler sanat için pay çıkarırlar. Hep bu güzel sanatlar kupkuru maddeler üzerine işlemez. Onlar mezarlara gizlilikle dolu, sırlı bir nitelik verirler. Ölüleri söyletirler. Bu dünyanın insanlarına öbür dünyadan da panoramalar gösterirler. Şu etrafımızdaki çukurlar da hep şu önümüzdekine benzemiyorlar mı? İçlerinde kuru kemik yığınından başka ne var? Bunlardan ruhlar, cadılar, hortlaklar çıkaran hep halkın şairleşmesidir. İnsanlığın büyük çocukları da gerçek miniminiler gibi masalı severler. Dinle karışmış garip hikâyeler, laklaka onların en tatlı zihin besinleridir.”

      Birdenbire yine o küçük şimşek çaktı. Ve bu defaki aydınlığı epey sürekli oldu.

      Tayfur: “Hava bulutlandı. Galiba yağacak. Bu sahici şimşek olmalı…”

      Doktor: “Gerçek şimşek değil bu… Başka bir şey… Hiç gök gürlemesi işitilmiyor. Hem dikkat etmiyor musun? Mezarlığın her tarafı aydınlanmıyor. Parıltı yalnız bizim tarafa doğru vuruyor. Ve kuzeyden geliyor.”

      “Bu ne olabilir?”

      “Bilmem.”

      “Herhâlde tabiatın üstünde bir hadise değil, insanlara ait bir şey.”

      “Yabancı donanmalarının havada gezinen projektör sütunları olmasın?”

      “Işık Kâğıthane Deresi yönünden geliyor. Orada yabancı donanmasını düşünmek tuhaf olmaz mı?”

      “Şimşek uçaklardan gelmesin?”

      “Onların motor gürültüleri iki saatlik yoldan duyulur. Öyle bir şey işitmiyoruz.”

      Bu sırada yine alev birbiri ardınca iki defa tutuştu. Mezarlığın bir bölümünü gündüz etti, söndü.

      Bu tabii bir hadise değil, tabiat dışı bir şeydi. Beylere şaşkınlıkla karışık hafif bir korku geldi. Gözlerinin önünde bir şeyler oluyor, fakat bunun ne olduğunu anlayamıyorlardı.

      7

      Doktor, kimler tarafından işitilmekten korktuğu bilinmez tuhaf bir davranışla yavaşça:

      “Elektrik fenerlerini söndürelim. Parıltının kaynağını o zaman daha kolay anlayabiliriz.”

      Fenerleri söndürdüler. Beklediler. Hiçbir şey parlamadı.

      Doktor: “Acayip şey… Bu şimşek sanki bizimle eğleniyor.”

      Tayfur: “Ne o doktor, sesin titriyor. Oh, mesela korkuyor musun?”

      “Korkmuyorum. Kızıyorum.”

      “Niçin?”

      “Etraftan bizimle eğlenenler olmasın diye.”

      “Kim eğlenecek? Bu vakit buralarda kim bulunur?”

      “Kim bilir? Elin işsiz güçsüz haytaları çok…”

      Hemen o anda gevrek, ahenkli, billur bir çağlayan şıkırtısıyla uzun, sürekli bir kahkaha duyuldu.

      İki arkadaş karanlıkta bir süre birbirinin göz bebeklerini arayarak bakıştılar. Sonra:

      Doktor: “O ne?”

      Tayfur: “Kahkaha kuşu…”

      “Kahkaha kuşu gülmek için bu kadar uygun bir zamanı seçmeyi bilmez.”

      “Bazen insanı hayretlere düşüren böyle tuhaf rastlantılar olur.”

      “Rastlantı… Haydi peki… Fakat baykuşun kahkahasında kulaklara uğursuzluk dolduran bir acılık vardır. Bundaki tatlı ahenk yüreğimi gıcıkladı. Bu, genç, güzel bir kadın gülüşüne benziyor.”

      “Hadi doktor sen de… Sesinden bir kadının gençliği anlaşılsın, anladık. Lakin bir sesten sahibinin güzel olduğu manasını çıkarmak pek de gerçeğe uygun bir şey olmasa gerek. Ben yüzü güzel sesi çirkin, sesi güzel yüzü çirkin ne kadınlar bilirim. Her şeyden geçtik, bu zaman, böyle gecenin bir vaktinde mezarlıkta güzel bir kadının varlığını kabul etmek akla sığacak bir şey değildir. Şimdi bize gülse gülse ancak baykuşlar, cadılar güler.”

      Yine o anda Jüpiter’in alev alev ışığı yandı. Bu defa iki arkadaş alevin çıktığı kaynağı iyice gördüler. Bu şimşek otuz beş kırk metre kadar ileride, camilerde büyükler için ayrılmış yüksekçe yer gibi sekiz on mezarı içine alan yüksek bir setin arkasından fışkırıyordu.

      Doktor şimdi bu defa yürek çarpıntısı saklanmaz ve daha çekingen bir sesle:

      “Artık bunun lamı cimi kalmadı.”

      “Neyin?”

      “Alev bir mezardan çıkıyor.”

      “Evet, bunu inkâr edemem.”

      “Yalnız kabul etmek para etmez, bu acayipliği açıklamak, yorumlamak lazım gelir.”

      Her ikisi de şaşırmış, kararsız, birbirinden akla uygun bir açıklama beklerken yine aynı yönden hüzünlü iniltilerle titreyerek uzanan hüngürtüler gelmeye başladı. Ümitsizlik ve ızdırabın son perdelerinde çırpınan bir kalbin matemlerini dile getiren bir ağlama… Öyle içe dokunan bir ağlama ki, işitip de ağlamamak kabil değil…

      Tayfur vücudunun en ince sinirlerine kadar ruhunu titreten bir üzüntü duydu. Semalara ait fakat cehennemde inleyenlerin ahlarından yankılar yapan bu müziğin büyüsü ile sarsıldı:

      “Yooook, bu her türlü tahmin ve düşüncenin üstüne çıkıyor. Bu iniltilerle beraber kalbimde birbirine sarılmış yılanların burgulandıklarını hissediyorum. Bu ağlama bana tabiatüstü bir şey gibi geliyor. Lakin gece vakti şu ölüm diyarı dekorunun korkunçluğundan yararlanarak bize oyun yapanlar var. Bizimle eğleniyorlar.”

      Doktor, göz ve kulakları sesin geldiği yöne dikili ve âdeta ürkmüş bir hâlde:

      “Tabiatın üstünde bir hadiseye hiçbir ihtimal vermez misin? Mesela yüzde bir, iki…”

      “Hayır…”

      “En müspet ilim ve fen alanlarında henüz aydınlatılmayan karanlık noktalar var.”

      “Ne demek istiyorsun? Sen, bu taşıdığımız ruh kafesinin bütün sırlarını görmüş, en ince damarlarını cımbızla karıştırmış bir fen adamı, aceleye getirerek açıklanması kabil olmayan bir olay karşısında hemen beni cadıların, hortlakların vücutlarına inanmaya mı çağırıyorsun?”

      Ağlama hüzünlü dalgalarla gecenin karanlığı içinden süzülüp hâlâ geliyordu. Bir süre daha dinlediler.

      Nihayet Tayfur dayanamayarak:

      “Bu iniltiler hafakanla göğsümü tıkıyor. Ben gidip bu kahkahaların, bu ağlamaların çıktığı mezarı arayacağım.”

      “Çocuk СКАЧАТЬ